Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...
28/12/2012
Moda Zehirden Arınıyor
Beğenerek aldığınız pahalı elbiselerin vücudunuzdaki hormon dengelerini bozabileceğini, çocuğunuza severek giydirdiğiniz kot pantolonun kansere neden olabileceğini, gereğinden fazla ücret ödediğiniz iç çamaşırlarının ileride doğurganlığınızı etkileyebileceğini ve hatta doğmamış bebeğinize bile zarar verebileceğini biliyor musunuz?
Bu kez konumuz tekstil endüstrisi. Bu piyasada yer alan markaların artık sadece modayı belirlemek değil biraz da sürekli zarar verdikleri doğaya ve insan sağlığına karşı sorumluluklarını yerine getirmelerinin zamanı geldiğine inanıyorsanız okumaya devam edin.
2012 yılının Nisan ayında dünya modasını belirleyen en büyük markaların ürünlerini satın alıp test eden Greenpeace, elde ettiği sonuçlarla adeta gözümüzü açtı. İncelenen markaların arasında Armani, Benetton, Calvin Klein, Diesel, Gap, Levi’s, Mango, Tommy Hilfiger, Vero Moda, Victoria’s Secret, ve Zara gibi hepimizin bir şekilde duyduğu veya kullandığı ünlü isimler yer alıyor.
Zararlı kimyasallar, özellikle kıyafet alışverişine çıkarken aklımızdaki son şeydir. Ancak doğada çözülerek hormon bozan kimyasallara dönüşen nonilfenol etoksiller dahil olmak üzere birçok marka bu ve benzeri tehlikeli kimyasalları yaygın olarak kullanıyor. Bu maddeler daha sonra bu kıyafetleri giyen insanların vücutlarına entegre olarak sağlıkları üzerinde tehlike oluşturuyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bu kimyasallar, üretimleri boyunca veya kullanım sonrasında çevreye salındıkları zaman da sadece insanlar değil tüm canlıların devamlılığı için büyük bir sorun teşkil ediyor.
Bu zararlı maddelerden kurtulmanın tek yolu onları hayatımıza sokan şirketlere sesimizi duyurmak! Yani tekstil endüstrisinde başı çeken bu şirketlerin bir nevi “detoks” yapmasını, zararlı kimyasallardan vazgeçip daha güvenli alternatiflerini kullanmalarını teşvik etmek.
Aslında bu şirketlerin ürünlerinde bulunan kimyasallardan arınmaları o kadar da zor bir iş değil. Ama her zamanki gibi olay maddiyata dökülüyor. İlk ve en önemli amaç kȃr olduğu için, ucuz ve zararlı kimyasallar her zaman daha zahmetli ama zararsız alternatiflerinin yerine tercih ediliyor.
İşte bu noktada devreye biz giriyoruz. İnsanların moda zevklerini tatmin etmek için milyonlarca kıyafet üreten küçük ve büyük binlerce markanın var olan düzenden biraz uzaklaşarak sürdürülebilir ve doğaya zararı olmayan üretime geçmeleri hepimizin tercihi olmalı. Sesinizin tahmin ettiğinizden çok daha güçlü çıkabileceğini ve milyonlarca insanın hayatında bir fark yaratabileceğini unutmadan, sosyal medya da dahil olmak üzere farklı platformlarda Greenpeace’in başlattığı Moda’yı Detoksla çalışmalarını destekleyebilir, sırf modaya uymak için kendinizi ve doğayı zehirlemeye bir son verebilirsiniz!
Çünkü bu firmalar, çalışma hayatında kalıcı olmak istiyorlarsa, müşterilerinin isteklerine göre hareket etmek durumundadırlar. Ve eğer müşterilerin talebi sürdürülebilir, kimyasallardan uzak bir tekstil endüstrisine kayılması ise, üretim de bu çizgide hareket edecektir. Bunun için bu firmalardan temiz üretim talep etmek hepimizin hakkı ve sorumluluğudur.
Greenpeace’in başlattığı bu güçlü kampanyaya ilk cevap veren firmalardan Zara, Mango, ve Victoria’s Secret, neden oldukları kirliliği kabullenerek daha temiz bir üretime yöneleceklerini belirten açıklamalarda bulundular. Özellikle Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerindeki sayfaları detoks isteyen yorumlarla dolan Zara, en yakın zamanda PFC’ler gibi zararlı kimyasallardan arınacağını ve 2020’ye kadar tedarik zinciri ve ürünlerinden tüm zehirli kimyasalları tamamı ile çıkaracağı sözünü verdi. Hatta 2013 yılının sonuna kadar güney küredeki 100’den fazla tedarikçisi doğaya salınan zehirli kimyasalların detaylarını halkın bilgisine sunacak. Bu firmalara sonradan Levi’s da eklendi.
Modada detoksu destekleyen takipçi sayısı kısa zamanda 7 milyonu aştı. Sadece bir haftada internette “zara” ve “detox” kelimeleri Twitter’de 50 bin kez bahsedildi. Bunu Zara’ya detoks yapması için gönderilen on binlerce tweet ve e-posta takip etti. Hong Kong, Budapeşte, Hamburg ve Madrid’deki Zara mağazalarının önünde sıralanan insanlar da modadan zehirin çıkarılması talebini bütün dünyaya duyurmayı başardılar.
Çünkü vücudumuza ne gibi maddelerin karıştığını bilmek hepimizin hakkı. Bu markalardan alınan sözler sadece insan sağlığı için değil, sağlığımızın kaynağı doğanın devamlığı açısından da önemli. Üretim ve kullanım sonrası su kaynaklarına da karışarak dolaylı yollardan da hem bizi hem diğer canlıları zehirleyen bu kimyasalların tekstil endüstrisindeki tüm üretim zincirlerinden çıkarılması için çabamızı sürdürmeliyiz.
Günün sonunda önemli olan, Zara’da başlayan şeffaflık hareketinin diğer markalara da yayılarak tekstil sektöründe kökten bir değişikliğe gidilmesi. Çünkü bu alanda çalışan tüm şirketlerin tedarikçileriyle iş birliği içerisinde zehrli kimyasallardan kurtularak bunların doğa dostu alternatiflerine yönelmeleri mümkün. Ancak bu şekilde insanlara ulaşan tüm kıyafetler zehirli kimyasallardan arınabilir. Tüketicilerin sağlığını ciddiye alıp yeşil yolu tercih eden şirketlerin hangileri olduklarını öğrenmek, tüketiciler olarak bizim kime güvenebileceğimizi belirlememiz açısından önemli.
Siz de çözümün bir parçası olmak istemez misiniz? Bir sonraki alışverişinizi gönül rahatlığıyla yapmak ve aldığınız kıyafetleri zevkle giymek istiyorsanız, bu kampanyaya katılarak gücüne güç katın. Favori markanızın kirlilik raporunu talep edin ve en önemlisi çevrenizdekileri de konudan haberdar edin. Her gün hayatlarımıza zehir akıtan bu ürünlere tepkimizi göstererek birlikte doğan kuvvetin önünde hiçbir kimyasalın duramayacağını kanıtlayabiliriz!
Çise Ünlüer (30 Aralık 2012)
ciseunluer@gmail.com
21/12/2012
Köleliğin Modası Çoktan Geçti
Apple’ın daha geçenlerde piyasaya sürdüğü, sırf çıkar çıkmaz sahip olabilmek için dünyanın birçok yerinde insanların bir gece öncesinden mağazaların kapılarında kamp kurduğu yeni iPhone’unu beğendiniz mi? Peki nerdeyse kuş tüyü kadar hafif olan mini iPad’ını nasıl buldunuz? Aldıysanız gururla kullanıyor, almadıysanız da alabileceğiniz günün hayalini kurarak mı yaşıyorsunuz?
İmajın herşey olduğu bir dünyada yaşıyoruz... Ama işin acı yanı, bu imajın, sahip olduğumuz değerler yerine giydiğimiz kıyafetten sürdüğümüz arabaya, kullandığımız telefonun markasına kadar saçma sapan ölçeklerle belirlenmesi!
Markalar sürekli artan talepleri yetiştirmek için çalışanlarına eziyet çektiriyor, adeta köle gibi ara vermeden saatlerce çalışmaları için baskı yapıyor. Özellikle yaklaşan Noel ve yeni yılda herkesin birbirine gerekli gereksiz hediye alma yarışına girmesi ile oluşan tüketim çılgınlığının bedelinin ödediğiniz ürün fiyatının miktarından çok daha fazla olduğunun farkında mısınız? Peki bu bedeli asıl kimin ödediğini? Hiç kuşkusuz bizim bu doyumsuzluğumuzu tatmin etmek için fazla mesai yapan fabrika isçileri.
İşin bir diğer acı yanı, fabrika patronları, bu artan talepleri karşılamak için işçi sayısını artırmak yerine var olan işçilerinin haklarını sömürerek çalışanlarını 16 saatlik vardiyalar halinde çalışmaya ve aradaki vakitlerde de fabrikadaki depoların sert zeminlerinde uyumaya zorluyor. Çalıştıkları süre boyunca yemek ve tuvalet izni olmayan işçiler, bu ihtiyaçlarını 10 dakikalık molalar ile gideriyor.
Apple ve daha birçok ünlü elektronik firması için Çin’de parçalar üreten Foxconn’daki çalışma koşullarını duyunca elinizdeki telefon veya bilgisayarları iç rahatlığıyla kullanmak için ruhsuz olmak gerek. Ayda sadece 100 dolar gibi bir miktar kazanan bu işçiler en az bir hapishane kadar ağır koşullarda hem yaşıyor hem çalışıyor. Çoğu zaman gün boyunca oturma şansları bile olmayan bu çalışanların Çin yasalarından destek görmesi imkansız çünkü bu ülkede işverenler, çalıştırdıkları işçilerin çalışma saatlerini ve şartlarını istedikleri gibi ayarlayabiliyor.
Gittikçe daha da umutsuz bir hal alan bu ortamlarda göz kırpmadan çalışmaya zorlanan işçiler, sonunda intihara kadar giden bunalımlar yaşamaya başlıyor. Haytına son veren işçilerin sayısı arttıkça çalışma koşuşullarının iyileşmesini beklersiniz değil mi? Ne yazık ki konum Çin gibi insan haklarının çok da ciddiye alınmadığı bir ülke olunca, Foxconn da çözümü tüm fabrika binalarının etrafına, yerden 6 metre yükseklikte fileler yerleştirerek buluyor. İlk bakışta binaların tadilat veya benzeri bir onarımda olduğu imajını verse de, bu fileler aslında günde 16 saat hiç durmadan üretim bandının önünde iPhone’unuzun parçalarını takmaktan bunalıma giren işçilerin bu eziyete dayanamayıp atladıklarında ölmelerini, ve bu şekilde şirketin imajını zedelemelerini engellemek için! Dedik ya, bu dünyada imaj herşey!
Bu şekikde hayatını kaybeden insanların sayısı ne kadar artmış olmalı ki dünyanın bir diğer ucunda, Çin gibi iç politikası dış dünyaya nispeten kapalı olan bir ülkede yaşananları, hiçbir şeyden habersiz, mutlu mesut iPad’larımızda Angry Birds kuşlarını ordan oraya savurarak eğlenen biz bile duyduk! Gerektiği kadar olmasa da yankı uyandıran bu intihar haberlerinden Apple da biraz “rahatsız” olmuş ki, müşterilerine aralıksız ürün hazırlayan Foxconn’un bu işçilerin çalışma şartlarını düzelteceğini söylemiş. Ancak bugüne kadar konu ile ilgili pek de bir detaylı açıklama, ya da elle tutulur bir icraat olduğu söylenemez.
Göz alıcı olduğu kadar yanıltıcı birçok marka peşinden koşan insanları gördükçe insanlığın gittiği yönün ne kadar gerçekten uzak bir hal aldığına üzülmemek elde değil.
Bir evvelki gece arkadaşlarınızla çıktığınız eğlencede çektiğiniz fotoğrafları Facebook’ta paylaşırken, veya Angry Birds oynarken, dünyada sizden çok daha az şanslı bir milyon Asyalı çalışanın saatlerdir aç susuz ayakta çalışmaktan bitap bir şekilde bir sonraki telefonunuzun tuşlarını yerleştiriyor olduğunu düşünmek içinizi acıtmıyorsa, bir kere daha düşünün...
Düşünün, ve 2013’e girerken değerlerinizi bir daha gözden geçirin. Çünkü geleceğimizin sürdürülebilirliği tüketim çılgınlığında değil, doğaya ve insana değer katan girişimlerde saklı....
Çise Ünlüer (23 Aralık 2012)
ciseunluer@gmail.com
14/12/2012
Doğanın Mucizevi Gücü
Her hastalandığımızda iyileşme ümitleriyle aslında içlerinde ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz olmadan sarıldığımız ilaçlara ne kadar güveniyoruz? Hiç düşünmeden kullandığımız bu ilaçların içeriklerini ve yan etkilerini hiç okumayı denediniz mi? İddia ederim ki birazcık bilgilenseniz, eliniz bu ilaçlara, bir diğer deyişle “zehirlere”, hemen gitmeyecek. Özellikle hastalanan çocuklarınıza kendi hazırladığınız ilaçları vermek istemez misiniz? Hem de içinde ne olduğunu bilerek, tüm etkilerinin farkında olarak...
İşe hazırlaması gayet kolay olan öksürük pastilinden başlayabilirsiniz. İnternette biraz araştırma yaparak detaylı bilgi alabileceğiniz farklı tarifler var. Bunlardan biri biraz balı tencerede karıştırarak düşük ısıda kaynatmak ve kaynadıktan sonra küçük kalıplara yerleştirerek soğumaya bırakmak. Bu bala daha sonra kekik, tarçın, nane, veya zencefil gibi eklemeler yaparak da 1 yaşından büyük çocuğunuza sunabilirsiniz. Hastalık boyunca tahriş olmuş boğazlar için bire bir gelecek olan bir önerim daha var: C vitamini açısından zengin, doğal bir antibakteriyel ve antioksidan limon suyu, bal, ve sıcak su karışımı.
Mutfaktaki yeteneklerinize güveniyorsanız, tamamen doğada bulunan ürünlerden hazırlayabileceğiniz birçok farklı grip ılacı tarifini bulmak için biraz araştırma yapmak yeterli. Size zaman kazandırmak için biraz araştırma yaptım. Popüler olan tariflerden biri 1 su bardağı üzüm pekmezi ile karıştırılan ¼ bardak taze sıkılmış soğan suyu. Bu karışımı birer çorba kaşığı şeklinde günde üç kez içmek hastalığın kısa bir sürede ortadan kalkmasına ve normalden çok daha az sık tekrarlamasına neden oluyormuş.
Başlamışken devam edelim. Grip durumunda alınacak bir diğer ev yapımı “ilaç” kaynatılan bir bardak sütün içerisine adaçayını ufalayıp ekleyerek hazırlanıyor. Birkaç dakika bekletildikten sonra tüketilmeye hazır olan bu içeceği de gün boyunca 2-3 kez tüketmek gerekiyor. Bitkisel çözüm sunan bir diğer alternatif önceden kaynatılan suya birkaç gram ıhlamur yerleştirilerek ve kapağı kapatılarak biraz bekledikten sonra tüketilen ıhlamur çayı. Aynı işlemi biraz tarçın, zencefil, veya biberiye ile tekrarlamak da benzer yararları sağlayacaktır. Daha kapsamlı bir karışım için iki bardak su içerisine eklenecek birkaç gram ıhlamur ve kabukları ile doğranmış limon kaynatıldıktan sonra tüketilebilir.
Yararları saymakla bitmeyen limon suyu, kırmızı biber, sarmısak, zencefil, ve bal karışımının da kaynatılarak süzgeçten geçirdikten sonra sıcak olarak tüketmenin de yararlı olduğunu okumuştum. Kaybolan sağlığınızı hızlı bir şekilde geri getirmek için amaçlanan ve özellikle eczanelerde satılan öksürük ilaçlarından çok daha etkili olan bir başka tarifteki malzemeler ve hazırlanış şöyle: İki yemek kaşığı adaçayı, aynı miktarlarda taze kekik ve papatya, bir tatlı kaşığı rezene tohumu, yarım tatlı kaşığı toz zencefil, ve birkaç diş karanfil yarım saat boyunca dört bardak miktarında su içerisinde kaynatılıyor. Kaynadıktan sonra dört bardak yemek kaşığı bal ekleniyor ve en fazla üç ay içerisinde tüketiliyor. Bu karışımın harikalar yarattığını duymuştum, denemenizi tavsiye ederim.
Hastalık geldi geliyor ama henüz tam hasta değilseniz, yukarda bahsettiğimiz çayların yanında güçlü bir antioksidan olan sarmısağı çiğ olarak tüketebilir, hastalık gelmeden önüne geçebilirsiniz. Çiğ sarmısağı daha yenilebilir bir hale sokmak istiyorsanız, yanında bisküvi veya ekmek ile tüketebilirsiniz. Bu girişiminiz için vücudunuzun size teşekkür edeceğinden emin olun! Kan dolaşımını hızlandırarak kan hücrelerinin vücuttaki enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan kırmızı biberi sıcak bir su ile karıştırarak içmek de hastalığı engellemekte ve yenmekte yararlı olacaktır.
Aslında hepimizin bildiği ama yeri geldiğinde unuttuğumuz bir şey daha var: Tuzlu su ile gargara yapmak. Tuzun kurutucu özelliği ile boğazdaki rahatsız bir şişiklik yapan ekstra sıvıdan kurtulabilirsiniz. Öte yandan sinüsleri temizlemek ve göğüsteki tıkanıklığı çözmek için kullanabileceğiniz bir başka yöntem ise nane, karanfil, ve biberiyeyi bir tencerede kaynatarak burdan çıkan buharı içinize çekmek. Benzer yararı sıcak bir banyodan çıkan buhardan da elde edebilirsiniz.
Unutmayın ki ilaç şirketleri genelde çözüm değil, müşteri yaratır! Oysa tüm sorunlarımızın çözümü doğada mevcut!
Çise Ünlüer (16 Aralık 2012)
ciseunluer@gmail.com
07/12/2012
Hastalıksız Bir Kış İçin
Havanın gittikçe soğumasıyla akla gelen ilk soru soğuk kış aylarını nasıl hasta olmadan geçireceğimiz. Etrafa dağılmış ilaç şişeleri ve kağıt mendil kutularıdan uzak, zevkli bir kış mevsimi geçirmek aslında mümkün. Özellikle genelde vücuda yardımcı olurken birçok da zarar veren ilaçlar yerine daha doğal yöntemlerle sağlıklı bir kış geçirmek istiyorsanız, bu girişiminizde size yardımcı olacak birkaç öneriyi paylaşmak istiyorum.
Yıl boyunca eviniz, iş yeriniz, arkadaş ortamlarınız, süpermarketler ve toplu taşıma araçları gibi bulunduğunuz tüm ortamlardan hastalık gelebilir. Bunun önüne geçmek için atılacak birkaç basit adım var. Bunlardan en iyi bilineni, vücudumuzdaki toksinlerden kurtulmamıza yardımcı olabilecek bol bol su içmek. Solunum ve bağışıklık sistemlerini destekleyerek mikropların vücutta yerleşmesinin önüne geçiyor su içmek. Bu noktada, BPA’lı şişeler ve damacanalardan uzak durmak gerektiğini hatırlamakta yarar var. Her durumda cam şişelerde bekletilen içme sularını tercih etmek doğru olacaktır.
Yeterli sıvı alınımının yanında gerekli besinlerden de yarar sağlamak önemli. Detaya girmeden kısaca sıralaycak olursak, bezelye, portakal, havuç, ve çilek gibi bağışıklık sistemimizi güçlendiren; ve brokoli, karnıbahar, ve brüksel lahanası gibi bizi ciddi hastalıklardan koruma potansiyeline sahip gıdalara yönelebiliriz. Ve tabii bu yiyecekleri çiğ veya tercihe göre çok az pişirerek tüketmek en yararlısı. Çünkü uzun ısıya tabi tutulan yiyeceklerde bağışıklık sistemini destekleyici besinler kayboluyor. Özellikle gelişmekte olan çocukların günde beş öğün meyve ve sebze tüketmesi tavsiye ediliyor.
Kışın soğuk aylarında en güzel hazırlanacak yemeklerden biri farklı farklı çorbalar. Ama eliniz hemen hazır çorbalara uzanmasın, en güzeli evde kendi zevkinize göre hazırlayacağınız farklı farklı sebzeleri barındıranlar. Alınan gıdalarda bir diğer önemli nokta her türlü şekerden uzak durma. Hastalık yapıcı özelliği olan patojenlerin genelde şekerle beslendiğini ve uygun ortamı bulduklarında hastalıklara neden olabileceklerini unutmadan davranıp bu dönemlerde, ve de mümkünse her zaman, şekerli gıdaları tercih etmeyiniz.
O kadar çok sevdiğimiz halde çoğu zaman yeterli miktarda alamadığımız uykumuz aslında o kadar önem taşıyor ki, sağlıklı bir kış mevsimini konu alan bu yazıda değinmeden geçemeyeceğim. Uykusuzluk yaşadığımızda hücrelerimiz ölmeye ve bünyemiz hastalıklara açık olmaya başlıyor. Her ne kadar herkesin bünyesi farklı olduğundan bu konuda kesin bir tavsiye vermek biraz gereksiz olsa da, doktorlara göre bebeklerin günde ortalama 18 saat, çocukların 10, ve yetişkinlerin de 6-8 saat uyumaları öneriliyor.
Sağlıklı kalmak için hareket etmek isteyen hücrelerinizi yerinizde otururarak hareketsizlikle kısıtlamayın. Hangi alanda olursa olsun spor ya da daha basit egzersizlerle harekete geçin. Ve bunu yapmak için lütfen ne hafta başını, ne ay başını, ne de yeni yılı beklemeyin. Hayatınızı düzene koymak için şu andan daha iyi bir an olamaz.
Dışarıda hava her ne kadar soğuk olursa olsun evinizi havalandırmayı ihmal etmeyin. Evinizin her odasını mümkün oldukça havalandırmak, içeride birikmiş olan kirli havanın dışarıya çıkmasını mümkün kılar. Vakit geçirdiğiniz ortamlarda sıcaklığı düşürerek mikropların üremesine engel olabilirsiniz. Ama herşeyden önce temizliğe önem vermek gerekir. Evde ve dışarda gerçekleştirdiğiniz tüm aktivitelerden sonra ellerin yıkanması, ve genel olarak her noktanın hijyeninin mümkün oldukça sağlanması yararlı.
Temizlik ürünlerinin reklamlarında duyduğunuz iddialı açıklamaları unutun, çünkü genelde çoğu sadece reklamcılık tekniklerinden ibaret. İçerilerinde barındırdıkları kimyasallarla yarardan çok zarara neden olan bu ürünlerden uzak durunuz. Hatta evinizde kendi ürünlerinizi hazırlayabileceğiniz bir ortam yaratarak ve internetten yardım alarak, temizlerken zehirlenmemek için gerçekten basit ama bir o kadar etkili kendi temizlik formüllerinizi yaratabilirsiniz. Bunlardan en basiti, kapalı bir kabın içerisine koyacağınız sirke, portakal, limon veya herhangi bir turuçgilin kabuğunu iki hafta beklettikten sonra süzgeçten geçirmek ve 1:1 oranında su ekleyerek evinizdeki tüm yüzeylerde kullanmak. Bu karışım antibakteriyel olmakla birlikte, güzel kokar ve hiçbir tehlikeli kimyasal içermediğinden gönül rahatlığı ile kullanabilirsiniz.
Ailenizden birinin hasta olması evdeki tüm herkesin hasta olacağı anlamına gelmez. Hasta olan aile ferdinin diş fırçasını diğerlerinden ayırmak ve belirli aralıklarla tüm dış fırçalarını kaynar suda bekletmek zamanla bu fırçaların üzerinde biriken mikroplardan kurtulmanıza yardımcı olacak. Böyle durumlarda hapşırırken elleriniz yerine kağıt mendillerle ağız kısmını örtmek ve ortak kullanımda duran el havlularını üç günde bir yıkamak gerekir.
Çise Ünlüer (9 Aralık 2012)
ciseunluer@gmail.com
Subscribe to:
Posts (Atom)