Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

30/03/2012

Kahve İçtim Telveli




Kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır Türk kahvesi.  Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ve ikramıyla kendine özgü bir kimliği, geleneği vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür. İster sabahları uyanmamıza yardımcı olması için, ister yemekten sonra sevdiklerimizle geçirdiğimiz keyifli dakikalara keyif eklemesi için, amaç ne olursa olsun kahve adamızda en çok tüketilen içeceklerden biri.


Durum bu olunca kahve sonunda bardakta kalan telveyle neler yapılabilir, bu telveden tekrar nasl yararlanılabilir diye düşünmeden edemedim. Çevreye duyarlılığı yüksek olanlarımız kahve atıklarını daha sonra kompost yapmak için ayırırken, bu atıkların çoğu evde çöpe veya lavaboya döküldüğü de bir gerçek. Gelin kahve telvesi gibi gün boyunca sık miktarlarda elimize geçen bu “atık” üründen nasıl verim elde edebileceğimizi öğrenelim.


Adamızdaki rahat yerleşim yapısının bize sunduğu bir avantaj olarak çoğumuzun evinde az da olsa bitki yetiştirebileceği bir bahçesi veya küçük bir balkonu var. İçerisinde çeşitli besinler bulunduran kahve telvesinin bitkileriniz için doğal bir gübre görevi görebileceğini biliyor muydunuz? Toprağa karıştırıldığı zaman, kahve telvesi, bitkilerinizi böcek ve salyangozlardan korur, asitli toprakta daha iyi yetişen havuç ve turp gibi sebzeler; ve gül ve açelya gibi çiçeklerin de daha kolay büyümesini sağlar. 


Kahve telvesinin içerisinde yüksek miktarlarda nitrojen bulunur. Yağmur ve sulama öncesi toprağa bırakılan kahve telvesinin içerisindeki nitrojen zamanla toprağa ve varsa gübreye karışarak toprağın ısısının artmasını ve bir müddet bu sıcaklıkta kalmasını sağlar. Artan ısı, toprakta istenmeden yetişen tüm yabani otları öldürür. Böylece kısa bir süre içerisinde toprağınızın tüm bu zararlı otlardan kurtulmuş bir şekilde ekime hazır olmasını mümkün kılar.


Kahve telvesinin bir başka kullanım alanı ise güçlü kokusu sayesinde bahçelere girerek burdaki bitkilere zarar veren karınca, yılan, ve kedi köpek gibi sokak hayvanlarını bitkilerinizden uzak tutmak. Bu amaçla telveye ek olarak portakal kabuğu ve benzeri doğal atıkları toprağınıza eklerseniz daha da etkili bir çözüm elde edebilirsiniz.


Sık kullanımdan dolayı mutfak lavabolarına zamanla yerleşen kötü kokulara çözüm olarak da kullanılan kahve telvesini belirli aralıklarda birkaç bardak miktarında kaynatılan su ile dökebilir, böylece kötü kokulardan kurtulabilirsiniz. Buzdolapları veya evdeki farklı noktalarda biriken kötü kokuların tümü için kahve telvesi kullanılabilir. Kuru ve karanlık bir yerde kurutulan kahve telvesini kokusundan rahatsız olduğunuz notkara asarak çözüm getirebilirsiniz.


İçerisinde yanmış veya yapışmış yemekler bulunan ve yıkaması zorlaşan tencere ve tavaları da kahve telvesi ile ovarak daha kolay bir şekilde temizleyebilirsiniz. Uzun kullanım sonrası üzerlerine kereviz, soğan, veya sarmısak gibi yemek kokuları sinen kesme tahtalarınızı kahve telvesi ile yıkayrak bu kokulardan kurtulabilirsiniz. Özellikle sıcak mevsimlerde heryeri kaplayan karıncalardan kurtulmak için tehlikeli kimyasallar kullanmak yerine karıncaların yollarına kahve teli yerleştirerek sizi rahatsız etmelerini engelleyebilirsiniz.


Evde beslediğiniz köpeğinizi yıkadıktan sonra üzerine kahve telvesi ile pudralar gibi masaj yaparak, derisinde barınan pireleri uzaklaştırabilirsiniz. Evdeki mobilyaların üzerindeki çiziklere sürülen ıslak kahve telvesinin çiziklerin ortadan kaldırılmasında yardımcı olması mümkün.


Bahçe ve temizlik alanlarındaki kullanımına ek olarak kahve teli, saçlarınızı yıkadığınız zaman kullandığınızda saçların parlaklığını arttırır. Yapısından dolayı cildiniz üzerinde eksfolian olarak da kullanılabileceğiniz kahve teli, kapalı gözeneklerinizin açılmasına ve derinizin temizlenmesine ve canlanmasına yardımcı olur. Ve bayanlar için büyük önem taşıyacak bir öneri: Dörtte bir bardak sıcak kullanılmış kahve telvesi ile 1 yemek kaşığı zeytinyağını karıştırarak ve problemli bölgenize sürerek çatlaklarınızdan kurtulabilirsiniz. Etkisini göstermesi için, hazırladığınız karışımı sürdükten sonra sarmanız, 10 dakika beklemeniz, ve daha sonra sıcak su ile banyo yapmanız öneriliyor. Kim bilir, bu doğal yöntem bugüne kadar denediğiniz tüm kozmetik ürünlerinden çok daha etkili olabilir!


Günün sonunda, tüm sorunlarımızın çözümü doğada mevcut. Bir sonraki kahvenizin telvesini kullanmadan çöpe dökerken ne kadar yararlı bir üründen vazgeçtiğinizi unutmayın. Elinizde tüm bu bahsettiğimiz amaçlar için yeterli kahve telvesi yoksa size bu ürünü seve seve verecek olan yaşadığınız bölgedeki kafelere veya komşularınıza sorun, eminim düşündüğünüzden daha fazla kahve tiryakisi olduğunu göreceksiniz!




Çise Ünlüer (1 Nisan 2012)
ciseunluer@gmail.com




23/03/2012

Neden Bez Torba?




Etrafta görmüş olabileceğiniz bez torbaların pastik poşetlere kıyaslandığı zaman birçok avantajı olduğunu biliyor musunuz? Kullanıldıktan sonra yol kenarlarına atılan plastik poşetler zamanla denizlere ve içtiğimiz suya kadar karışarak sağlığımızı tehdit altına almakla kalmıyor, karada 800, suda 400 yıl gibi uzun bir zaman sonra yok olarak doğayı kirletiyor. Yani biz yok oluyoruz ama etrafa attığımız plastik poşetler bizden sonra yüzyıllar boyu kirlilik yaratmaya devam ediyor.

Plastikler, yapılarında karbon, hidrojen, oksijen, azot ve diğer organik ve inorganik elementler bulunduran monomerlerin bir araya gelerek oluşturduğu polimer yapıdaki bileşiklerdir. Bu poşetlerin yapımında kullanılan plastik, güneşe veya ısıya duyarlı bir madde olduğundan zamanla kimyasal değişime uğruyor. Bu değişimlerin bir ürünü yağ ile çözünüp kanserojen maddeye dönüşen zehirli polimerler. Bu nedenden dolayı, aşırı plastik kullanımının son yıllarda sayısı hızla artan kanser vakalarında büyük rol oynadığı düşünülüyor. Biraz düşünecek olursak, bugün hiç tereddüt etmeden kullandığımız, günlük hayatın bir parçası haline gelen plastik torba ve şişeler bundan bir kaç bin sene önce yoktu! Dolayısı ile beraberinde getirdikleri sorunlar da...

Daha yakın bir geçmişte bu ürünler henüz yaygınlaşmamışken pazardan ve bakkaldan alınan gıdalar kullanılmış gazete veya kaliteli kağıttan yapılmış kase kağıtlarına koyulur, insanlar yanlarında getirdikleri filelere aldıklarını yerleştirir, bu fileleri tekrar tekrar kullanırlardı. Bu alışkanlıklar daha pratik bir çözüm sunuyor gibi görünse de aslında sonumuzu getiren plastik torbalar çıktı çıkalı tamamı ile değişti.

Durumun esas korkutucu yanı plastiğin doğada tamamen yok olmaması ve nerdeyse 1000 yıla kadar uzayabilen ömrü. PET, PVC gibi bazı plastikler geri kazanılabilseler bile düşük yoğunluklu PE malzemeden üretilen plastik torbalar için geri dönüşüm söz konusu olmadığı gibi bu işlemin maliyeti de çok yüksektir. Peki sonuç? Büyük çöp sahalarında toplanan, veya rüzgar ve suyun etkisiyle kanalizasyon kanallarından, okyanus diplerine, tarım arazilerinden çeşitli canlıların sindirim sistemine kadar her yere dağılan plastik poşetler! Denizlerde yaşayan canlıların plastik torbaları yemeye çalışırken boğularak ya da yedikten sonra açlıktan öldüklerini duydunuz mu? Peki ışık etkisiyle fiziksel olarak parçalanarak toprağa karışan plastiklerin besin zincirine dahil olarak sofralarımıza kadar ulaştığını?

Bu soruna biraz da olsa çözüm getirmeyi amaçlayan gelişmiş ülkeler, plastik torbaların kullanımını azaltmak için kampanyalar düzenliyor, hatta bu ürünlerin kullanımını yasaklamaya kadar gidiyor. Bazı ülkelerde kullanılmış plastik şişeler toplatılarak geri dönüştürülüyor, böylece doğaya olan zararları biraz da olsun azaltılmış oluyor. Yakın komşumuz Türkiye'de ise "Bez Torba Kullananlar" girişimi "Dünyayı Bez Torbanda Taşı" sloganı ile bez torba kullanımını yaygınlaştırmaya çalışıyor. Türkiye’de yapılan çalışmalara göre senede kişi başına düşen ortalama plastik torba sayısı 500. Buna göre yılda 35 milyar plastik poşet çöpe atılıyor, doğayı kirletiyor.

Elinize aldığınız poşetlerin ve diğer çoğu plastiğin petrolün bir türevi olduğunu, yani petrol rafinerilerinde kullanılan ham petrolün işlenmesi sonucu arta kalan malzemelerden elde edildiğinin farkında mısınız? Üretimi ucuz olduğu için dünyada her yıl plastik torba üretimi için yaklaşık 250 milyon ton plastik kullanılıyor. Bunların dışında en çok kullanılan ürünler PET şişeler, PVC ambalajlar ve PE torbalar geliyor. Ancak unutmamak gerek ki çoğu plastik ambalaj malzemelerinin tekrar geri kazanılması mümkün olmadığı gibi bu ürünler bir süre sonra molekül yapıları bozularak kullanılmaz hale geliyor ve kirlilik yaratarak doğal kaynaklarımızı kirletiyor.

Geçtiğimiz yıllarda üretilmeye başlayan ve ülkemizdeki marketlerde de kullanılmaya başlanan “doğa dostu” poşetlere de yakından bakacak olursak, durumun o kadar da iç açıcı olmadığını görebiliriz. Doğayı daha az kirleten veya doğada kolay çözülen plastik torbalar doğayı kirletmeye devam ediyor ama bu poşetlerin üretici ve kullananları sanki gerekeni yapmış olduklarından içleri rahat olması gerekirmiş gibi düşünmeden doğayı kirletmeye devam ediyorlar. Oysa durumun farkında olan birçok ülkede tüketiciler plastik torbayı tamamı ile hayatlarından çıkararak kağıt veya bez torba kullanmaya başladı. Bazı ülkelerde ise plastik torba kullanımını caydırmak için plastik torbaya yüksek vergi uygulanıyor, plastik torbada ısrar eden tüketicilerden para talep ediliyor.

Gelin, hem sınırlı fosil kaynakların tüketimi anlamına gelen, hem de geriye dönülmez bir kirliliğin kaynağı olan plastik torbaların kullanımının ülkemizde de sınırlandırılması veya yasaklanması için adımlar atalım. Doğaya daha fazla zarar vermeye hakkımız olmadığını bilerek hep birlikte eskiden olduğu gibi alışverişe giderken filemizi veya bez torbamızı yanımıza alalım. Her insan dayanıklı, doğa dostu, anti bakteriyel ve geri dönüşümlü malzemelerden şık bez torbalar dikebilir ya da çok düşük bir ücrete satın alabilir, tekrar tekrar kullanabilir. Hatta yaratıcılığınızı da katarak farklı sap boylarında ve sınır tanımayan özgün tasarımlarda hazırlanan bez torbaların üzerine aile fotoğraflarınızı veya firmanızın tanıtıcı reklamlarını ekleyebilir, gerçekleştirdiğiniz çeşitli etkinlik veya sosyal sorumluluk projelerine değinebilirsiniz.



Çise Ünlüer (25 Mart 2012)
ciseunluer@gmail.com



09/03/2012

Japonya Depremi Sonrası





Geçen yıl bugün Japonya’nın kuzeydoğusundaki okyanus açıklarında 8.9 büyüklüğünde meydana gelen deprem ve arkasından etkili olan tsunami, pek çok can ve mal kaybına ve binlerce insanın evsiz kalmasına neden oldu. Japonya gibi depreme hazırlıklı bir ülke için bile muazzam bir güce sahip olan deprem, başkent Tokyo da dahil olmak üzere geniş bir bölgeyi etkiledi. Depremden sonra oluşan dev dalgalar Miyagi ve Fukuşima bölgelerini vurdu ve birçok yerleşim yerini yerle bir etti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bölgedeki nükleer santrallerin iki reaktöründeki soğutma sistemleri bozuldu ve tesislerdeki ısıyı düşürebilmek için deniz suyu pompalandı. Santrallerdeki bu sorundan etkilenen insanlar normallerin üstünde radyasyona maruz kaldı. Japonya halen bu sorunlarla baş etmeye çalışıyor.

Ülkelerindeki bu sorunu daha iyi anlamak için Cambridge Üniversitesi’nde doktora yapan 4 Japon arkadaşımın bu konudaki görüşlerini almaya çalıştım. Deprem anında Tokyo’da olan Ken Koyanagi ve araştırmalarına Cambridge’de devam eden Shun Uchida, Kei Yamamoto ve Takaaki Kobayashi ile geçtiğimiz yıl ülkelerini derinden sarsan doğal afetler ve insan kararlarıyla ilgili görüşleri üzerine yaptımığımız konuşma hem bilgilendirici hem de göz açıcıydı.

Siz ve yakınlarınız meydana gelen deprem ve nükleer krizden nasıl etkilendiniz?

Ken: Öncelikle söylemek isterim ki Japonlar deprem, tayfun ve volkanik patlamalar gibi doğal afetlere hazırlıklı bir toplum. 11 Mart’ta meydana gelen deprem sonrası trenler çalışmadığından Tokyo halkı kilometrelerce yürüyerek evlerine ulaşmak durumunda kaldı, radyasyon korkusu olan birkaç aile ülkenin batı kıyılarına doğru yola çıktı.
Shun: Ailem Tokyo’nun 40 km doğusunda kalan Chiba bölgesinde yaşıyor. Deprem sırasında Tokyo’da olan annem tren ulaşımının durması ile hemen bir bisiklet satın alarak eve kadar bu şekilde geldi.
Kei: Annem depremden sonra nükleer santrallerde çıkan sorunlardan dolayı enerji sıkıntısı çektiklerini ve enerji tasarrufu yapmaya başladıklarını bildirdi.
Takaaki: Nükleer santrallerden yeterince uzak bir konumda yaşadığımız için pek etkilendiğimiz söylenemez.

Fukushima’da deprem ve arkasından gelen tsunamiden sonra hayatta kalan insanların devletten yeterli desteği gördüğünü düşünüyor musunuz?

Ken: Kesinlikle düşünmüyorum. Devlet olaydan etkilenenlere verilecek olan tazminatlarla ilgili herhangi bir yasa geçirmemiş, depremden sonra evsiz kalan insanları güvenli noktalara taşımakta gecikmiştir.
Shun: Yeterli duygusal desteğin verilmediğini düşünüyorum. Bunu zamanla travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilerin sayısında artış oldukça daha net göreceğiz.
Kei: Devletimizin genelde böyle olaylardan etkilenenlere gerekli yardımı yaptığına inanıyorum.
Takaaki: Bu uzun süreli bir sorun olduğundan zamanla daha iyi anlayacağız.

Sizce kısa zaman içinde Japon’ya için herşey normale dönecek mi? Bu büyük felaketten sonra gelecekte neler değişecek?

Ken: İnsanlar bu olayı İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgimizle kıyaslıyorlar. Çok çalışıp herşeyi tekrardan yapacağız ama insanların olanları unutması ve korkularından tamamen kurtulması imkansız.
Shun: 1995’te meydana gelen Kobe depremi sonrası tüm şehrin tekrardan inşaa edilmesine rağmen halen birçok finansal sorun yaşanmaktadır. Tsunami’nin vurduğu bölgelerde de finansal sorunların devam edeceğini düşünüyorum ancak insanlar zamanla normale dönecek, savaş sonrası zamanlarda olduğumuz gibi daha güçlü olacağız.
Kei: Önümüzdeki on sene içinde yıkılan yapıların tekrar yapılacağını düşünüyorum ancak radyasondan etkilenen bölgeler gittikçe boşaltılacak ve terk edilecek.
Takaaki: Ekonominin ve insanların zamanla toparlayacağına ve normale döneceğine inanıyorum.

Hayatlarımız gittikçe daha fazla enerjiye bağımlı hale geliyor. 11 Mart öncesi hiçbir şekilde yakıt ve enerji sorunu yaşamayan Japonlar, bu durumun sağladığı rahatlıkla kullandıkları enerjinin nerden geldiğine önem vermemeye başladılar. Sizce bu durum 11 Mart’ta nükleer santrallerde yaşanan sorunlar sonrası değişmiş midir? İnsanların artık kullandıkları enerjinin kaynağı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğuna inanıyor musunuz?

Ken: Herkes nükleer enerjiye olan bağımlılığımızın farkındaydı ama yine de tsunami sonrası çıkan olaylarda bu bağımlılığın boyutlarına hepimiz şaşırdık. Ancak Japonya’da yeterli doğal kaynak bulunmadığından dolayı nükleerden hemen vazgeçmek zor olacak.
Shun: İnsanların artık bu konuda daha bilinçli olacaklarına inanıyorum. Geçen yıl yaşanan tsunami sonrası hayatlarında ilk kez elektrik kesintisi yaşayan Japonlar artık enerjinin nerden geldiğini ve nasıl kullanılması gerektiğinin farkında.
Kei: Japon’ya da enerji hiçbir zaman ucuz olmadı. Eğitimli kısmın nükleer ve başka ülkelerden ithal edilen petrola olan bağımlılığımızın farkında olmasına rağmen hayat kalitemizi etkilememek için bile bile kullanmaya devam ediyoruz.
Takaaki: Evet çoğu insanın bu konudaki farkındalığının arttığına inanıyorum.

Deprem ve TEPCO (Tokyo Electric Power Company)’nun nükleer kazasının insanların gelecekte kullanmak isteyecekleri enerji konusunda görüşlerini değiştirdiğini düşünüyor musunuz?

Ken: Yaşanan olaylar insanların nükleere olan bağımlılığımızı farketmesine neden olmuştur ancak doğal kaynaklarımız olmamasından dolayı yapılan nükleer yatırımlarından nasıl vazgeçeceğimiz ve özellikle yaz aylarında artan enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağımız net değildir.
Shun: Bugüne kadar elektrik kesintisi yaşayacağımızı hayal bile etmememize rağmen bunun mümkün olabileceğini hepimiz gördük. Bir kısım enerji üretimi için kömür kullanımına geçilmesi söz konusu oldu ancak karbondioksit salınımları açısından iyi bir seçim olmayacağını hepimiz biliyoruz. Rahat hayatlarımızdan vazgeçmek ve karbondioksit salınımına neden olmak arasında bir seçim yapmamız gerekiyor.
Kei: Yaşananlar öncesi nükleer enerjiyi destekleyen insan ve politikacıların bu konudaki görüşlerinin artık değişeceğine inanıyorum.
Takaaki: TEPCO’ya olan tepki artmıştır ve halkın gelecekte yapılması planlanan yeni nükleer santrallerin kurulmasının önüne geçeceğine inanıyorum.

Nükleer enerji santralleri hakkında olan kaygılarımız doğrultusunda bu konuda neler yapılabilir?

Ken: Dünyada çoğu ülkenin Japonya’nın yaşadığı kadar fazla doğal afetlerle yüzleşmek zorunda kalmadığını hatırlatmak isterim. Halkı bunlara hazırlamak için gerekli çalışmalar yapılmaktadır.
Shun: Japon halkının zamanla nükleere olan korkusunun tekrardan azalacağını ve nükleer santrallerin çalışmaya devam edeceğini düşünüyorum. Hiroshima ve Nagasaki’de yaşayan insanların daha önceleri nükleer santrallere karşı çıkmalarına rağmen bu gözardı edilerek santraller yapılmaya devam edilmişti. En azından bu yaşanan olaylar sayesinde yeni inşaa edilen santraller daha güvenli olmak durumunda. Fukushima’daki santralde yaşanan olay, tsunami yüzünden bozulan soğutma sistemlerinin devre dışı kalması ile içerideki sıcaklığı çıkaracak bir yol arayışından kaynaklandı. Burdan çıkarılan ders ülkenin geri kalanındaki nükleer santrallerde uygulanacak ve herhangi bir acil durumda kullanılmak üzere kurulacak ekstra soğutma sistemleri planlanacak.
Kei: Halkın kendinin yapabileceği çok birşey yok. Yıkılan santralleri oldukları gibi bırakmak durumunda kalacğız.
Takaaki: Yaşanan kazanın esas olarak eskiyen ekipman ve kötü yönetimden kaynaklandığını düşünüyorum. Kazadan zarar gören nükleer santrallerin tekrardan normale döndürülmesi veya güvenli bir şekilde tamamen ortadan kaldırımlası için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Önümüzdeki 30 yıl içerisinde Japonya’nın toplam enerji kullanımında nükleerin oranı artmalı yoksa azalmalı mıdır?

Ken: Biraz azalmalıdır. Ancak söylemem gerekir ki ben nükleer santrallerden tamamen vazgeçilmesi gerektiğini düşünen insanları desteklemiyorum. Çünkü bugün birçok işyeri bu santrallerden sağlanan enerji ile işlem görüyor. Nükleerin ortadan kaldırımlası ekonomiyi yakından etkileyecektir. Bunun yerine yavaş yavaş nükleer enerji kullanımını azaltmalı, ve zamanla bu kaynaklara olan bağımlılığımızı nerdeyse sıfıra indirmeliyiz.
Shun: Biraz azalmalıdır ama gerçekte fazla bir değişikliğin olacağına inanmıyorum. Hem enerjiyi kullanmak istiyoruz hem de aynı anda küresel ısınmaya neden olmak istemiyoruz. Japon halkının hayatını büyük bir oranda değiştirmesini beklemek zor. Bundan dolayı 5-10 sene içinde nükleere tam gaz geri döneceğimizi düşünüyorum. Ama yine de aynı olayların tekrarlamaması için yeterli güvenlik önlemleri alınmalı.
Kei: Alıştığımız yaşam standartlarının devamı için ne yazık ki nükleer enerji kullanımının artması gerekiyor. Yabancı ülkelerden ithal ettiğimiz ve gittikçe artan petrol talebimiz de unutulmamalıdır. Nükleer santrallerde yaşadığımız hatalar, normalde sürdüğümüz rahat hayatlar için ödediğimiz bir bedel.
Takaaki: Biraz artmalıdır.

Yaşananlardan sonra sizce günlük hayatta kullandığımız toplam enerji miktarını mı azaltmalıyız yoksa bu talebi karşılamak için güvenilir yenilenebilir enerji kaynaklarına mı yönelmeliyiz?

Ken: Her kisi de - hem kullandığımız enerji miktarını azaltmalı hem güvenilir yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeliyiz. Ancak bugüne kadar nükleer enerjinin sağladığı enerji miktarına yakın bir enerji sağlayan yöntemle karşılaşmadığımızdan başka kaynakların devreye sokulması zaman alacak.
Shun: İhtiyaç duyduğumuz enerjiyi azaltmak önemli. Japonya’da elimize ulaşan enerjiyi düşünmeden kullanıyoruz. Örneğin çoğu şehir 24 saat canlı, büyük şehirlerde çoğu mağaza 24 saat açık, her iki adımda bir atıştırmalık yiyecek satan makineler bulunuyor. En başta bunların sayısı azaltılabilir.
Kei: Kullandığımız enerji miktarını azaltmak kesinlikle daha mantıklı olacaktır ancak bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değildir. Japonya için nükleer enerji dışında hiçbir enerji kaynağının toplam enerji talebini karşılayabileceğini düşünmüyorum.
Takaaki: Bence her iki yaklaşım da mümkün. Günün sonunda kullandığımız enerji miktarını azaltabilir, güvenli yollardan elde ettiğimiz enerjiyi saklamanın yollarını bulabiliriz.

Nükleer enerjinin tam anlamı ile güvenilir olmadığının kanıtlanmasından sonra, Japonya’da hangi tür yenilenebilir enerji kaynakları kullanılabilir?

Ken: Jeotermal enerjinin en iyi seçenek olduğuna inanıyorum. Güneş enerjisi de iyi bir opsiyon ancak güneş panallerinin yüksek maliyeti ancak devletten gelecek yardımlarla aşılabilir. Bu konuda Almanya iyi bir örnek.
Shun: Keşke bunun doğru bir yolu olsa. Her şekilde farklı enerji kaynaklarına yönelmemiz gerekir.
Kei: Bir fizikçi olarak pek başka bir alternatif olduğunu düşünmüyorum.
Takaaki: Doğal gaz iyi bir opsiyon olabilir. Güneş ve rüzgar gibi temiz olduğu düşünülen enerji türleri sabit bir enerji miktarı sunmadıklarından tek başlarına kullanılmamalıdırlar.

Çise Ünlüer (11 Mart 2012)
ciseunluer@gmail.com






02/03/2012

Soğukların Nedeni Buzulların Erimesi




Son aylarda ülkemizde yaşanan alışmadığımız kadar soğuk günler, bunun nedeninin küresel ısınma değil de soğuma olduğunu düşünenlerin sayısında bir artışa neden oldu. Ancak unutmamak gerekir ki, birkaç gün veya aylık hava durumunu gözlemleyerek iklim değişiklikleri konusunda kesin verilere varmak mümkün değildir.

Buna getirilecek en iyi yanıt Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen ve dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinin yer aldığı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) adına 220 bilim adamı tarafından 2 yılda tamamlanan "Aşırı Hava Koşulları Özel Raporu"nda belirtilen iklim özellikleridir. Raporda, 21. yüzyılda aşırı soğukların görülme sıklığında azalma olacağı ancak iklim değişikliğinin artan etkisiyle gerçekleşecek şiddetli yağmurlar, sert fırtınalar ve kuvvetli kuraklıkların önümüzdeki yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alacağı belirtiliyor. Bu yetmezmiş gibi, aşırı sıcaklıkların görülme sıklığında ise yüzde 99-100 olasılıkla dünya çapında bir artış yaşanacağına değinen rapor, yükselen deniz seviyelerinin kıyı şeritlerinin hassasiyetini arttıracağını ve oluşan aşırı hava koşullarının birçok yerel ekonomiyi zarara uğratıp milyonlarca insanın hayatını yakından etkileyeceğini öngörüyor.

Özetlemek gerekirse havanın soğuk olması tamamen insanların neden olduğu iklim değişikliği, bir diğer bilinen şekliyle “küresel ısınma” yüzünden. Buna biraz daha netlik getirecek olursak, küresel ısınma, Kuzey Kutbu’ndaki deniz yüzeyindeki buzulların miktarında azalmaya neden oldu. Bu durumdan dolayı, Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın kuzeylerinde yer alan Kuzey Kutbu’nu kapsayan ve normalde buzlarla kaplı olan Arktik Okyanusu’nun yüzeyi buzdan arındı. Bu buzsuz deniz  yüzeyinin üzerindeki soğuk havayı ısıtması ile ısınan hava yükseldi. Bu sayede oluşan akımla denizden yükselen havanın yerini Avrupa kıtasının ortasındaki hava aldı ve Meksika Körfezi’nden kaynaklanan sıcak su akıntısının ılımanlaştırdığı havanın batıdan Avrupa kıtasına girmesini engelledi. Böylece esas nedeni küresel ısınma olan buzulların erimesi, rüzgar yönlerinde neden olduğu bir değişimle Avrupa’yı daha da soğuk yaptı. Ve sonuç, yıllardan sonra ülkemizde görülen kar!

Dünyanın birçok yerinde, buzulların kapladığı alanlarda, endişe verici boyutlarda büyük bir azalma ve geri çekilme saptanıyor. Buzulların erimesine bir diğer örnek Türkiye’deki Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde bulunan ve son 20 yılda hızlı bir artışla eriyen buzullar ve erimelerinden kaynaklanan temiz su depolarını kaybetme riski. Türkiye’de yaygın olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu'da bulunan buzulların azalması, buzul sularıyla beslenen akarsuları ve dolayısı ile geçim kaynaklarını bu sulardan sağlayan insanlara kadar tüm canlıları olumsuz bir şekilde etkileyecek.

Yukarda bahsettiğimiz rapora geri dönecek olursak, bilimsel modeller, yüzde yüz (100%)’e varan ısı dönemlerinin ve sıcaklık dalgalarının karasal alanlarda daha uzun, sık ve yoğun bir biçimde gerçekleşeğini belirtiyor. Bu şu anlama geliyor ki 20 yılda bir yaşanan rekor sıcaklıklar artık nerdeyse her yıl yaşanacak! Bu durumun sıcaklık değişimlerine hassas olan yaşlılar ve çocuklar için ne kadar ciddi tehlikelere neden olacağını söylemeye bile gerek yok! Buna ek olarak, aşırı yoğunlaşma ve metrekareye düşen yağış miktarının 21. yüzyılda dünyanın her yerinde artacağı ve bu yoğun yağış miktarlarıyla doğru orantılı olarak fırtınaların da küresel ısınmanın etkisini arttıracağına değiniliyor. Bu da şimdiden dünyadaki birçok can ve mal kaybına neden olan sel riskini arttıracak.

Dünyanın bir yerinde seller olurken ülkemizin de dahil olduğu başka yerlerinde ise azalan yoğunlaşma ve artan su kaybı ile kuraklıklar şiddetini arttıracak. Sel ve kuraklıklar dünyada yaşanılabilir olan bölgeler azalmasına neden olacak, ve göçlerde artışı ve dolayısı ile birçok dengesizliği beraberinde getirecek. Bu durumda her ne kadar ülkelerin coğrafi konumlarına göre iklim değişikliğinden ne kadar etkilenecekleri değişse de, gün geçtikçe etkisini gösteren iklim değişikliğinin tüm insanoğlunu etkileyeceği kesin! Son yıllarda yaşanan şiddetli doğal afetlerden de anlaşılacağı gibi, hava kouşulları alışılagelenden daha farklı, hızla değişmeye devam ediyor ve edecek.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak’ın da dediği gibi, iklim değişikliği ne politik, ne ekonomik, ne de ahlaki bir konudur. İklim değişikliği bir “hayatta kalma meselesi”dir. Bu kadar önemli birşeyi anlamak ve gerekli önlemleri almak bu kadar zor olmamalı. Bugün dışarda karlarla oynarken sevinmek yerine düşünmek ve önlem almak gerekir. Unutmayalım ki eğer ancak gerekli önlemler alınırsa birçok can ve mal kaybına neden olan bu doğal afetlerin ekonomiye ve canlılara olan etkisi büyük ölçüde azalabilir.


Çise Ünlüer (4 Mart 2012)
ciseunluer@gmail.com