Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...
29/11/2012
Yeşil Aklama
Her ne kadar söylersek söyleyelim, adım adım dünyanın sonunu getirdiğini bildiğimiz halde önüne geçemediğimiz bir tüketim çılgınlığına kapılmış gidiyoruz. “Daha fazla alışveriş eşittir aha fazla mutluluk!” fikrini aşılayanların planı işe yaramış ki gereksiz yere inanılmaz derecelerde tüketim yapıyoruz. Arasıra ihtiyacımız olmayan ürünleri bile belki bir gün yeri gelir kullanırız fikriyle aldığımızı kim inkar edebilir ki?
Ama bugün konumuz daha önce birçok kez vurguladığımız tüketim çılgınlığı değil. Bu çılgınlığın yerlebir ettiği dünyada daha fazla kazanç için tüketicileri nasıl yanıltacağını şaşırmış şirketlerin reklam alanında vardıkları uç noktalardan birine değinmek istiyorum: Greenwashing
1970’lerde kök salmaya başlayan bir hareket olmasına rağmen daha yeni yeni duymaya başladığımız Greenwashing’in, dilimize direk çevrimi “yeşil yıkama” olsa da, bugün Türkçe gerçekleşen yeşil harketerlerde “yeşil aklama” şeklinde geçiyor. Biraz daha açacak olursak, çevre duyarlılığının reklam ve pazarlama malzemesi olarak kullanılması, bir diğer deyişle sahte çevrecilik anlamına geliyor Greenwashing. Eğer yazının geri kalanını okumadan anlama çabası içerisindeyseniz, hemen özetleyim: Şirket veya kamu kuruluşlarının bir şekilde çevre dostu oldukları ve doğaya karşı sorumluluklarının bilincinde olduklarını belirtmek için sundukları ürünlerin doğa dostu olduğu izlenimini yaratmaları!
İşin komik yanı bu şirketlerin çoğu zaman aslında hiç de doğa dostu olmamaları ve bu girişimleri tamamı ile bir reklam amacı ile gerçekleştirmeleri. Yani bir anlamda çevreye verdikleri saymakla bitmeyen zararları örtbas etmek ve karanlık yüzlerini saklamak için güya dünya için yaptıkları girişimleri vurgulamaya çalışma çabalarını açıklıyor Greenwashing terimi. Sadece yanıltıcı olan bu çabaların gerçekte çevreye ve yeşil yaşama hiçbir saygısı yok. Örneğin “yüzde yüz doğal”, “çevre dostu”, “katkısız” ve buna benzer birçok farklı şekilde lanse edilen ürünler, halkı yanlış yöneltmekten ileriye gitmeyen iddialardır. Bu yazı ile bu konudaki farkınladığınızı artırmak, markette elinizi uzattığınız ürünlerin üzerlerindeki yanıltıcı reklamları atlayarak, gerçek yüzlerini biraz daha iyi anlamanızı sağlamayı amaçlıyorum.
Bugün marketlerdeki çoğu ürünün ambalajında koca harflerle yazılı reklamların arasında muhakkak çevreye zarar verip vermediğini, ve tabii ki vermediğini, vurgulayan teknikleri görmek mümkün. Ekmek ambalajlarindan içtiğimiz suya kadar nerdeyse aldığımız tüm ürünlerin üzerinde çevreyi ve insan sağlığını ne kadar çok göz önünde bulundurarak hazırlandıklarına dair bir iddia var. Ne yazık ki her ne kadar da yalan olsa, tüketmeyi düşündüğümüz ürünlerin üzerinde “doğal” veya “katkısız” şeklindeki bildirimler, tüketicilerde psikolojik bir rahatlamaya ve yersiz bir güven duygusuna neden olabiliyor. Özellikle bu konuda yeteri kadar bilinçlenmemiş tüketicileri sahte iddialarla tamamı ile kafese düşürmek mümkün.
Günlük seçimlerimizde, bu ve benzeri yaklaşımları benimseyen firmaların ne kadar adil ve dürüst olduklarını sorgulamak şart. Örneğin reklamlarda gördüğümüz ve “100% çevre dostu” olduğu belirtilen araçların gerçekte nasıl 100% çevre dostu olabileceklerini hiç sorguladınız mı? Bir aracın 100% çevre dostu olması ne anlama geliyor? Şu an piyasadaki alternatiflerine göre hangi açılardan üstün ki bu araç çevre dostu ve onlar değil?
Artık reklamcılık öyle bir seviyede ki, televizyonda yeşil ormanların ve akarsuların arasından süzülerek geçen aracın nerdeyse benzin yerine su ile çalıştığına, doğaya bırakın zarar vermeyi, yararı bile olduğuna inanacağız! İşte bu ve bunun gibi örnekler Yeşil Aklama’nın iyi bir göstergesi. Günlük hayatta “doğal”, ve bazen sadece doğal değil “tamamen doğal”, “katkısız”, ve “doğa dostu” şeklinde geçen birçok ürüne, özellikle gıdalara temkinli yaklaşmakta yarar var.
Bugün sık sık karşılaştığımız bir diğer yanılgı ise gerçekte çevreye büyük zarar veren ürünlerin bu özellikleri görmezden gelinerek gayet gereksiz bir noktaya vurgu yapılması. Mesela bazı deodorant veya parfümlerin yenilenen ambalajları ile artık çevre dostu oldukları iddia ediliyor. Oysa bu ürünlerin doğaya verdikleri zararın yanında ambalajdaki bir iki milimetrelik incelme veya küçülmenin çevreye yapacağı “yarar” o kadar değersiz ki, bahsetmeye bile değmez. Bir de “100% doğa dostu” veya “100% geri dönüşümlü” ürünler var ki, bunların ne kadar büyük bir düzmece olduğundan bahsetmeye bile gerek görmüyorum.
Özetlemek gerekirse, daha az doğaya zarar verdiği imajı yaratılan bir ürüne kanıp, hem doğa hem kendiniz için son derece zararlı hammaddelerden üretilmiş ürünleri kullanıyor olabilirsiniz. Bu kadar önem taşıyan Greenwashing, ya da Türkçe’de geçtiği şekliyle Yeşil Aklama harketenin yeteri kadar vurgulanmadığı kesin. Ama tükettiğimiz gıdalardan, seyahat ederken kullandığımız araçlara kadar hayatımızı etkileyen tüm seçimlerimizde çevre duyarlılığını ön plana alarak bu alanda farklındalık yaratmak bizim elimizde. Lütfen öğrendiklerinizi günlük hayatta uygulayın, duymayanlara da anlatın.
Çise Ünlüer (2 Aralık 2012)
ciseunluer@gmail.com
25/11/2012
Yenilenebilir Enerji Girişimleri
Genelde büyük ölçekli projelere entegre edilen yenilenebilir enerji kaynakları, aslında kırsal ve yerleşimden uzak bölgelerde de kullanılabilir. İlgilenilen bölgenin enerjisi sağlanırken yapılacak ön hazırlığın parçası olarak bölgedeki enerji kaynakları iyice araştırılıp varolan kaynaklar iyi değerlendirilir. Her türlü endüstrinin en temel enerji tüketiminin elektrik enerjisi olduğunu düşünecek olursak, dünyadaki petrol, kömür, ve doğal gaz gibi sınırlı kaynaklar, endüstrilerin gelişmesi ile sürekli artan enerji ve yakıt talebini karşılayamaz bir hal almıştır. Bugün bu talebi biraz da olsa karşılamak için geliştirilmekte olan yenilenebilir enerji kaynaklarından hidroelektrik, dalga ve gelgit, ve okyanus enerjilerine değineceğiz.
Hidroelektrik enerjisi büyük ölçekli hidroelektrik barajları için kullanılan bir terim. Daha önce birkaç kez bahsettiğimiz gibi, ülkemizde de büyük sorun yaratan yağmur suları, planlı bir şekilde toplanarak enerjiye dönüştürülebilir. Buna en iyi örneklerden biri barajlara yerleştirilen türbinlerin akan su sayesinde dönmesi ve bu türbinlere bağlı jeneratörlerin elektrik üretmesi. Baraj kullanmadan akarsu veya okyanuslardan kinetik eneri elde eden barajsız hidro sistemler de mevcut. Üretilen elektriğin maliyeti düşük olmakla birlikte çevre kirliliğine neden olmaması, hidroelektriği çekici kılıyor. Ancak bu merkezlere yakın ortamlarda yaşayan insanların üzerinde çeşitli etkileri olabileceğinden eleştirilen hidroelektrik santralleri, dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde yirmi (20%)’sini karşılayacak kapasitede. Özellikle Norveç gibi ülkeler bugün enerji ihtiyaçlarının çok büyük bir kısmını hidroelektrik enerjisinden sağlıyor.
Bugüne kadar yakından incelemediğimiz geniş bir enerji potansiyeline sahip okyanuslar, dalga ve gelgit enerjisinden yararlanancak teknoloji ile buluşturuldukları zaman yüksek miktarlarda enerji üretebiliyorlar. Bu yenilenebilir enerji türü, isminden de anlaşılacağı gibi gelgit ve dalgalardan yararlanılarak, genellikle hareket eden veya bir noktaya bağlı olarak su yüzeyinde duran makineler yardımıyla toplanıyor. Ancak geliştirilmesi maliyetli olduğundan en azından yakın gelecekte bugün yaygın olarak kullanılan enerji türleri ile yarışması mümkün görünmüyor. ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan bir çalışma, dünyadaki tüm sahillerde meydana gelen toplam dalga miktarının 3 milyon megavata kadar enerji üretebileceğini belirtiyor. Rüzgarlı sahillleri ile bilinen İskoçya, Avustralya, Kanada, ve Güney Afrika’daki belli noktalar gelgit ve dalga enerjisi için ideal.
Öte yandan, okyanus termal enerji dönüşümü kapsamında, okyanusun derinliğindeki sularla güneş tarafından ısınan yüzey suları arasındaki sıcaklık farkından yararlanarak elde edilen enerjiyi kullanmak da mümkün. Bu alanda yapılan tahminlere göre, okyanuslardan gelen güneş enerjisinin yüzde bir (1%)’inden daha azını kullanarak ABD’nin günlük enerji ihtiyacının 200 katından fazlasını karşılamak mümkün. Henüz araştırma seviyesinde olan bu enerjiye bağlı teknolojilerin ileride popüler olma ihtimali yüksek.
Yenilenebilir enerji yatırımlarında önemli bir rol oynayan bir başka etken ise geleneksel enerji kaynakları ile yapılacak olan kıyaslama. Bu kıyaslama kapsamında sermaye, işlem ve bakım, ve yakıt maliyetleri göz önünde bulundurulması gerekilen unsurların başında geliyor. Kırsal ve uzak yerlerde fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin aktarımı ve dağıtımı zor ve pahalı olabileceğinden, bu yerel noktalarda yenilenebilir enerji kaynakları kullanılabilir. Yenilenebilir enerji sektörünün bir diğer getirisi ise sağladığı iş olanakları ile doğrudan yoksulluğun azalmasına katkı koyması. Bir de bugüne kadar devamlı elektrikle tanışmamış yerleşim yerlerine bu kaynağı ulaştırarak eğitim ve sağlık gibi önemli alanlara yaptığı katkıyı da unutmamak gerek!
Bu alanda verilecek en güzel örneklerden biri Kenya’da 12 ile 30 vat arasında elektrik üreten ve yılda 30,000’den fazla satılan küçük solar paneller. Tüm masrafı sadece 100 dolar olan bu fotovoltaik sistemler, normalde elektriğe ulaşımı olmayan Kenya halkının hayatında dönüm noktası halini aldı. Artık evlerinde gece karanlıkta oturmak zorunda kalmayan, şarj ettikleri cep telefonlarıyla yakınlarıyla haberleşebilen, ve çalıştırabildikleri küçük televizyonlar sayesinde dünyadan haber alan halk, ülkenin enerji şebekesine bağlanmak yerine her yıl giderek daha fazla güneş enerjisi kullanıyor.
Dünyada birçok gelişmiş ülke, halkının yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapması ve bu kaynaklardan yararlanmasını mümkün kılmak için cazip geri ödeme oranları, vergi destekleri, kısmi sigorta primi planları ve çeşitli geri ödemeler gibi birçok teşvik edici girişimde bulunuyor. Bu yardımlara ek olarak üretimi daha ucuz ve etkili yapabilmek için yapılan yenilenebilir teknoloji araştırmalarına çeşitli burslar da sağlanıyor. Yenilenebilir enerjinin tercih edilen pazar olmasına yardımcı olacak bu programlar sayesinde yenilenebilir enerji sektörünün gittikçe fosil yakıtların egemenliğini elinden alması ve yeni büyük endüstri olma potansiyeli ile özel yatırımcılar arasında güven kazanması kaçınılmaz.
Peki biz bu yarışta nerdeyiz? Ülkemizde yapılabilecek yenilenebilir enerji girişimleri hakkında yorumlarınızı paylaşmak ister misiniz? Sesinizi duyurmak için ciseunluer@gmail.com’a kısa bir e-posta göndermeniz yeterli.
Çise Ünlüer (25 Kasım 2012)
ciseunluer@gmail.com
16/11/2012
Doğadan Gelen Enerji
Geçtiğimiz hafta giriş yaptığımız yenilenebilir enerji, güneş veya dünyanın derinliklerinde oluşan ısı gibi kaynakları sürekli olarak yenilenen doğal süreçlerden elde edilir. Kaynağından elde edildiği şekilde doğrudan kullanılabilen (örneğin, güneş enerjisi ile çalışan aletler) veya enerjinin başka bir kullanışlı şekline dönüşütürülerek yararlanılabilen (örneğin, elektrik üretiminde kullanılan rüzgar türibinleri) yenilenebilir enerji türleri altında bugüne kadar güneş ve rüzgar enerjisinden bahsetmiştik. Bunlara ek olarak dalga ve gelgit, biyoyakıt ve biyokütle, jeotermal, hidrolik ve hidrojen enerji türleri de tartışmaya değecek kadar büyük önem taşıyor. Bir de okyanus akıntısı ve okyanuslardaki ısı etkisinden kaynaklanan yenilenebilir enerji kaynakları var. Bu kaynakların bazılarını elde etmek diğerlerine göre daha basit ve zahmetsiz olduğundan maliyetleri de daha düşüktür. Gelin yakından bakalım...
Yenilenebilir enerji kaynaklarından başta gelenlerden biri biyo (organik) yakıtlar. Fosilleşmiş organik maddelerden oluşan bu enerji kaynağı bitkilerden elde edilerek yakıta ve dolayısı ile enerjiye dönüşüyor. Günümüzde tohum, şeker ve sebze yağından ya da bunların karışımından elde edilmiş bioyakıtların kullanıldığı araçları dünyada yaygın olarak görmek mümkün.
Okula başlar başlamaz ilk ögrendiğimiz şeylerden biri bitkilerin ömürleri boyunca büyümek için fotosentez yaptığıdır. Bu süreç boyunca ortaya çıkan biyokütle doğrudan yakıt olarak veya biyoyakıtlar üretmek için kullanılılır. Tarımcılar tarafından üretilen biodizel, etanol, ve şeker kamışı, daha sonra içten yanmalı motorlar ve buhar kazanlarında kullanılır. Modern dizel araçlara da yapılabilecek çok küçük değişikliklerle bu araçlarda biodizel kullanmak mümkün. Biodizel kullanımı karbondioksit salınımını azaltmakla kalmaz, ayrıca karbonmonoksit ve birçok diğer kirleticilerin de emisyonunu büyük bir ölçüde azaltır.
Öte yandan etanol üretiminde mısır, mısır sapı, ve şeker pancarı kullanılır. E85 şeklinde adlandırılan yakıt içerisinde yüzde seksen beş (85%) etanol ve yüzde on beş (15%) benzin bulunur. Ford, Daimler Chrysler ve General Motors E85 benzin ve etanol karışımları kullanan “ensek yakıtlı” araba, kamyon ve minivanları üretmekte geç kalmadı. 1970’lerden beri ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci etanol üreticisi olan Brezilya’da artık sadece benzin kullanan hafif taşıt bulunmuyor. Bioetanol’a alternatif olarak geliştirilen biobutanol ise, yiyecek bazlı kaynaklardan üretilmediği ve etanola göre daha verimli olduğu için tercih edilmeye başlanıyor.
Genellikle ısı üretmek için doğrudan yanıcı yakıt olarak kullanılan katı biyokütlelerde akla ilk gelen katı atıklar veya odunlar. Çoğu biokütle çeşidi içerisinde enerji bulunur. Örneğin ineklerden elde edilen atık gübreler bile ineğin harcadığı asıl enerjinin üçte ikisini barındırır. Tabii unutmamak gerek ki, uzun yıllardır dünyanın her bir noktasında insanların ısınmak ve yemek yapmak gibi gereksinimlerini karşılamak için yaktıkları odun ve kömürler aslında küresel ısınmaya neden olduklarından, bu yakıtların kullanımı kontrol altına alınmalıdır.
Daha önce hiç bahsetmediğimiz bir yenilenebilir enerji türünden de bahsetmek istiyorum. Yeryüzünün kilometrelerce altındaki merkezinde bulunan erimiş kayalardan meydana gelen mağma kaynaklı jeotermal enerji, dünyadaki toplam enerji ihtiyacının yüzde bir (1%)’ini karşılıyor. Bu mağmadan çıkan ısı kuyular, yüzeydeki su kaynakları, veya kayalar vasıtası ile elde ediliyor.
Gelin bu işlemi biraz daha öğrenelim. Jeotermal kaynaklardan elektrik üretebilmek için yeraltındaki derin geçirgen kısımlara kuyular deliniyor. Herhangi bir sondajdan önce, jeotermal potansiyeli olan bölgelerin belirlenmesi için arama çalışmaları gerçekleştiriliyor. Bu çalışmalar sonucunda kuyular, hidrotermal güç kaynakları olarak görülen doğal sıcak su veya buhar içeren bölgelere yerleştiriliyor. Bugün piyasada “flash buhar”, “kuru buhar”, ve “ikili döngü” şeklinde adlandırılan üç farklı jeotermal elektrik santrali bulunuyor. Bu santrallerin türleri genellikle mevcut kaynak özelliklerine göre seçiliyor. Örneğin “flash buhar” türü santraller 182 Santigrat derecenin üzerindeki rezervuarlar için kullanılırken, “kuru buhar” yüksek basınca maruz kalan rezervuarlar, “ikili döngü” santralleri ise daha düşük sıcaklıktaki rezervuarlar için tercih ediliyor.
Çoğunlukla dünyanın merkezinden elde edilen jeotermal enerji bazı noktalarda diğerlerine göre yüzeye daha yakındır. Ancak jeotermal enerjiyi elde etmek için kurulması gereken tesisler oldukça masraflı olduğundan, jeotermal enerji gereken ilgiyi henüz görmedi. Bu enerjiden yararlanmayı bilen ABD, Filipinler, Meksika, İtalya, Japonya, ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde jeotermal enerji ile ısıtılan sular binaları ısıtmak için pompalanıyor. California’nın San Francisco şehrinin 116 km kuzeyinde yer alan The Geysers, bugün dünya üzerinde 750 megavattan fazla üretim yapan en büyük jeotermal sitesidir.
Gelecek hafta yenilenebilir enerji yazı serisinin son kısmı olan hidroelektrik, dalga, gelgit, ve okyanus enerjilerine değineceğiz.
Çise Ünlüer (18 Kasım 2012)
ciseunluer@gmail.com
09/11/2012
Çoğu Bitti Azı Kaldı
Fosil yakıtlar, insanlık tarafından istismar edilerek kullanıldıklarından yakın gelecekte tamamen tükenme tehlikesi ile yüzleşiyor. Dünyada her yıl yaklaşık yüzde beş (5%) oranında artan enerji ihtiyacını karşılamak için gittikçe daha hızlı tüketilen fosil yakıt rezervlerinin, en iyimser tahminlerde bile 2030 yılına kadar büyük ölçüde tükenmesi ve ihtiyacı karşılayamaması bekleniyor. Petrol gibi günümüzde sıkça kullanılan kömürün şu anki rezervlerle 80 ile 100 yıl arası devam etmesi beklenirken, doğal gazın ise 100-120 yıllık bir ömrü olduğunu biliyor musunuz?
Fosil yakıt kullanımının zararları saymakla bitmez - neden oldukları yoğun hava kirliliğine ek olarak iklim değişikliğini de hızlandırdıkları kanıtlandı. Bu da her geçen yıl artan hava sıcaklıklarına ve birçok insanı canından ve evinden eden sel ve fırtına gibi doğal afetlere sebep oluyor. Bunun en yakın örneği geçtiğimiz hafta Karayipler’de Küba, Haiti, Bahamalar ve Jamaika gibi birçok ülkede büyük can ve mal kaybına neden olduktan sonra ABD’nin doğu kıyılarına da zarar veren Sandy Kasırgası.
Fotosentez gibi doğal dönüşümler atmosferdeki sera gazı birikimine ve neden oldukları sera etkisine engel olabilecek bir mekanizmayla çalışsa da, aşırı yakıt tüketimi karşısında yetersiz kaldıkları kesin. Tarihte yaşanan petrol krizlerinden ders alan ülkeler artık enerjide bağımsız hale gelmenin yöntemlerini arıyor. Bu arayışta öne çıkan yenilenebilir enerji kaynaklarına daha önce birçok kez değinmiş, bu kaynakların günümüzün ve gelecekti enerji talebini karşılamaktaki gittikçe artan önemini vurgulamıştık.
Kısa bir hatırlatma yapacak olursak, yenilenebilir enerji gücünü güneşten alarak hiç tükenmeyen ve çevreye zararı olmayan enerji çeşididir. Bu enerji kaynakları, sürekli devam eden süreçlerde varolan enerji akışından elde edildiklerinden, enerji kaynağından alınan enerjiye eşit oranda veya kaynağın tükenme hızından daha çabuk bir şekilde kendilerini yenileyebilmeleri özellikleri ile açıklanır.
Günümüzde dünyanın toplam enerji ihtiyacının yüzde yirmi (20%)’sinden az bir miktarını karşılayan yenilenebilir enerji kaynakları arasında en çok kullanılanlar biyokütle ve hidroelektrik. Tabii yılda yüzde otuz (30%)’luk bir oranla büyüyen rüzgar enerjisi ve yıllık üretimi 7000 megavata ulaşan güneş enerjisini de unutmamak gerek. Bu hafta güneş ve rüzgar enerjisini kısaca özetledikten sonra, hidrojen enerjisine değineceğiz. Önümüzdeki haftalarda ise bugün dünyada kullanılan diğer tüm yenilenebilir enerji kaynaklarını yakından inceleyeceğiz.
Fotovoltaik (PV) hücreleri kullanarak güneş ışığını elektriğe çeviren fotovoltaik paneller dünyanın birçok yerinde ev ve işyerlerinin çatılarına kuruluyor. Özellikle Almanya ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerde geniş kitlelerin kullanımına uygun şekilde planlanan panellerin maliyetinin de gittikçe düşmesi, güneş enerjisinden elektrik üretimini gayet çekici kılıyor.
Daha önce bahsettiğimiz rüzgar enerjisini kullanarak üretilen enerji, fosil yakıtlara kıyaslandığında biraz daha yüksek fiyatlara olsa da, rüzgar enerjisi hidroelektrikten sonra ikinci en verimli enerji kaynağı olduğundan yıllık yüzde otuz (30%) gibi bir oranla artarak Avrupa’da yaygın olarak kullanılıyor. Şu an dünya üzerinde kurulu kapasitesi 100 gigavatı geçmiş olan rüzgar enerjisi alanında yapılan araştırmalar, bu enerjinin dünya çapında bugünkü küresel enerji üretiminin beş katı kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Hava akışı ile çalıştırılabilen rüzgar türbinleri 600 kilovattan 5 megavata kadar enerji sağlayabiliyor. Bu türbinlerden elde edilen enerji rüzgar hızının küpüne denk geldiği için, rüzgar hızı arttıkça elde edilen enerji miktarında da artış gözlemleniyor.
Genellikle iki ya da üç kanatlı olan rüzgar türbinleri kıyılarda, açık denizlerde ve kuvvetli ve sürekli rüzgar alan açıklık alanlarda bulunuyor. Karaya göre yüzde doksan (90%) daha hızlı rüzgarların bulunduğu açık denizler daha fazla enerji üretimine neden olduklarından genelde tercih görüyor. Ancak yerleştirildikleri noktalardaki canlıların düzenini bozduklarından, çalıştıkları süre boyunca çıkardıkları sesin verdiği rahatsızlıktan ve çevredeki manzarayı bozduklarından dolayı eleştiri de aldıkları inkar edilemez.
Her ne kadar diğer yenilenebilir enerji kaynakları kadar yaygın bir şekilde kullanılmasa da, umut vaat eden bir yakıt olan hidrojen, özellikle çevreye zarar vermemesinden dolayı tercih ediliyor. Ancak henüz elde edilmesi işlemi boyunca harcanan yüksek enerji miktarı ve saklanması ve taşınması ile ilgili sorunlara kesin çözümler getirilmiş değil.
Önümüzdeki haftalarda 6 farklı yenilenebilir enerji kaynaklarından bahsedeceğiz.
Çise Ünlüer (11 Kasım 2012)
ciseunluer@gmail.com
03/11/2012
Sandy’nin Fendi Amerika’yı Yendi
Aslında bugün sizlere fosil yakıtların kullanımının kısa dönemli olduğundan ve bu yakıtların yerini alması beklenen yenilenebilir enerji kaynaklarından bahsetmeyi planlıyordum. Ancak Sandy’yi yakından yaşamış biri olarak bu deneyimi aktarmadan, bu doğa olayından derinden etkilenen insanların hayatlarının nasıl değiştiğine değinmeden geçemeyeceğim.
Geçtiğimiz haftasonu Karayipler’de Küba, Haiti, Porto Riko, Bahamalar ve Jamaika gibi birçok ülkede büyük can ve mal kaybına neden olduktan sonra Amerika’ya ulaşan ve hızı zaman zaman 175 kilometreyi bulan kasırga önce gittikçe güçlenen bir rüzgar şeklinde belli etti kendini. New York da dahil olmak üzere normalde insan kalabalığından adım atamayacağınız caddeler yavaş yavaş boşalmaya başladı. Cuma gününden itibaren kıyı bölgelerinde yaşayan insanların evlerinden çıkmaları ve kasırga boyunca güvende olabilecekleri sığınma noktalarına alınmaları sağlandı.
Ve Sandy başlayan haftasonu ile Amerika’nın doğu kıyısındaki eyaletleri etkisi altına almaya başladı. Evlerin çatıları uçtu, hatta bazı yerleşim yerleri güçlü kasırgaya dayanamayarak yerlebir oldu. Ağaçlar ve elektrik direkleri devrildi, dalgalanan deniz çoğu kıyılarda taştı ve birçok bölgeyi su bastı. Çıkan seller bazı noktalarda binaları ve köprüleri yuttu. Etkilenen bölgelerdeki havaalanları 72 saatten fazla kapatıldı, sular altında kalan New York metrosunun temizlenmesi günler aldı. Kasırganın etkisi ile New York ve New Jersey’de 6 milyon ev ve işyerine günler sonra bile hala daha elektrik ulaşmıyor.
Manhattan’ın en ünlü binalarından yüksekliği 443 metreyi bulan Empire State Binası’nın da içinde olduğu geniş bir bölgenin tamamı ile karanlıkta kaldığı an günlerce dünya medyasında geniş bir yer buldu. 17 eyalette 1600 kilometrelik alanda 50 milyondan fazla kişiyi etkiledi Sandy. Karayip ülkelerinde aldığı 69 cana, ABD’de 46 kişiyi daha ekledi. Tüm bunlar yetmedi, New York’ta Shell’e ait bir petrol rafinerisinde sızıntıya yol açan kasırga, 115 bin litre mazotun etrafa yayılmasına neden oldu. Şirket tarafından hemen temizlenmeye çalışılan bu mazotun doğa üzerine yarattığı kirliliğin hiçbir zaman tamamı ile ortadan kalkmayacağı kesin.
Biraz da ülke ekonomisi üzerineki etkilerinden bahsedecek olursak, Sandy’nin sadece New York’ta günlük 200 milyon dolarlık ekonomik faaliyet kaybına yol açtığı açıklandı. Kasırganın ABD genelinde yarattığı toplam hasarın miktarı ise 50 milyar doların üstünde. İster istemez finans piyasalarını da derinden etkileyen Sandy yüzünden New York ve Nasdaq borsalarında 27 yıl aradan sonra ilk kez kötü hava koşulları nedeniyle işlemler durduruldu. Borsanın hava şartları gibi nedenlerle çok nadir kapatıldığı ABD’de, en son benzeri bir olay 1985’teki Gloria Kasırgası ile yaşanmıştı. Bundan sonra 11 Eylül saldırılarından dolayı işlemlerine ara veren borsa, Sandy Kasırgası New York’u vurana kadar aralıksız işlem görmeye devam etti.
Bir de unutmadan, sadece Amerika değil tüm dünyayı yakından ilgilendiren başkanlık seçimlerinin hemen öncesi arkasında büyük bir yıkım bırakan Sandy’nın seçim çalışmalarını da yakından etkilediği inkar edilemez. Kasırgaya aldırmayan Cumhuriyetçi aday Mitt Romney, güney eyalterlerinde tüm hızıyla seçim çalışmalarına devam ederken, Demokrat aday Barack Obama çalışmalarına ara verdi ve New Jersey’den başlayarak felaket bölgelerini ziyaret etmeye özen gösterdi. Ülkenin seçim gündemini alt üst eden kasırganın özellikle doğu eyaletlerinde seçimlere katılımı yakından etkileyeceği inancı mevcut. Bu noktada oylarını posta yolu ile kullanan büyük bir seçmen oranının bulunduğunu düşünecek olursak, kasırga dolayısı ile özellikle yaşı ilerlemiş olan vatandaşların oy kullanmakta zorluklarla karşılacakları, ve dolayısı ile oy kullanım oranında düşüşler yaşanacağı düşünülüyor.
Gelelim ABD tarihinde derin bir iz bırakan Sandy Kasırgası’nın iklim değişikliği ile bağlantısına, başka bir deyişle, “büyük resme”. Gittikçe etkilerini daha güçlü hissettiğimiz küresel ısınmadan dolayı yükselen deniz seviyeleri, kasırgalara dönüşen sert rüzgarların meydana gelmesine neden oluyor. Her ne kadar olanlar karşısında bizi şaşırtacak ve haber manşetleri yaratacak kadar beklenmedik bir yıkım yaratsa da, yıllardır iklim değişikliklerini yakından inceleyen bilimcilerin öngördüğü bir ekisi oldu Sandy’nin. Hatta uzmanlara göre artık bu gibi kasırgaları geçmişte olduğu gibi 100 yıllık aralıklarla değil, her 2 ile 20 yıl arasında görmeye alışacağız.
Bilim dünyasında Sandy ve benzeri kasırgalar güçlerine ve neden oldukları zarara göre 5 ayrı kategoriye ayrılıyor. Buna göre, 1. kategoride saatte hızı 119-153 kilometreyi aşmayan ve binalara yok denecek kadar az zarar veren kasırgalardan; 5. kategoride neredeyse tüm binaların çatılarını uçurabilecek, tüm ağaç, trafik işaretleri ve müstakil evlerin tamamen yıkılmasına neden olabilecek, saatte hızı 250 kilometreyi geçen kasırgalara kadar ulaşmak mümkün. Amerika gibi altyapısı genel anlamda dünyanın çoğu ülkesine göre planlı bir şekilde tasarlanmış bir ülkede bu kadar etki yaratan Sandy Kasırgası’nın en hafif sayılabilecek 1. kategoriye ait olması, aslında ne kadar daha güçlü kasırgaların yaşanabileceğini ve insanın doğa karşısında ne kadar güçsüz olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Çise Ünlüer (4 Kasım 2012)
ciseunluer@gmail.com
Subscribe to:
Posts (Atom)