Geçtiğimiz hafta, Japonya’da meydana gelen ve henüz etkisinden kurtulamadığımız 8.9 şiddetindeki deprem ve ardından gelen tsunami felaketlerinden bahsetmiş, bu olayların arkasındaki olası teorilere değinerek doğanın bize vermeye çalıştığı mesaja değinmiştik. Bu hafta, insanlık tarihinde büyük zarara neden olan tsunamilerin ne oldukları ve nasıl oluştuklarını inceleyeceğiz.
Tsunamiler, okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem, volkan patlaması ve bunlara bağlı taban çökmesinin neden olduğu zemin kaymaları gibi tektonik olaylar sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu deniz dalgalarıdır.
Japonca’da “liman dalgası” anlamına gelen “tsunami” sözcüğü, 15 Haziran 1896’da onbinlerce kişinin hayatını kaybettiği Büyük Meiji Tsunamisi’nden sonra Japonlar’ın yaptığı yardım çağrılarıyla dünya dillerine yerleşti. Tarih boyunca can ve mal kaybı konusunda önemli etkileri olan tsunamiler anında oluşan dalgaların diğer deniz dalgalarından farkı, su zerreciklerinin sürüklenmesi sonucu hareket kazanmalarıdır.
Derin denizde varlığı hissedilmemesine rağmen sığ sular, yamaçlı kıyılar, veya daralan körfez ve koylarda bazen 30 metreye kadar tırmanarak çok şiddetli akıntılara neden olan tsunami dalgaları; insanlar için deprem, tayfun, çığ, yangın ya da sel gibi bir doğal afet haline gelebildiklerinden büyük tehlikeler arz etmektedirler.
Tsunamiler oluşum sırasında 3 evreden geçer. Bunlardan ilki olan “oluşum evresi” boyunca okyanus tabanındaki yer kabuğu kırılarak meydana gelen depremlere bağlı olarak okyanus ya da deniz suyunun dengesi bozulur. İkinci evre “yayılma evresi”nde oluşan dalgalar açık denizlerden kıyılara doğru hızla yayılırken, üçüncü ve son “sel-tufan evresi” karalar, kıyılardaki yerleşim alanları, tesisler, ve limanların sular altında kalmasını içerir.
Tsunami ilk oluştuğunda tek bir dalgadır ancak kısa bir süre içerisinde üç ya da beş dalgaya dönüşerek çevreye yayılmaya başlar. Bu dalgaların birincisi ve sonuncusu çok zayıftır ancak diğer dalgalar etkilerini kıyılarda şiddetli biçimde hissettirebilecek bir enerjiyle ilerlerlediğinden, depremlerden kısa bir süre sonra kıyılarda görülen yavaş ama anormal su düzeyi değişimi ilk dalganın geldiğini gösterir. Bu değişim, genellikle arkadan gelecek olan çok kuvvetli dalgaların habercisidir.
Kıyı bölgelerinde nüfus arttıkça, tsunamilerin Dünya’da yol açtığı can kaybı da artmaktadır. Bunu mümkün olan miktarda azaltmak için, buna benzer doğa olayları karşısında alınacak önlemler arasında yüksek yerlere doğru hızla gitmek, ve tsunaminin ilk dalgası geldikten sonra tehlikenin geçtiğini düşünmeden ikinci dalganın ilk dalgadan daha büyük olabileceğini bilerek hareket etmek gelir. Tsunami anında yapılacak tek şey kıyıdan uzaklaşarak yüksek yerlere yönelmektir. Tsunami anı öncesi deniz içerisinde seyir halinde bulunanlar ise kıyıdan uzaklara, derin sulara giderek dalganın kendilerine ve deniz taşıtına vereceği zararı önleyebilir.
Japonya’da meydana gelen ve birçok insanın ölümüne neden olan felaketlerden sonra insanın aklına ister istemez çoğumuzun bildiği Maya Kehanetleri geliyor. Mayalar için 2012 yılı zamanların sonu. Özellikle 22 Aralık 2012 tarihinin dünya için çok önemli olduğunu düşünen Mayalar’a göre, bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona erecek ve yeni bir çağ başlayacak. Mayalar 2012'yi insanlığın yeniden yukarı çıkışının yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. Beşinci kutupsal kayma olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesi iddiaları ileri sürülüyor ve dünyadaki iklimlerin değişimi de buna bağlanıyor.
Kutupların yer veya açı değiştirmesi ile meydana gelen buzullardaki erime, Mayalar'a göre daha önce yaşanan dört çağın da sonu olduğu için önemli bir olayı temsil ediyor. Zaten kürsel ısınma nedeniyle eriyen buzullar hepimizi düşündürecek boyutlarda soruları ortaya koyuyor. Dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla değiştiği bilimsel olarak açıklanmış olsa bile, bu, Mayalar'ın inanışlarının tamamı ile doğrulandığı anlamına gelmez. Ancak gelecekten kim emin olabilir ki? Siz siz olun, doğanın size yapmasını istemediğinizi siz doğaya yapmayın!
Çise Ünlüer (27 Mart 2011)