Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...
27/08/2010
Eko-Düğün
Bu yıl toplam kaç düğüne gittiniz? Düğünler, küçük bir adada olmanın bir getirisi olarak kuşkusuz toplumumuzun en büyük eğlencesi. Birçoğumuzun tek bir gecede bile birden fazla düğüne gittiğini düşünecek olursak, bu sektöre yapılan yatırımların boyutunu hayal edebiliriz. Ancak, hayatınızın bu en güzel günü, dünyaya ve tüm insanlığın geleceğine mal olabilir.
Günün getirdiği tüm heyecan ve mutluluk arasında çevreye verilen zarar ilk başlarda yeterince belirgin olmayabilir. Avaraj bir insan, bir sene boyunca toplam 12 ton karbondioksit salınımına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, normal bir düğün, yaklaşık olarak 14.5 ton karbondioksiti çevreye yaymaktadır. Bu bir gecelik rakamın, bir insanın bir senede neden olduğu karbondioksit salınımından çok daha fazla olması ürkütücü!
Düğünler yıllardır kültürümüzde çok önemli bir yer kapladığından, kimsenin kafasında uzun bir süre boyunca planladığı görkemli düğününden tamamı ile vazgeçmesini beklemiyoruz. Ancak alınacak bazı önlemler, bu günün çevreye olan zararını azaltmakla kalmaz, evrene karşı düşünceli bir davranış sergilemenin getirdiği iç huzur bu günün mutluluğuna mutluluk katar.
Bu önemli günün en büyük parçası düğünde giyilecek olan gelinlik. Kuşkusuz tüm bayanlar etraflarındaki herkesin hayranlığını hakkedecek bir gelinlik giymek ister. Ancak uğruna binlerce lira harcadığımız “marka” gelinliklerin doğudaki fakir ülkelerde hiç de adil olmayan çalışma ortamlarında hazırlandıklarını biliyor muydunuz? Bunun üzerine bir de bu elbiseleri bu uzak ülkelerden getirmek için gereken taşımanın neden olduğu karbondioksit salınımını da ekleyince, üzerinde gerçekten düşünülmesi gereken bir durum ortaya çıkıyor.
Gelinliklerin çoğunun yapımında kullanılan polyester maddesinin geri dönüşümü olmadığı gibi, üretiminde yüksek miktarlarda enerji ve su harcanmasına ihityaç duyulur. Bu duruma bir alternatif olarak düğünde giyilecek olan kıyafetleri sırf gösteriş olsun diye ille de yurt dışından getirtmek yerine, ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren butikleri desteklemek kendi ekonomimize katkıda bulunmanın yanında neden olduğumuz karbondioksit salınımlarını dikkate değer bir şekilde azaltır. Bir başka opsiyon, ailemizde ya da arkadaş çevremizde daha önce giyilen bir gelinliği güzel bir şekilde elden geçirildikten sonra tekrardan başka bir düğünde kullanılacak şekle kolayca getirebiliriz. Bu yaklaşım aile bütcesine büyük katkı sağlamamakla kalmaz, yeni madde kullanımına olan gereksinimi azaltır.
Düşünülmesi gereken bir diğer faktör yüzükler. Altın madenciliği sürdürülebilir olmamakla birlikte yerlatı sularına kadar ulaşan zehirli maddelerin açığa çıkmasına neden olur. Bu sektörde çalışan madencilerin çalışma şartlarının inanılmaz kötü olması ve sektöre akıtılan paranın genelde hiç adil olmayacak şekilde dağıtılması yeterince itici bir durum yaratmaktadır. Bunun yerine geri dönüşümlü altın ya da sentetik pırlantalar kullanılarak yapılan yüzüklere yönelmek gerekir.
Düğün öncesi veya sonrası, evlenen çifte getirilen hediyelerin çoğu genellikle kullanılmamakta ve seneler boyunca evdeki dolaplarda saklandıkları için yıllar sonra bu hediyelerin modası geçmektedir. Gelişmiş ülkelerde çevre bilinci yerinde olan birçok çift, evlendikleri zaman davetlilerin beraberlerinde hediye getirmek yerine, onların adına ülkedeki hayır kurumlarına bağış yapmalarını rica etmekdedir. Örneğin, ülkemizde engelliler veya kimsesiz çocuklar için kurulan birçok hayır kurumu bulunmaktadır. Düğün sonrası getirilen gereksiz onlarca yemek takımını evinizde nereye koyacağınızı düşünmek yerine, bu durumdan başkalarının yarar görmesini mümkün kılacak şekilde bir davranış sergilemek mümkün. Yeter ki insan istesin!
Ülkemizde genellikle kalabalık bir organizasyon halini alan düğünler için binlerce davetiye bastırmak yerine internet ile arası iyi olan çevremize davetiyelerini e-posta yolu ile kolayca ulaştırabilir, geri kalan misafirlere de geri dönüşümlü kağıtlara basılmış davetiyeler kullanarak ulaşabiliriz. Düğünde davetlilere sunulacak olan yemek ve içkilerin mümkün oldukça yerel kaynaklardan elde edilmesine önem göstererek, ülkemizin çiftçilerine kadar uzanan yemek sektörünü desteklemiş oluruz. Gecenin sonunda düğünden arta kalan yiyeceklerin çöpe gitmesi yerine ihtiyaçlı insanlara ya da olmazsa hayvan barınaklarına ulaştırılması düşündüğümüzden de basit bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Yemek servisi olmayan bir düğünde gelen misafirlere sunulacak en çevreci hediye birer fidandır. Bu durumda, herkes evinde bahçesine dikebileceği ve baktıkça bu mutlu anları anabileceği yaşayan bir anı ile ayrılır. Son olarak, evlenen çiftin gideceği balayının ille de dünyanın diğer tarafında olmasına gerek yok! Tatil planları yaparken, bir uzun uçak yolculuğunun tüm çeversel emeklerimizi boşa çıkaracağını unutmadan, daha duyarlı seçimler yapmaya önem göstermeliyiz.
Çise Ünlüer (29 Ağustos 2010)
ciseunluer@hotmail.com
20/08/2010
Doğa ve Kadın: Ekofeminizm
Feminizm, kısaca tanımlamak gerekirse, toplumda erkeklere tanınan hakların aynı şekilde kadınlara da tanınmasını sağlamayı amaçlayan, sosyoloji, politik ve etik alanların bir araya gelmesiyle oluşan bir fikir akımdır. Feminist teorinin esas amaçları arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını ele alarak, cinsiyet politikaları ve iktidar ilişkilerinde kadın ve erkek arasındaki farkları anlamak gelir. Batı toplumlarında feminizm kavramı kadınlara oy hakkı verilmesi, iş yerlerinde daha eşit ücretlendirme, ve boşanma hakkının doğması gibi konularda büyük etki yaratmıştır.
Femizmin alt türleri arasında radikal, sosyalist, kültürel, ruhsal, ve postmodern gibi farklı alanları inceleyen yaklaşımlar gelmektedir. Bugün sizlere bu alt türlerden bir tanesi olan “ekofeminizm” kavramından bahsetmek istiyorum. Günümüzde, özellikle Batı toplumlarında kadınların ve doğanın üzerindeki baskı ve bunun doğurduğu ezilmişliği sorgulayan bir düşünce akımı olan ekofeminizm, 1970'li yılların sonlarında yeşil hareket ile feminist hareketin etkileşimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Ekofeminizmin temel kavramı, doğa ve kadınların sömürülüşü arasında kurulan ilişki üzerinden hareket ederek, doğal çevredeki korkunç sorunların çözümlenmesi için bir feminist görüş açısının gerekliliğini savunur. Buna dayanarak, kadınlara uygulanan baskıların ve bu durumun getirisi olan sorunların çözümünün sağlanması için insanoğlunun doğa ile arasında olan ilişkinin sağlıklı olması büyük önem taşır.
Ekofeminizmin temel varsayımlarının ilki kadınların ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında önemli bağlantıların olduğudur. Bu noktadan hareket ederek, kadınların yeşil hareket içinde aktif rol oynamalarının gerekliliği vurgulanmıştır. Ataerkil sistemde kadın doğaya (ve özel alana), erkek ise kültüre (ve kamusal alana) yakın görülür. Modern yaşam tarzında, doğa kültürden aşağı bir konumda tasavvur edildiği için, kadın da erkekten aşağı görülmektedir. Kadının doğayla özdeşleştirilmesinde çocuk doğurma ve büyütme görevleri önemli rol oynarken, ilk çağlarda avcılık yapan, savaşan ve boş zamanı daha çok olan erkeğin zamanla kültür tekelini oluşturduğu görülür.
Ataerkil sistem altında gelişen denge bozuklukları kadının emeğinin küçük görülmeye başlamasına neden olmakla kalmaz, tarımın gelişmesi, erkeğin, mülkiyetin oluşması ve köleliğin kurumsallaşmasıyla birlikte, tarlada sürdüğü hayvana ve ektiği toprağa ek olarak malı olarak gördüğü kadına hükmetmeye başlamasına neden olur. Ortaçağ zamanlarında, doğa ve kadının şeytanın temsilcisi olarak görülmeye başlamasıyla, cadı avlarına kurban giden kadınların sayılarında bir artış gözlenir.
Günümüzde nüfus artışı, doğal kaynakların tüketimi, kirlenme, ve devlet şiddetiyle birlikte küresel çöküşü yaşayan toplumlar içeririsinde mevcut sistemdeki bozuklukları düzeltmek ve daha adil bir yaklaşımı teşvik eden feminizm ve yeşil hareketler, eşitlikçi ve anti-hiyerarşik sistemleri savunurlar. Yeryüzünde temelli bir bilinç yaratmayı hedefleyen ekofeminizm de, emperyalizme, heteroseksüellik dayatmasına, militarizme ve kapitalizme karşı çıkarak farklı ezilme biçimleriyle de ilgilenir.
Ekofeminizm liberal, kültürel, sosyal, ve sosyalist ekofeminizm şeklinde dört ayrı gruba ayrılarak incelenebilir. Liberal feminizm yeni yasalar ve kurallar yoluyla mevcut hükümetlerin yapısı içinde insanla doğa arasındaki ilişkilerin reformcu görüş çerçevesinde düzeltilebileceği mesajını verirken, kültürel ekofeminizm ise mevcut ataerkil sistem içerisinde kadınları ve doğayı kurtaracak ortak alternatifler üzerine örneklendirmeler yapmaktadır. Sosyal ve sosyalist ekofeminizm, ataerkil ilişkilerin bir getirisi olarak erkeklerin kadınlara kurduğu baskı sistemini kapitalist sistemde yapılan üretim boyunca insanların doğayı ezmesine benzetir.
Farklı alanlara yönelseler de, bu akımların tümü insanlarla doğa arasındaki ilişkinin geliştirilip düzeltilmesini sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Doğanın ve kadınların kullanılacak bir kaynak olarak algılanması ve üzerlerine egemenlik kurulması gibi ortak noktaları vurgulayan ekofemninizm, özgürlük, sosyal adalet, ve eşitlik gibi kavramların gerçeğe dönüştürülmesi üzerinde girişimlerde bulunur. Batı toplumlarında kadınlar evlerinin endüstriyet atıklar, aşırı paketleme ve plastik malzemelerle kirletilmesi gibi sorunlarla yüzleşmek durumundayken, Üçüncü Dünya kadınları ise gıda ve yakacak eksikliğine ek olarak kirli sularla yaşamanın çaresizliği içerisindedir. Batı toplumu kadınları bu durum karşısında geriye kazanma sürecine önem göstererek tüketim alışkanlıklarını değiştirme yolunda ilerlerken, Üçüncü Dünya kadınları geleneksel yaşam biçimlerini koruyarak çokuluslu şirketlerin ülkelerinde neden olduğu ekolojik dengesizlik ile başa çıkmaya çalışmaktadırlar.
Kadınların doğurganlığı ve çoçuklarına kendi vücutlarından besin sağlayabilmeleri kadınları daha “oturaklı” bir hale sokmuş, ev yönetimi ve tüm aile için besin hazırlama gibi görevlere yöneltmiştir. Aynı zamanda, gelişmiş duyarlılık yeteneğinden dolayı kadınlar çocuklarının gelişimi ile yakından ilgilenerek bu süreçte çıkan sorunlara pratik çözümler getirmiştir. Erkeklerde bulunmayan bu özellikler, ekofeministlere göre kadınlar için bir güç kaynağı oluşturmaktadır.
Devletlerin ve büyük şirketlerin kapitalist sistemin bir parçası olarak “gelişme” başlığı altında doğayı paramparça ederek sömürmelerine karşı geliştirilen ekofeminizm, dünya çapında gelişmiş bir kadın hareketidir. İster Batı kültüründen ister gelişmekte olan Üçüncü Dünya ülkelerinden olsun, günümüzde kadınların kararlılıkları sayesinde elde ettikleri birçok başarı vardır. Çocuklarının gelişimleriyle yakından ilgilenen anneler, kendilerinin doğayla olan yakın ilişkilerinden yola çıkarak gezegenimizin sağlığı ve varlığının devamı için gözardı edilemeyecek yol katetmişler ve etmeye devam edeceklerdir.
Çise Ünlüer (22 Ağustos 2010)
ciseunluer@hotmail.com
12/08/2010
Mutluluğa Giden Yolda Pozitif Düşünce
Halkımızda artış gösteren endişe, bağımlılık, sinir ve depresyon gibi olumsuz durumlarla filizlenen tutum ve duygular bireylerin sağlığını bozduğu gibi, eylemlerimizdeki temel değerlerin kaybına neden olarak, çevreye ve topluma da zarar vermektedir. Çevremizdeki dünya ve birbirimizle daha az ilgilenir ve daha az işbirliği yapar durumdayız. Bu durumda pozitif düşüncenin ne gibi bir katkısı olabilir?
Günlük hayatta bizi olumlu veya olumsuz etkileyen sınırsız olayla karşı karşıya kalıyoruz. Etrafımızdaki insanların davranışları ve kontrolümüz dışında olan diğer etkenleri değiştirme şansımız olmasa da, olaylara nasıl yaklaşacağımız tamamen bizim elimizde! İnsanı iyileştiren ve mutluluğun esas kaynağı olan sevginin insanın doğasının özünde bulunduğunu unutmayarak mümkün oldukça olumlu bir yaklaşım sergilemek şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Pozitiflik, zihinde birikebilen ve hepimizin aşina olduğu soyut, ruhsal bir nitelik, ya da enerji olarak tanımlanmaktadır. İçimizdeki sevgi, huzur ve neşe gibi değerlerin farkına vararak, varlığımızın evrendeki önemini anlamak, bu yolda atılan ilk adımdır. Pozitif bir zihin yapısı, sadece kendisinde iyileşme sağlamakla kalmaz, bu enerjinin doğal olarak pozitif duygular olarak dışarıya, başkalarına doğru akmasını mümkün kılar. Pozitif düşünceler ve duygular, merhamet ve anlayış gibi nitelikler olarak ortaya çıkar.
Her zaman erişmek istediğimiz mutluluk için kendimize zaman ayırmamız şart. Rahatlamanın zihinsel dengeyle başladığını aklımızda tutarak, kişisel sağlık ve yaşamla uyum sağlamak için içsel deneyi kurmamız gerektiğini anlayabiliriz. İçsel denge, bir başkası tarafından sağlanacak bir durum olmadığı gibi tamamı ile insanın kendi içinde olan bir histir. Gün boyunca kendi kendimize, fırsat buldukça, huzurlu, sağlıklı, ve mutlu olduğumuzu hatırlatarak zihinsel dengeyi kurma yolunda ilk adımı atabiliriz. Geçirilen dengeli bir gün, dengeli bir geceyi ardından getirererek sürekli devam eden denge ve huzur sağlığımıza da yansıyacaktır.
Her insan düşüncelerine göre yaşar. Hayatta kendimiz için istediğimiz tüm şeyleri düşünce gücümüzle elde etmek mümkün. Yeter ki insan hayattaki arzularını ertelemeden ve hiçbirşeyin “olanaksız” olmadığını aklına yerleştirerek, amaçlarını belirledikten sonra hedefe doğru ilerlemeye başlasın. Belirlediği amaçlar doğrultusunda insanın kendine inanması ve arzuladığı hedef için çaba göstermesi gerek. Ancak unutmamak gerek ki, hedefe ulaşma yolunda düşüncelerimizi ve hedeflerimizi herkesle paylaşmak ilk başlarda zararsız gibi görünse de, ilerlediğimiz yoldan bizi geri çevirmek isteyenler çıkabileceğinden belli riskler taşımaktadır.
Çabalanan yolda esnek olmak ve gerekirse planları değiştirebilmek başarılı olmak açısından önemlidir. Hedefler üzerine yoğunlaşarak arzularımızı bir yere yazmak, onlara olumlu enerji yüklememize yardımcı olabilir. İster mutluluk, ister başarı, elde etmeye çalıştığımız hedef ne olursa olsun, mutlaka bizim olacağına son ana kadar inanmalıyız. Bu yolda pozitif düşünceyi mümkün kılmak için kendimizi olduğumuz gibi sevmeli ve onaylamalıyız. Sevgiyi hakketiğimizi bilerek, mutluluk ve başarıya hazır olduğumuzu kendimize durmadan hatırlatmamız gerekir.
Hayatta yetenekli olmak yeterli olmadığından deneyim ve tecrübelerimizi başka insanlarla paylaşmak hem kendi iç huzurumuzu dengede tutmak açısından hem başkalarına yardımcı olmak açısından önemidir. Kim bilir, başkasına yardım edeyim derken biz de yeni birşeyler öğrenebiliriz! Tüm çevremizle uyum ve denge içinde, hayatta emin adımlarla ilerlemeli, doğru zamanda doğru yerde olduğumuza inanarak hayatımıza bolluk ve huzur katmak için yaşamla bütünleşmeliyiz. Göreceyiz ki, insan geçmişini kabbulenerek hayatla derin bir uyum içerisine girdiği zaman, arzuladığı tüm amaçlarını yerine getirebilmesi için önündeki engeller tel tel kalkıyor.
Hayatta ne düşünürsek baskın düşüncelerimize doğru hareket ederiz. İstemediğimiz bir şeyi düşünüyor bile olsak, zihnimiz bu düşüncelerle dolar. Oysa bir engelle bir fırsat arasındaki tek fark takındığımız tutum ve olaylara bakış açımızdan ibarettir. İnsanın kişiliğinin gelişmesinde ve sorunlara karşı pratik ve kalıcı çözümler üretmesini zorlaştıran bu engellerden kurtulmak ve mutlu olabilmeyi başarmak için, hayatın iyi yönlerini görebilmek gerekir. Günün sonunda, ne kadar mutlu olduğumuzu belirleyen hayatta başımıza gelenlerden çok, başımıza gelenelere nasıl tepki verdiğimizdir...
Çise Ünlüer (15 Ağustos 2010)
ciseunluer@hotmail.com
05/08/2010
Hayatınızı Renklendirin
Hepimiz için farklı anlamlar taşır “mutlu” olmak. Kimisi için kariyerde gösterilen başarı, kimisi için aile huzuru olmazsa olmazlar arasında en başı çekenlerdir. Mutluluğa ulaşmak için kullanılan yol her ne olursa olsun, hepimizin uygulayabileceği ortak paydası olan birçok yöntem var.
Mesleğimiz ne olursa olsun, çoğumuz günün hatırısayılır bir bölümünü televizyonun önünde geçiriyor, gerekli gereksiz programları seyrediyoruz. Oysa, mutluluğa giden yolun önemli bir kısmı, toplumsal ve kişisel bağlamda oluşturduğumuz kültür seviyesi ile birebir bağlantılıdır ve bu kültür, ne yazık ki, televizyor karşısında doğru bir şekilde oluşmaz! İlk iş, kulağa saçma duyulacağını düşünseniz de, televizyonunuzdan kurtulun! Bu sayede, normalde televizyon önünde geçireceğiniz zamanı çeşitli sinema, tiyatro, sergi, ve konserlere giderek daha verimli bir şekilde geçirebiliriz. Bu durumun bir getirisi olarak kültür seviyemizde istikrarlı bir yükseliş gözlemlemekle kalmaz, aynı zamanda kendimizi çok daha iyi hissedebiliriz.
Hepimiz günlük hayatta olup bitenleri öğrenmek için yazılı ve görsel medyayı tecih ediyoruz. Bunun en çevreye duyarlı ve bilinçli metodu, dünyanın farklı yerlerinde çıkan gazete ve dergileri internetten okuyarak gereksiz basımı desteklememek ve bu amaçlar için kesilen ağaç sayısının azalmasına katkıda bulunmaktır.
Modern hayatta bir diğer önem taşıyan eğlence elementi müzik ve kitaplardır. Yoğun ve stresli bir günden sonra ruhunuzu dinlendirmenin en etkili yolu saatlerce televizyona manasız bir şekilde bakmak yerine sevdiğiniz bir müzik veya kitapta kendinizi kaybetmeniz olabilir mi? Evinizde veya arabanızda mutlaka caz ve klasik müzik gibi keyifli ve dinlendirici müzik cd’lerini eksik etmeyin. Bunun yanında bol kitap okumak, insanı farklı dünyalar ve tecrübelerle buluşturmakla kalmaz, hiç düşünmediğimiz anlarda hiç düşünemeyeceğimiz şekillerde bize yardımcı olabilecek altyapıyı oluşturmamızda büyük rol taşır.
Günümüzde bir diğer önem taşıyan mutluluk faktörünün kariyer olduğunu düşünecek olursak, bu alanda yapılacak olan doğru seçimlerin insan hayatı üzerindeki önemini kavrayabiliriz. Kariyer seçimlerinde insanın herşeyden önce kendisine dürüst olması, kişisel özelliklerinin ve tercihlerinin farkında olarak kapasitesine en uygun olan mesleklere yönelmesi gerekir. Çalışma alanımız her ne olursa olsun, işverenlerin, değişikliklere ayak uydurabilen, çok yönlü hizmet verebilen, ve birçok konuda uzmanlaşmış elemanları tercih ettiğini aklımızda tutarak, kendimizi modern dünyanın şartlarına en iyi şekilde hazırlamak durumundayız.
Farklı nedenlerden dolayı belli bir süredir monoton devam eden hayatımızda, arada bir de olsa spontane bir davranış sergileyerek heyecan yaratmak hayata renk katmakla birlikte motivsayonu artırır. Normalde vaktimiz olmadığını düşünerek ertelediğimiz aktivitelere yer vermeli, ama hayattan beklentilerimizi ve hedeflerimizi belirlemek için mutlaka kendimize de vakit ayırmayı ihmal etmemeliyiz. Yemek pişirmek, dans etmek, yürüyüşe gitmek, ve hayattaki farklı tutkularımızı paylaşabileceğimiz insanlarla sohbet etmek gibi bize kendimizi iyi hissettirecek aktiviteleri hayatımızdan eksik etmemeliyiz.
Mutluluğu elde etmek için kaçınılmaz bir faktör olan “sağlık” için söylenecek söz, verilecek tavsiye çok. Ama herşeyden önce gülün! Gülmek sadece stresimizi yenmemizi sağlamakla kalmaz, kalp sağlığı için de mucizeler yaratabilir. Uzmanlara göre, yaşadıkları olaylar karşısından genel olarak neşeli bir tavır takınan insanlar kalp hastalıklarına karşı daha dayanıklıdırlar.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ye göre her yıl en az 5 milyon kişinin ölümüne neden olan sigarayı içiyorsanız hemen bırakın. Hayatta hiçbirşeyin “vazgeçilmez” olmadığı gibi, sigara gibi sağlığa son derece zararlı alışkanlıklar, bilinçli bir yaşam için kesinlikle vazgeçilmesi gerekenlerin en başında gelir. Son olarak, yanınızda her zaman aspirin bulundurmak sadece baş ağrısını geçirmez, zamanı gelince hayatınızı da kurtarır. İngiliz Kalp Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre, kalp krizi geçiren birine verilen aspirin ölüm riskini büyük ölçüde azaltıyor.
Beslenmenize önem göstereyim derken kalori hesaplarını çok ciddiye almayın. Eğer kilonuzun fazla olduğuna inanıyorsanız, aşırıya kaçtığınız noktalarda kendinizi tutmaya çalışarak fazlalıklardan kurtulun. Egzersiz yapmak istiyorsanız, açık havayı tercih edin. Enerjinize katkıda bulunmak ve vücudunuzun sağlığı için bol su için. Sağlıklı bir yaşam için bu seneyi “iyi uyuma yılı” seçin. Gün ortasından sonra kafeinli içeceklerden uzak durun, alkol almayın, bedeniniz iflas etmeden yatmaya özen gösterin.
Önümüzdeki hafta hayatı renklendirme üzerine kullanabileceğimiz pozitif düşünce üzerine tavsiyelere devam edeceğiz.
Çise Ünlüer (8 Ağustos 2010)
ciseunluer@hotmail.com
01/08/2010
Eco-Friendly Building Design
It is an inevitable fact that the amount of greenhouse gases present in the atmosphere (carbon dioxide, water vapour, nitrous oxide, and methane), which trap heat and light coming from the sun, has been rising. Considering that these greenhouse gases are good absorbers of heat radiating from the Earth’s surface, the increase in their amount in the atmosphere causes them to start acting like a blanket over the surface. This change transforms into uncontrolled increase in Earth’s temperature, leading to global climate change.
Even though the debate on the effects of greenhouse gases on the global surface temperature is still ongoing, the existence of man-made climate change is regarded as one of the most critical threats to human survival by many scientific bodies. The uncertainty in the predictions made for the future climate is due to our imperfect knowledge regarding science of climate change and the future scale of human activities that are stated as its cause. However one aspect that is certain is that the temperature at the surface of the earth, measured for the last 150 years by various thermometers placed around the world, has been rising.
The temperature rise has not only brought drought to many countries around the world, but also caused increases in sea level, leading to floods and other natural disasters. Humans are thought to influence the global climate system, mainly by amplifying the Earth’s natural greenhouse effect via increased utilisation of the world’s resources through human activities in the areas of residential, transport, and industry. According to the Intergovernmental Panel on Climate Change, there is 90% certainty that the burning of fossil fuels and other human activities are driving climate change.
While climate change and its consequences are blamed on various human activities, the biggest contributor to climate change is the increase in greenhouse effect produced by CO2, which is emitted as a result of fossil fuel burning for the purposes of obtaining energy. The main sources of CO2 emissions from fossil fuel combustion are indicated as public electricity and heat production, energy industries, manufacturing and construction, and transport.
Certain measures in terms of adaptation are needed to preserve food and water resources, ecosystem and biodiversity, human settlements and health, which are essential for human survival. The socio-economic development paths in the areas of economic growth, technology, population, and governance need to be employed to facilitate the necessary change.
Sustainable design works towards eliminating the negative impacts on the environment and enhancing the quality of our lifestyles. This is achieved through revising our approaches towards protecting Earth’s available resources while employing energy-efficiency measures in all areas of our lives. The main objectives of sustainability are listed as reducing our consumption rates, minimizing waste, and creating healthy and productive environments.
Awareness towards environmental issues leads towards the development of eco-friendly approaches in many areas, including construction. In addition to the choices made during the design and construction of a building (e.g. green building materials, eco-friendly design schemes), the maintenance of a building also requires special attention in terms of cutting down the overall carbon footprint. An environmentally friendly building minimizes its negative effetcs on the surrounding environement. The conceptual design of such a building should ideally embrace eco-friendly, sustainable and recycled materials; and allow for a reduction in energy consumption during the entire life cycle of the structure as well as during its construction.
The design and planning of eco-friendly houses can be studied in terms of insulation; renewable energy used for heating and cooling purposes, as well as running the appliances around the house; heating and cooling; lighting; energy efficient appliances; green roofs; and recycling. Additionally, flexibility in design, embodied energies of construction materials, and methods for minimizing construction waste need to be looked into. Many academic institutions are currently investigating these factors affecting the sustainability of eco-houses individually and assessing the scale of their influence on the overall design of an eco-house.
Renewable energy sources such as wind turbines and solar panels are preferred for obtaining the required energy sources to run the appliances around an eco-friendly house. Wind turbines varying in size and capacity can be chosen depending on the desired output and are either connected to the roof or supported on their a separate post. The energy is obtained as a result of wind blowing on to the blades of a wind turbine, which in turn rotates the shaft. The turbine is connected to a generator whose main function is to convert the energy acquired from the rotating shaft into electrical energy. On the other hand, photovoltaic (PV) solar panels, an installation of interconnected assembly of photovoltaic cells, use sunlight to produce electricity. Both of these methods (e.g. wind turbines and solar panels) are not only functional but also present completely environmentally-friendly options by eliminating the dependence on fossil fuel energy generation.
In addition to employing renewable energies to provide lighting and run electrical equipment and power appliances, solar thermal collectors are utilized to provide hot water that can later be used for heating or washing. This technology involves an insulated box with built in pipes that are located where sunlight hits the collector. The water running in the pipes warm up with the help of solar energy and is then circulated via natural convection and passed to a storage tank located above the collector. When combined together, these renewable approaches reduce the gas and electricity requirements of the household to a great extent.
Although most of the energy produced in an eco-house is from renewable sources, it is still vital to ensure that all the appliances used within the house are energy efficient during their operating time. Electrical goods such as washing machines, dishwasher, refrigerators, boilers, and televisions are required to come with an energy efficient label by the Eco-design Directive (2005/32/EC) and Labelling Directive (92/75/EC) regulated by the EU. These labels indicate the efficiency of an appliance on a rate ranging from “A” to “G”, where “A” is the most efficient.
Another aspect of green living is the use of heat pumps to provide heating or cooling. A ground-source heat pump is placed underground where the temperature varies between 8˚C and 13˚C, and can produce up to five times the amount of heat energy for every unit of electrical energy needed to power it. Alternatively, air-source heat pumps are used to adjust the temperature inside the house to a desired degree.
Considered as a replacement for radiators in most cases, underfloor heating systems are another energy efficient method of providing targeted warmth in certain locations around the house (especially in bathrooms and kitchens) due to their low temperature requirement. Due to the fact that the system is placed on an extensive area, the warmth is distributed more effectively, therefore reducing the amount of energy needed and subsequently the cost, making this technology more favourable than radiators. Because they do not make any noise during their operation and are placed underneath the floor and therefore do not take up any indoor space, underfloor heating systems present many advantages to their users.
Insulation, applied both for cavity walls and lofts, is one of the most important aspects of eco-friendly houses in terms of preserving the heat indoors, trimming down the amount of energy needed for heating, and thereby reducing the overall carbon footprint of the building. To prevent the heat transfer from indoors to outdoors, insulation, providing a layer with air pockets designed for trapping heat within, is applied around the building. Insulation blankets (e.g. quilts) or blown insulation are used for lofts. Considering that a third of all the heat lost in an un-insulated home is through the walls, another area of the house that requires special attention in terms of insulation is cavity walls. Insulation in this area requires the filling of the cavity with insulating material for the purposes of keeping the heat inside the house from escaping.
In the planning of an eco-house, maximizing the amount of natural lighting reflected inside the building plays a significant role in creating astonishingly lit spaces while saving energy. Every effort needs to be shown to reduce the dependence on artificial lighting, which not only requires energy to run but also produces heat during its operation time and is therefore inefficient. Utilizing natural daylight as the main source of lighting in an interior space has many benefits, ranging from reduced lighting costs to improving the moods of inhabitants of the house and therefore enhancing their productivity and the overall pleasure of living in an eco-friendly house.
Factors including climate, geographical region, building orientation, luminance levels, contrast ratios, window-to-wall ratios, ceiling-to-skylight area percentages, and reduction in glare are considered by the designer for an effective arrangement of lighting options. While the locations of open areas (e.g. windows and skylights) need to be placed strategically around the house, the amount of window area varying between 25 and 40 percent is considered to be competent for obtaining daylight efficiently.
Gardening forms an important part of eco-house design since it facilitates organic growth and eliminates the need for having food travel many miles until it reaches its customers, thereby minimising the carbon footprint. In order to reduce the impact of over consumption of food on the environment, local production of fresh products should be encouraged. To increase the size of the area designated for greenery within the design, the roof of the house can be designed as a green roof. This technology enhances the biodiversity and reduces the amount of surface run-off water, as well as providing a good sound insulation and acting as a protection for the waterproofing membranes beneath the roof.
Being one of the most significant measures that can be taken for a greener world, recycling is widely promoted within and outside the house. Most materials including paper, glass, and aluminium can be recycled on an extensive basis. The importance of this process can be easily observed by considering the fact that it only takes 5% of the energy used to create an aluminium can to recycle it and bring it back into use.
Eco-design is regarded as a concept which allows for flexibility in design and maintenance. For this reason, the interior area of an eco-friendly house should be designed in a way which can be altered without difficulty in the future according to the inhabitant’s changing needs. To provide this flexibility, care must be shown to maximise freedom around the house by providing large areas of unconstrained space within the interior of the house.
Considering the fact that choices of materials and design principles have a significant impact on the energy required to construct a building, the embodied energies of the feasibility options need to be properly evaluated. Designing on a regular grid will not only introduce simplicity to the project but will also reduce manufacturing effort. The future flexibility of the building should also be considered in the design to ensure no part of the construction is wasted or demolished after the implementation of the future phases.
Proposing the right construction materials that would impose the smallest adverse effect on the environment plays a critical role during the design of a project. This requires a sensible approach in choosing, reusing and recycling materials during design, and construction. In addition to these phases, the maintenance period of a building should be thoroughly planned, ensuring that resource requirements, which is the main interest in terms of deciding on the right construction materials to be used for a project, are minimized. Since it has a much lower embodied energy per unit mass than most of the other construction materials, timber can be used as the primary construction material for a project involving the design and construction of an eco-house.
The sustainability of other construction materials, such as concrete can be further enhanced by incorporating recycled aggregates (e.g. crushed concrete recycled from nearby demolition sites) in concrete mixes, and using supplementary cementitious materials like fly ash and latently cementitious materials like ground granulated blastfurnace slag (ggbs), which are waste products from power generation industries and smelting, respectively.
Reinforced concrete involves the use of steel which has a higher embodied energy per unit mass than concrete, but it has a much greater strength to weight ratio. Being a lightweight construction material, steel uses less energy to be transported and can therefore result in smaller and lighter foundations with lower embodied energies. Since it also has a good recycling potential, much of the steel can be reclaimed as reused with minimum energy input at the end of the building’s life. In the case of reinforced concrete, the reinforcement quantities (kg steel/m3 concrete) should compare favourably with benchmarking standards for an efficient design.
Finally, the impact of the structure on the surrounding areas has to be minimized. Depending on the location of the building, the construction process must be planned with utmost care to minimize disrubtion to the surrounding areas. Waste generated during construction must be kept at a minimum level through means of reusing and recycling as much as possible. In addition to material pollution, noise pollution should also be reduced by employing the essential technologies in order to protect the welfare of the sourrounding citizens. Once the necessary permits are obtained to commence the construction period, the access to site and plan deliveries should be clearly stated.
It should be very obvious to everyone that wondering whether we can possibly live without being dependent on fossil fuels for our survival is not even an option any more since we all have to learn to adjust to a new way of living in which we will have to make low or zero-carbon choices due to the cost and environmental implications of doing so otherwise. Considering that a significant proportion of emissions are caused by the housing sector, buildings play an important role in achieving a greener approach that can have a huge impact on future generations’ lifestyles.
Cise Unluer
BEng MSc DIC
Also published at: North Cyprus Free Press
Even though the debate on the effects of greenhouse gases on the global surface temperature is still ongoing, the existence of man-made climate change is regarded as one of the most critical threats to human survival by many scientific bodies. The uncertainty in the predictions made for the future climate is due to our imperfect knowledge regarding science of climate change and the future scale of human activities that are stated as its cause. However one aspect that is certain is that the temperature at the surface of the earth, measured for the last 150 years by various thermometers placed around the world, has been rising.
The temperature rise has not only brought drought to many countries around the world, but also caused increases in sea level, leading to floods and other natural disasters. Humans are thought to influence the global climate system, mainly by amplifying the Earth’s natural greenhouse effect via increased utilisation of the world’s resources through human activities in the areas of residential, transport, and industry. According to the Intergovernmental Panel on Climate Change, there is 90% certainty that the burning of fossil fuels and other human activities are driving climate change.
While climate change and its consequences are blamed on various human activities, the biggest contributor to climate change is the increase in greenhouse effect produced by CO2, which is emitted as a result of fossil fuel burning for the purposes of obtaining energy. The main sources of CO2 emissions from fossil fuel combustion are indicated as public electricity and heat production, energy industries, manufacturing and construction, and transport.
Certain measures in terms of adaptation are needed to preserve food and water resources, ecosystem and biodiversity, human settlements and health, which are essential for human survival. The socio-economic development paths in the areas of economic growth, technology, population, and governance need to be employed to facilitate the necessary change.
Sustainable design works towards eliminating the negative impacts on the environment and enhancing the quality of our lifestyles. This is achieved through revising our approaches towards protecting Earth’s available resources while employing energy-efficiency measures in all areas of our lives. The main objectives of sustainability are listed as reducing our consumption rates, minimizing waste, and creating healthy and productive environments.
Awareness towards environmental issues leads towards the development of eco-friendly approaches in many areas, including construction. In addition to the choices made during the design and construction of a building (e.g. green building materials, eco-friendly design schemes), the maintenance of a building also requires special attention in terms of cutting down the overall carbon footprint. An environmentally friendly building minimizes its negative effetcs on the surrounding environement. The conceptual design of such a building should ideally embrace eco-friendly, sustainable and recycled materials; and allow for a reduction in energy consumption during the entire life cycle of the structure as well as during its construction.
The design and planning of eco-friendly houses can be studied in terms of insulation; renewable energy used for heating and cooling purposes, as well as running the appliances around the house; heating and cooling; lighting; energy efficient appliances; green roofs; and recycling. Additionally, flexibility in design, embodied energies of construction materials, and methods for minimizing construction waste need to be looked into. Many academic institutions are currently investigating these factors affecting the sustainability of eco-houses individually and assessing the scale of their influence on the overall design of an eco-house.
Renewable energy sources such as wind turbines and solar panels are preferred for obtaining the required energy sources to run the appliances around an eco-friendly house. Wind turbines varying in size and capacity can be chosen depending on the desired output and are either connected to the roof or supported on their a separate post. The energy is obtained as a result of wind blowing on to the blades of a wind turbine, which in turn rotates the shaft. The turbine is connected to a generator whose main function is to convert the energy acquired from the rotating shaft into electrical energy. On the other hand, photovoltaic (PV) solar panels, an installation of interconnected assembly of photovoltaic cells, use sunlight to produce electricity. Both of these methods (e.g. wind turbines and solar panels) are not only functional but also present completely environmentally-friendly options by eliminating the dependence on fossil fuel energy generation.
In addition to employing renewable energies to provide lighting and run electrical equipment and power appliances, solar thermal collectors are utilized to provide hot water that can later be used for heating or washing. This technology involves an insulated box with built in pipes that are located where sunlight hits the collector. The water running in the pipes warm up with the help of solar energy and is then circulated via natural convection and passed to a storage tank located above the collector. When combined together, these renewable approaches reduce the gas and electricity requirements of the household to a great extent.
Although most of the energy produced in an eco-house is from renewable sources, it is still vital to ensure that all the appliances used within the house are energy efficient during their operating time. Electrical goods such as washing machines, dishwasher, refrigerators, boilers, and televisions are required to come with an energy efficient label by the Eco-design Directive (2005/32/EC) and Labelling Directive (92/75/EC) regulated by the EU. These labels indicate the efficiency of an appliance on a rate ranging from “A” to “G”, where “A” is the most efficient.
Another aspect of green living is the use of heat pumps to provide heating or cooling. A ground-source heat pump is placed underground where the temperature varies between 8˚C and 13˚C, and can produce up to five times the amount of heat energy for every unit of electrical energy needed to power it. Alternatively, air-source heat pumps are used to adjust the temperature inside the house to a desired degree.
Considered as a replacement for radiators in most cases, underfloor heating systems are another energy efficient method of providing targeted warmth in certain locations around the house (especially in bathrooms and kitchens) due to their low temperature requirement. Due to the fact that the system is placed on an extensive area, the warmth is distributed more effectively, therefore reducing the amount of energy needed and subsequently the cost, making this technology more favourable than radiators. Because they do not make any noise during their operation and are placed underneath the floor and therefore do not take up any indoor space, underfloor heating systems present many advantages to their users.
Insulation, applied both for cavity walls and lofts, is one of the most important aspects of eco-friendly houses in terms of preserving the heat indoors, trimming down the amount of energy needed for heating, and thereby reducing the overall carbon footprint of the building. To prevent the heat transfer from indoors to outdoors, insulation, providing a layer with air pockets designed for trapping heat within, is applied around the building. Insulation blankets (e.g. quilts) or blown insulation are used for lofts. Considering that a third of all the heat lost in an un-insulated home is through the walls, another area of the house that requires special attention in terms of insulation is cavity walls. Insulation in this area requires the filling of the cavity with insulating material for the purposes of keeping the heat inside the house from escaping.
In the planning of an eco-house, maximizing the amount of natural lighting reflected inside the building plays a significant role in creating astonishingly lit spaces while saving energy. Every effort needs to be shown to reduce the dependence on artificial lighting, which not only requires energy to run but also produces heat during its operation time and is therefore inefficient. Utilizing natural daylight as the main source of lighting in an interior space has many benefits, ranging from reduced lighting costs to improving the moods of inhabitants of the house and therefore enhancing their productivity and the overall pleasure of living in an eco-friendly house.
Factors including climate, geographical region, building orientation, luminance levels, contrast ratios, window-to-wall ratios, ceiling-to-skylight area percentages, and reduction in glare are considered by the designer for an effective arrangement of lighting options. While the locations of open areas (e.g. windows and skylights) need to be placed strategically around the house, the amount of window area varying between 25 and 40 percent is considered to be competent for obtaining daylight efficiently.
Gardening forms an important part of eco-house design since it facilitates organic growth and eliminates the need for having food travel many miles until it reaches its customers, thereby minimising the carbon footprint. In order to reduce the impact of over consumption of food on the environment, local production of fresh products should be encouraged. To increase the size of the area designated for greenery within the design, the roof of the house can be designed as a green roof. This technology enhances the biodiversity and reduces the amount of surface run-off water, as well as providing a good sound insulation and acting as a protection for the waterproofing membranes beneath the roof.
Being one of the most significant measures that can be taken for a greener world, recycling is widely promoted within and outside the house. Most materials including paper, glass, and aluminium can be recycled on an extensive basis. The importance of this process can be easily observed by considering the fact that it only takes 5% of the energy used to create an aluminium can to recycle it and bring it back into use.
Eco-design is regarded as a concept which allows for flexibility in design and maintenance. For this reason, the interior area of an eco-friendly house should be designed in a way which can be altered without difficulty in the future according to the inhabitant’s changing needs. To provide this flexibility, care must be shown to maximise freedom around the house by providing large areas of unconstrained space within the interior of the house.
Considering the fact that choices of materials and design principles have a significant impact on the energy required to construct a building, the embodied energies of the feasibility options need to be properly evaluated. Designing on a regular grid will not only introduce simplicity to the project but will also reduce manufacturing effort. The future flexibility of the building should also be considered in the design to ensure no part of the construction is wasted or demolished after the implementation of the future phases.
Proposing the right construction materials that would impose the smallest adverse effect on the environment plays a critical role during the design of a project. This requires a sensible approach in choosing, reusing and recycling materials during design, and construction. In addition to these phases, the maintenance period of a building should be thoroughly planned, ensuring that resource requirements, which is the main interest in terms of deciding on the right construction materials to be used for a project, are minimized. Since it has a much lower embodied energy per unit mass than most of the other construction materials, timber can be used as the primary construction material for a project involving the design and construction of an eco-house.
The sustainability of other construction materials, such as concrete can be further enhanced by incorporating recycled aggregates (e.g. crushed concrete recycled from nearby demolition sites) in concrete mixes, and using supplementary cementitious materials like fly ash and latently cementitious materials like ground granulated blastfurnace slag (ggbs), which are waste products from power generation industries and smelting, respectively.
Reinforced concrete involves the use of steel which has a higher embodied energy per unit mass than concrete, but it has a much greater strength to weight ratio. Being a lightweight construction material, steel uses less energy to be transported and can therefore result in smaller and lighter foundations with lower embodied energies. Since it also has a good recycling potential, much of the steel can be reclaimed as reused with minimum energy input at the end of the building’s life. In the case of reinforced concrete, the reinforcement quantities (kg steel/m3 concrete) should compare favourably with benchmarking standards for an efficient design.
Finally, the impact of the structure on the surrounding areas has to be minimized. Depending on the location of the building, the construction process must be planned with utmost care to minimize disrubtion to the surrounding areas. Waste generated during construction must be kept at a minimum level through means of reusing and recycling as much as possible. In addition to material pollution, noise pollution should also be reduced by employing the essential technologies in order to protect the welfare of the sourrounding citizens. Once the necessary permits are obtained to commence the construction period, the access to site and plan deliveries should be clearly stated.
It should be very obvious to everyone that wondering whether we can possibly live without being dependent on fossil fuels for our survival is not even an option any more since we all have to learn to adjust to a new way of living in which we will have to make low or zero-carbon choices due to the cost and environmental implications of doing so otherwise. Considering that a significant proportion of emissions are caused by the housing sector, buildings play an important role in achieving a greener approach that can have a huge impact on future generations’ lifestyles.
Cise Unluer
BEng MSc DIC
Also published at: North Cyprus Free Press
Subscribe to:
Posts (Atom)