Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

25/12/2009

Kopenhag’da Neler Oldu?



Yeni bir küresel iklim anlaşmasının sağlanması amaçlı, 7-18 Aralık tarihleri arasında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Konferansı'na, 192 ülkenden 15 bin delege katıldı. Zirvenin, Kyoto Protokolü sonrasında iklim değişikliği ile mücadele konusunda yapılacaklar için yeni bir yol haritası ve anlaşma getirmesi bekleniyordu. Toplanmasının temel gerekçelerinden birinin, önlem alınmazsa küresel ısınmanın geri dönülmez bir seviyeye ulaşacağı ve dünyanın feleketlerle yüzyüze geleceği olduğunu düşünürsek, konferansın iklim değişikliği ile mücadelede ne kadar kritik ve yol gösterici bir yeri olduğunu kavrayabiliriz.

Daha önceki iklim konferanslarında çok da girişimci bir tavır takınmayan ABD’nin bile, bu yıl Obama hükümeti altında çok daha çözümcül bir yaklaşım içerisinde olduğu daha konferans başlamadan ortadaydı. Zirveden önce Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada, Kopenhag Konferansı'nda ABD'nin 2020 yılına kadar kendi sera gazı boşaltımını 2005 yılına göre yüzde on yedi (17%) oranında, 2050 yılına kadar da yüzde seksen üç (83%) oranında azaltma taahüdünde bulunacağı belirtildi. Peki ya diğer ülkeler? Konferansta neler oldu?

Zirve başlamadan önce konu ile yakından ilgilenen tüm insanlığın merak ettiği konular ve cevap beklediği sorular vardı. Varılacak anlaşmada, küresel ısınmanın sorumluluğu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında adil bir şekilde nasıl paylaştırılacaktı? Sera gazı emisyonlarına hangi seviyede dur denilmesi mecbur kılınacaktı? Uluslararası denetimler hangi kurallar çerçevesinde gerçekleşecekti? İklim zirvesinde son dakikada iklimin korunması konusunda asgari müşterekte buluşularak sağlanan uzlaşmaya göre küresel sıcaklık artışı iki dereceyle sınırlandırılmaya çalışılacak. Zirvenin kapanışından hemen önceki akşam, belirtilen amaçlar yönünde çalışmalar ve gelişmekte olan ülkelere mali yardım yapılmasını öngören Kopenhag Mutabakatı’ı imzalandı. Yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok “uzlaşı” niteliği taşıyan “Copenhagen Accord'” başlıklı mutabakat metninde, küresel ısınmada etkili olan sera gazı salınımının önemli oranda kısıtlanması gereğinin bilimsel açıdan da desteklendiği vurgulanarak, “bu çerçevede küresel sıcaklık artışının iki dereceden daha az olmasını sağlamak amacıyla gaz salınımında kısıtlama yapılması gerektiği” belirtilmektedir. Bu kısıtlamalar altında, gelişmekte olan ülkelerin yüzde seksen (80%) ya da daha fazla oranda emisyon salınımlarını azaltmalarının gerektiği vurgulandı.

Günümüzde, endüstriyel alanda üretimlerinin büyük bir çoğunluğunu daha ucuz işçilik ve hammadde sağladıkları için gelişmekte olan ülkelerin topraklarında yapmayı tercih eden ve bunun sonucu bu ülkelerin toplam sera gazı emisyonlarının büyük ölçüde artmasına neden olan gelişmiş ülkelere büyük görevler düşmektedir. Kopenhag’da belirtilen karara göre, gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin adaptasyon çalışmaları için yeterli, öngörülebilir ve sürdürülebilir finansal kaynak, teknoloji ve kapasite geliştirme desteği sağlaması beklenmektedir. Burda bahsi geçen yardım program altında, 2010–2012 yılları arasında Avrupa Birliği’nin 10.6 milyar dolar, Japonya'nın 11 milyar dolar ve ABD'nin 3.6 milyar katkı yapması beklenmektedir.

İklim değişikliği altında incelenmesi gereken en önemli konulardan olan atmosferdeki sera etkisi yaratan zaralı gaz salınımıyla ilgili konular ise “gelişmiş ülkelerin hedefleri” ve “önde gelen gelişmekte olan ülkelerin gönüllü vaatleri” şeklinde ikiye ayrıldı. Çin'in uluslararası denetime karşı çıkması nedeniyle, salınımların denetlenmesi konusu zirve süresince tartışma yarattı. Bu konuda son verilen karara göre uluslararası denetimin ancak inceleme yapılacak ülkenin egemenlik hakkına saygı çerçevesinde gerçekleştirilebileceği belirtildi.

Görüşmelerin sonunda gelen yorumlar arasında, ABD Başkanı Barack Obama’nın varılan uzlaşmayı “mantıklı” ve “benzersiz” bulmasına, ve BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ve Çin temsilcilerinin de memnun ayrılmasına rağmen, dünyaca tanınmış çevre koruma örgütü Greenpeace ve AB Komisyonu elde edilen sonucu “hayal kırıklığı” olarak nitelendirdi. Eleştirilerin esas olarak yoğunlaştığı konu olan zirvede iklim koruma konusunda bağlayıcı hedeflerin belirlenememiş olması, yapılan anlaşmaların ne kadar gerçekçi olduğu sorusunu akıllara getiriyor.

Zirve öncesi, Kopenhag'dan çıkabileceği tahmin edilen dört genel sonuç bulunyordu. Bunlar arasında kapsamlı bir anlaşma, genel kuralları belirleyen ancak ayrıntıların ilerleyen ay ya da yıllarda doldurulacağı bir anlaşma, anlaşmanın 2010 ortasına ertelenmesi, ya da müzakerelerin çökmesi geliyordu. Tüm çağrılara ve iyi niyet açıklamalarına rağmen bir türlü beklenen ilerlemenin sağlanamamış olması, bundan sonra atılacak adımların ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Peki yasal bağlayıcılık olmadan alınan kararlar ve konulan hedeflere ulaşmakta başarılı olma şansımız nedir? Yapılan açıklamalarda, gelecek yılın sonuna kadar üzerinde uzlaşılan konulara yasal bağlayıcılık getirilmesinin ele alınması önerisi de yer alıyor. Ancak anlaşmanın iklim değişikliğiyle mücadele için ne kadar kalıcı bir anlam taşıdığı tartışma konusu.

Çise Ünlüer (27 Aralık 2009)
ciseunluer@hotmail.com

No comments:

Post a Comment