Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

26/11/2011

Deniz Suyu Arıtma Sistemleri




Ülkemizde olduğu gibi su kaynakları sınırlı olan bölgelerde, turistik tesislerin yanında yerleşim yerlerinin de ihtiyaç duydukları suyu tankerlerle taşımak zorunda kaldığından deniz suyunun arıtılarak kullanılması ilk başta akla yatan bir yöntem. Dünyanın farklı yerlerinde olası kuraklığa karşı deniz suyu arıtma tesisleri yolda. Bu alanda yatırım yapan başka endüstriler arasında yüksek su ihtiyacı bulunan çelik ve tekstil gibi sanayi tesisleri de geliyor.

Yeraltı sularının kuraklığın etkisiyle derinlere çekilmesi bu suyun pompa yoluyla elde edilmesi maliyetini artırdı. Başka bir yöntem olan taşıma suyun da kalıcı bir çözüm olmadığı ortada. Bu durum su sıkıntısı yaşayan bölgelerde deniz suyu arıtma sistemlerinin hızla yaygınlaşmasına neden oldu. İlk olarak turistik alanlarda başlayan deniz suyu arıtma tesisi yatırımları, günümüzde yazlık siteler ve fabrikaların bulunduğu bölgelere de yayılmaya başladı.

Peki deniz suyu arıtma tesisleri suya duyduğumuz ihtiyacı ne kadar karşılayabilir? Bu yöntem, deniz kıyısındaki şehir, kasaba veya diğer yerleşim merkezleri ile bu bölgelerde kurulu sanayi tesislerinin kullanımı için tatlı su kaynaklarının bulunmaması veya kısıtlı olması halinde etkili çözüm yollarından biri olarak görülmektedir. Deniz suyu yüksek miktarlarda çözünmüş mineraller içerdiğinden dolayı içme, insan ihtiyaçları veya endüstriyel işlem suyu olarak kullanılamaz.

Özellikle ABD, Avustralya ve Körfez ülkelerinde yaygın olarak kullanılan deniz suyu arıtma sistemi, teknolojik gelişimle birlikte sadece verimliliği artırmakla kalmıyor, aynı zamanda fiyatların da düşmesine yardımcı oluyor. İşlem sırasında denizden çekilen suyun içindeki tuz yüksek basınç sayesinde ayrıştırılıyor. Deniz kıyısına açılan kuyulardan alınan suların 60 bar basınçla ayrıştırılması temeline dayanan ters osmos yöntemiyle 1 metreküp tatlı su elde etmenin maliyeti, deniz suyunun tuzluluk oranına göre değişmek üzere ortalama 1 dolara kadar inebiliyor. Bu şekilde elde edilen suyun maliyeti, belediyenin sağladığı şebeke suyunun maliyetinden daha az olduğundan tercih görüyor. Tabii unutmamak gerek ki bu miktarın içinde gereken tesisin yatırım maliyeti dahil değil.

Deniz suyunu arıtmak için kullanılan reverse osmosis (ters osmos) yöntemi suyun içerisinde bulunan Anyon ve Katyon iyonlarının giderilme işlemidir. Aynı zamanda ileri bir filtrasyon yöntemini uygulayan üniteler, doğadaki osmotik dengenin ters işleyişini kullanan bir çalışma prensibini benimseyen üst düzey bir teknolojiyle su arıtımını gerçekleştirebiliyor. Bu işlemin gerçekleşmesi için osmotik dengenin tersine çevrilmesi gerekiyor. Bu da ancak yüksek basınç pompalarıyla elde edilecek osmotik basınçtan daha fazla basınçla mümkündür. Bu pompalar sayesinde basıncı artırılan su, gözenekli zarlara iletilerek saflaştırılır. Bu işlem sonucunda atık hattından çıkan ağır konsantre su ise drenaja verilir.

Deniz suyundan tatlı su elde etmenin yanında doğal kaynak sularının arıtılması ve su şişeleme işletmelerinde kullanılan ters osmos sistemi, içerdiği özel zarlar sayesinde atık su veya çeşitli su ile karışık likitlerin geri kazanımlarında da iyi sonuçlar vermektedir. Bu tekoloji sayesinde ihtiyaç duyduğu suyu elde eden firmalar, artık doğal su kaynaklarını korumak ve çevresel sorumluluklarını yerine getirmek için bu yatırımlara ağırlık verdiklerini iddia ediyorlar. Bunun ne kadar gerçekçi olduğu tartışılır.

Bu alanda yapılan araştırmalar sayesinde gelişen teknolojiyle doğru orantılı olarak maliyetlerin daha da düşmesi bekleniyor. Talep arttıkça gelecekte denize yakın bölgede konumlandırılan tesisler de ister istemez avantajlı konuma gelecek. Turistik tesisler için bu yatırımların artık alternatif değil zorunluluk haline geldiğini düşünenler çoğunlukta. Denizden elde edilen suyun içme suyu olarak da kullanılması ve bu suyun çoğu zaman şebeke suyuna göre daha temiz olması bu yatırımları daha da çekici kılıyor.

Ancak bu yöntemin dezavantajları da gözardı edilecek gibi değil! Deniz suyu arıtma merkezine alınan her 100 galon su, bu işlem sonucunda 10-40 galon arası yüksek konsantrasyonlu tuzlu suyun açığa çıkmasına neden oluyor. Bu tuz daha sonra çevredeki deniz veya benzeri suya geri bırakıldığında bu alanlardaki suyun tuzluluk oranını ikiye katlıyor! Aniden tuz oranı artan bu su birikintilerinde yaşam süren tüm canlılar ister istemez bu değişiklikten etkileniyor. Bu ani tuz artışına ayak uyduramayan canlılar, bulundukları ortamda daha fazla yaşamlarını sürdüremediklerinden ya ölüyor ya da başka yerlere göç ediyor. Tuz oranının artmasıyla suyun sıcaklığı ve dolayısı ile çözünmüş oksijenin konsantrasyonu da artıyor. Güneş enerjisini ve organik besin maddelerini kullanarak daha yüksek enerji içeren moleküller meydana getiren mikroskopik bitkiler olan planktonlar da bu değişimden etkilenerek tüm gıda zincirine zarar veriyor.

Arıtma işlemi sonucunda ortaya çıkan tuzlu su bazı durumlarda yeraltı sularına bırakılarak bu temiz su kaynaklarının da kirlenmesine neden oluyor. Farklı organizmaların yaşadığı ortamlara kurulan su arıtma tesislerinin parçası olan borular, işlem boyunca bu organizmaları içine emerek canlıların sonunu getiriyor. Çevredeki canlılara verdiği zararın yanında, tuzlu su arıtma tesisleri büyük miktarlarda enerji kullandıklarından çok yüksek maliyetler içerirler. Bunların arasında en fazla enerjiye ihtiyaç duyanı suyu kaynatarak içerisindeki tuzu ayıran termal arıtma tesisleri. Ters osmos yöntemini içeren işlemler de gerekli basıncı sağlamak için yüksek enerjiye ihtiyaç duyar. Sonuç olarak, deniz suyu arıtma sistemleri sadece çevreye ve canlı yaşamına zararlı değil, aynı zamanda yüksek enerji sarfiyatina neden olan işlemlerdir. Özellikle yenilenebilir enerji kaynakları olmayan yerlerde bu tesisler fosil yakıtlar kullanılarak çalıştırıldığından çevreye verilen zarar düşünülenden daha fazladır.

Su arıtma teknolojisi konusunda bazı Türk şirketleri Ar-Ge çalışması yürütüyor. Bu şirketlerden biri olan Vestel, deniz suyundan hem enerji hem tatlı su üretimi yapabilecek bir proje üzerinde çalışıyor. Bu çalışmanın bir parçası olarak geliştirdikleri özel bir güneş paneli ile deniz suyundan elde edilecek buharla elektrik üretebilecek, buharın geri dönüşünde de tatlı su elde etmenin mümkün olabileceği bir entegre sistem oluşturulacağı belirtiliyor.


Çise Ünlüer (27 Kasım 2011)
ciseunluer@gmail.com

18/11/2011

Daha Olumlu Bir Bakış Açısı İçin




Sürekli olarak kesik, kısa, ve hızlı bir şekilde nefes alıp vermenin karbondioksit zehirlenmesine neden olabileceğini biliyor musunuz? Dikkat edilmeden alınıp verilen nefes düzeni boyunca insan sadece ağzıyla nefes alıp verdikçe akciğerlerini tam olarak kullanamaz ve nefesin doğal bioritmi bozulur. Bu şekilde devam ettirilen nefes alma işlemi akciğerlerin yalnız üst kısımlarının kullanılmasına ve kana daha az miktarda oksijen gitmesine neden olur. Sonuç: Yorgun ve bitkin bir beden ve karşı koyulamayan hastalıklar.

Akciğerleri güçlendirerek kapasitesini artıran ve toksinlerin yakılmasına yardımcı olan doğru ve bilinçli uygulanan nefes egzersizleri, sağlığımızın korunması açısından çok önemlidir. Doğru nefes almak için, tam nefes alırken önce karın şişirilmeli, diyafram aşağıya hareket etmeli ve akciğerlerin alt bölümü havayla doldurulmalı; daha sonra göğüs genişletilmeli ve akciğerlerin orta bölümü havayla doldurulmalı; son olarak da omuzlar kaldırılarak akciğerlerin üst bölümü havayla doldurulmalıdır. Böylece akciğerler tam olarak havayla doldurulur. Nefes verirken önce karın içeri çekilir, diyafram yukarı hareket eder ve alt bölüm boşaltılır; daha sonra göğüs kafesi iner ve orta bölüm boşaltılır; son olarak da omuzlar iner ve üst bölüm boşaltılır. Bu hareketler ritmik ve düzenli bir şekilde devam ettirildikleri takdirde, kalp ritminin düzelmesiyle ile birlikte kan basıncının düşmesi, dolaşımın hızlanması, sindirim sisteminin düzene girmesi, stres ile rahatlıkla baş edebilme ve uykunun düzene girmesi gibi ilerlemeler gözlenecektir.

Bugün sizlere doğru nefes alma tekniklerinin birkaçından bahsetmek istiyorum. Doğru nefes almanın en önemli kuralı daima yeteri kadar derin nefes alarak kısa kısa ve kesik kesik nefes almaktan kaçınmaktır. Özellikle spor yaparken, nefes alıp verişimizi inceleyerek bu ritme yoğunlaşmak, belirli vücut bölümlerine doğru nefes alarak derinliği arttırmak ve bilinçli olarak nefes verme kısmını biraz da olsa uzatmaya çalışmak, büyük ilerleme sağlamamızda yardımcı olacaktır.

Nefes alıp verme esnasında kas çalışmasının büyük kısmı, göğüs kafesimizle karın boşluğunu birbirinden ayıran diyaframda gerçekleştiriyor. Diyafram, normal durumda yukarı doğru gerilmiş bir halde dururken, nefes aldığımızda aşağı basılıyor ve bu şekilde oluşan vakum sayesinde akciğerlere hava doluyor. Nefes alırken bilinçli olarak diyaframı aşağı doğru ittirerek nefesi alt bölümlere çekmek akciğerleri tam verimleri ile kullanmayı sağlar.

Doğru nefes almanın önemli bir başka tekniği ise doğru yerde nefes alıp vermek, ve zamanla yapılan hareketleri elden geldiğince nefese bağlamak. Örneğin güç sarf edilen bir işlem sırasında nefes vermek, ve rahatlama aşamasında nefes almak gerekiyor. Fiziksel gücümüzü kullanmamızı gerektiren her eylem boyunca vücudumuza aldığımız hava kesinlikle tutulmamalı ve bastırılmamalı çünkü bu hata kanın kalbe geri dönüşünü engelleyerek baş dönmesi ve yüksek tansiyona neden oluyor.

Spor sırasında benimsenmiş nefes düzenini zorla değiştirmeye çalışmanın sadece yaptığımız sporu zorlaştıracağından vücudumuzu doğal akışına bırakmalıyız. Vücuda alınan havanın burunda ısıtılıp tozdan arındırılmasını sağladığından ve diyafram tekniğini desteklediğinden normal bir durumda tavsiye edilse de, sportif bir çalışma süresince sadece burundan nefes alıp ağızdan vermek gibi bir gereksinim duyulmamalıdır. Bu durumlarda genel olarak vücudu zorlamayacak bir şekilde oluşturulan düzenli bir nefes ritmi en doğru yaklaşım olacaktır.

Unutulmaması gereken bir başka nokta ise derin nefes almamızı sağlayan esneme, hapşırma, iç çekme veya inleme gibi doğal nefes reflekslerinin kesinlikle önüne geçmemenin büyük önem taşımasıdır. Gün boyunca gerçekleştirdiğimiz tüm aktiviteler boyunca nefes nefese kaldığımız her nokta, vücudun gereğinden fazla zorlandığının bir göstergesidir. Herhangi bir sağlık sorununa neden olmamak için düzgün nefes almak ve belirli aralıklarla nefesimize yoğunlaşarak zamanla belli bir ritmi yakalamak gerekir.

Özetlemek gerekirse, doğru nefes, derin, uzun ve insanı rahatlatacak şekilde konforlu olmalıdır. Uyuyan bir bebeğin nefes ritmini ve bu süre boyunca düzenli bir şekilde kalkıp inen karnını gözlemlemek iyi bir örnek teşgil edebilir. Oturduğunuz yerden bir deneyin. Göreceksiniz ki doğru şekilde benimsenen nefes ritmi, anında rahatlamanıza, etrafınızdaki olaylara daha olumlu bir şekilde yaklaşmanıza neden olacak.


Çise Ünlüer (20 Kasım 2011)
ciseunluer@gmail.com

14/11/2011

Gıda Etiketlerindeki Sır




Günlük hayatta tercih ettiğiniz ambalajlı gıdaların içinde neler olduğunu hiç merak ettiniz mi? Her ne kadar dikkat edersek edelim, marketlerden birçok paketlenmiş gıda satın alıyor ve tüketiyoruz. Bu süreç boyunca çoğu zaman tükettiğimiz yiyeceklerin içeriğine bakmayı bile düşünmüyoruz. Bu yazıyı okuduktan sonra bu konudakı yaklaşımınızın değişeceğine ve ambalajlı gıdalara daha bilinçli bir şekilde yaklaşacağınıza eminim.

Gıda paketlerinin üzerinde yazılı olan bilgilerin niye orada ne ne oranda doğru olduğunu hiç düşündünüz mü? Eğer kimse gerçekten önem verip okumuyorsa bu yazıları bulundurmanın gereği yok diye düşünebilirsiniz. Ancak durum bu değil. Ambalajların üzerindeki bu yazılar aslında bu yiyeceklerin üreticilerinin sizinle yaptığı bir anlaşma şeklinde algılanmalıdır. Bu yiyecekler marketlerdeki raflarda yerlerini almadan, arka planda gerçekleşen kapsımlı bir çalışma söz konusu. Çoğu gıda üreticisi, insanlara pazarlamaya çalıştığı yiyeceklerin daha çok satılması için alanında uzman avukatlar eşliğinde farklı oyunlara başvuruyor. Bu oyunların bir parçası olarak paketlerin üzerine yazılacak olan kelimeler dikkatle seçiliyor. Bugün sizlere bu kelimelerden birkaç örnek vererek nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatmak ve tükettiğiniz gıdaların seçimi yaparaken bilinçlenmenize yardımcı olmak istiyorum.

Çoğu paket üzerinde sıkla görülen “çeşniler” doğal ve yapay olarak iki gruba ayrılsa da çoğu gerçekten laboratuarlarda hazırlandığından bu işlemin “doğallığı” sorgulanır. Doğal olduğu belirtilen çeşniler doğal kaynaklarından izole edildiğinden yapay olanlardan daha sağlıklı değiller. Örneğin “doğal” hindistancevizi aroması gerçek Hindistan cevizi yerine Malezya'daki bir ağacın kabuğundan elde ediliyor. Bu işlem boyunca kabuğu elde etme çabası ağacı öldürüyor ve dolayısıyla ürünün fiyatını yükseltiyor. Yapay olanların doğallara göre daha ucuz olmasının esas nedenlerinden biri bu.

Özellile sıcak yaz aylarında tercih ettiğimiz meyve sularının basitleştirilmiş hali olan “karıştır ve iç” versiyonları aslında düşündüğümüz gibi yüzde yüz meyve suyundan oluşmuyor! Bu içeceklerin gerçekte ne kadarının gerçek meyve suyu olduğunun paket üzerinde net bir şekilde belirtilmesi gerek. Çoğu zaman daha az kaliteli meyve sularının karışımı olabilen bu içecekleri alırken etiketlerini dikkatle okumak doğru seçimi yapmada önemli bir rol oynayabilir.

Özellikle doğal gıdaları tüketmeye çalışan insanları cezbetmeye çalışan “yüzde yüz doğal” ve benzeri sloganlar içeren yiyeceklere daha da süpheli yaklaşmak lazım. Örneğin taze sıkılmış portakal suyu gibi saf olması beklenilen ürünler, parfüm şirketleri tarafından kullanılan aromaya ve tada benzemesi için farklı çeşni paketleriyle destekleniyor. Belirsizlik yaratan bir diğer kelime “nektar”. Bu terimin, meyve suyu veya püresi, su ve tatlandırıcı içeren seyretilmiş içecekler için de kullanması akıl karıştırıcı. Özellikle bu içeceklerde yüksek fruktozlu mısır şurubu da bulunabileceğini düşünecek olursak, “nektar” teriminin ne kadar  yanıltıcı olduğunu anlayabiliriz.

Üzerinde “sürülebilir” yazan fındık veya fıstık ezmesi gibi ürünler, bu özelliği elde etmesi için temel içeriklerinde bulunmayan maddeler içeriyorlar. Bu nedenden dolayı, sürülebilir olan ezmeler geleneksel ezmelerden farklıdır. Çoğumuzun sağlıklı beslenme için gerekli olduğunu bildiğimiz lifler, aslında her zaman düşündüğümüz kadar kolay erişilebilir değil. İyi bir lif kaynağı olduğu belirtilen besinler arasında lif gibi görünmeyenler gerçek bir lifin görevini yapamaz. Doğru miktarda lif tüketimi için doğal lif içeren meyve ve sebzelere yönelmek en doğru seçim olacaktır.

Artan yaşla daha da önemli olan kolesterolsüz yiyecekler tüketirken akılda tutulması gereken en önemli nokta herhangi bir hayvandan çıkarılmayan bir ürünün kolesterol içermediğidir. Oysa çoğu yiyecek üreticisi, ürünlerinin tüketici tarafından sağlıklı bir seçim olarak algılanılması için paketlerin üzerinde kolesterolsüz olduklarını belirtiyor. Kolesterol dışında, genel olarak içerisinde mısır şurubu veya hidrojenize yağlar içermeyen ürünleri tercih etmeliyiz.

Kim istemez yağsız ürünleri tüketmeyi! Ancak her ne kadar üzerinde yağsız yazsa da, bu gıdalar hiçbir zaman yüzde yüz yağsız değildir. Gıda seçiminde bir diğer önemli madde şeker. Herhangi bir ürünin içerdiği şeker miktarının paketin üstünde belirtilmesi şarttır. Çoğu zaman tam olarak “şeker” diye geçmeyen “sorbitol”, “mannitol” ve “xylitol” gibi maddeler de aslında bir çeşit şekerdir.

Son olarak değinmek istediğim nokta bazı gıda paketlerindeki sağlık iddiaları. Örneğin etiketler üzerinde ve reklamlarında verilen imaj doğrultusunda probiyotik yiyeceklerin tüketildikleri zaman çocukların bağışıklık korumasını sağlayacağını düşünebiliriz. Ancak durum böyle değil. Hiçbir yiyecek tamamı ile hastalık tedavisi olarak yetkilendirilmemiştir. Her ne kadar da “geleceğin ilacı” olacağını iddia etseler bu tür yiyeceklere şüphe ile yaklaşmak ve bu yiyeceklerden gerçekte yapabileceklerinden daha fazlasını beklememek doğru bir yaklaşım olacaktır.


Çise Ünlüer (13 Kasım 2011)
ciseunluer@gmail.com

04/11/2011

NEWater Projesi


Evsel atık su, evlerimizdeki mutfaktan, çamaşır makinesinden, banyodan, tuvaletten ve benzer amaçlı bölümlerde kullanılıp kanalizasyona atılan atık sulara verilen isimdir. Bu suyu “gri” ve “siyah” olarak ikiye ayırmak mümkün. Evsel atık suyun siyah su içermeyen kısmını tanımlamak için kullanılan “gri su” terimi, duştan, lavabodan, küvetten ve hatta mutfaktan gelen atık suyu içerir. Öte yandan “siyah su” tuvaletlerden gelen suya denir. Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülke evsel atık suyun en az kirli kısmı olan gri suyu, yani duştan, lavabodan, küvetten gelen suyu, çeşitli alanlarda tekrar kullanılmak üzere arıtmaktadır. Bazı gri su kazanım sistemleri, çamaşır makinesi ve mutfaktan atılan suyu da gri suya dahil ederek bu kaynaklardan elde edilen suyun geri kazanımını mümkün kılar.

Gelişen teknoloji ile ihtiyaç duyduğumuz suyu elde etmenin farklı yöntemlerini keşfediyoruz. Bugün sizlere az önce tanımladığımız siyah suyu değerlendirip yeniden kullanıma sunan bir projeden bahsetmek istiyorum. Suyun geri dönüşümü alanında çalışma yapan birçok ülke var. Bu girişimlerden göze çarpanlardan biri Singapur’un kanalizasyon suyunu arıtıp temiz içme suyuna dönüştüren ve insanlara geri sunan NEWater (Türkçe’si “Yeni Su”) projesi. Bu sistem çerçevesinde kanalizasyondan çıkan atık su çift zar kullanılarak mikrofiltrasyon ve ters osmoz yöntemleriyle arındırılarak içilebilir kaliteye getiriliyor. Bu su daha sonra şehrin ülke şebekesinden evlere ve yüksek derecede temiz su gerektiren işlemleri içeren endüstrilere ulaştırılıyor.

Singapur’da su geri dönüşümü 1974 yılından beri devam ediyor. Suyun yeniden değerlendirilmesi üzerine yoğunlaşan NEWater çalışması 1998 yılında ülkenin Kamu Hizmeti Komisyonu ve Çevre ve Su Kaynakları Bakanlığı tarafından başlatıldı. Bu çalışmanın esas amacı, NEWater projesinin Singapur’un su ihityacını karşılamak için geçerli bir opsiyon olup olmadığını anlamaktı. Yeraltı su kaynakları olmadığı için su ihtiyacının çoğunu yağmur sularından ve Malezya’dan almaya alışmış olan ülke, başka ülkelere olan bağımlılığını azaltmak için bugüne kadar denizden alınan tuzlu suyu ve kanalizasyon suyunu arıtmayı içeren sistemlere yatırım yapmıştır.

Ülkenin farklı alanlarında bulunan toplam 5 farklı noktaya yayılmış olan NEWater merkezleri eğitim amaçlı olarak da kullanıldıklarından ilgilenen ziyaretçilere ücretsiz giriş hakkı sunuluyor. “Çoklu engelli değerlendirme işlemi” kullanılarak elde edilen temiz su 4 farklı engelden geçerek son halini alıyor. Bu engellerin birincisinde kullanılmış atık su, konvansiyonel atık su arıtma yöntemi kullanılarak su değerlendirme merkezlerinde işleniyor. İkinci engel mikrofiltrasyon ve ultrafiltrasyon yöntemleriyle suyun içerisindeki katı maddeler ve hastalıklara neden olan bakteri ve viruslerin ayrılmasını sağlıyor. Bu işlem sonrasında zardan geçen filtrelenmiş su içerisinde sadece çözünmüş tuzları ve organik molekülleri içeriyor.

İşlemin sondan bir evvelki adımı olan üçüncü engel, ters osmoz yöntemini kullanarak yarı geçirgen zar yardımıyla istenmeyen ağır metaller, nitrat, sülfat, klor ve çeşitli pestisitler gibi atık maddeleri sudan ayırıyor. Böylece ilk üç engelden geçen su, zararlı virus ve bakterilerden tamamı ile arınmış olarak içerisinde sadece az miktarda tuz ve organik madde bulundurarak elde ediliyor. Bu noktada elde edilen su içilebilir nitelikte oluyor. Sonuncu engel olan dördüncü adım daha çok bir güvenlik önlemi olarak görev görüyor. Bu noktada UV kullanılarak yapılan dezenfeksiyon sayesinde su içerisindeki tüm organizmalar etkisiz hale geldiğinden, işlem sonucu elde edilen suyun saflığının kalitesinden emin olunabiliyor. Son olarak eklenen bazı alkali kimyasallar suyun pH değerinin istenilen seviyeye gelmesine yardımcı oluyor. Bu adımlar sonrasında tamamı ile temizlenen su güvenle kullanıma hazır hale geliyor.

Bugün bu proje kapsamında geri dönüştürülen suyun miktarı yaklaşık olarak günde 76000 metre küp şeklindedir. Bu miktarın yüzde altı (6%)’sı dolaylı yollardan içme suyu olarak kullanılmaktadır. Bu miktar Singapur’un toplam içme suyu talebinin yüzde bir (1%)’i kadardır. NEWater projesi sonrasında elde edilen suyun geri kalanı çeşitli ürünlerin üretimi için yönlendirilmektedir. Bu proje sonrası elde edilen suyun kalitesi USEPA (United States Environmental Protection Agency) ve WHO (World Health Organization) tarafından konulan su kalitesini belirleyen tüm koşullarun üzerindedir. NEWater sayesinde elde edilen suyun Singapur’un diğer kaynaklardan elde ettiği tüm su çeşitlerinden daha temiz olduğu da bilinmektedir. Bu yıl sonunda proje kapsamında elde edilen suyun, ülkenin toplam içme suyu talebinin 3.5%’ini karşılaması planlanıyor.

Tuvaletinizden kanalizasyona akan suyu daha sonra içmek üzere satın alabileceğinizi düşünmek ne kadar içinizi rahatlatır bilmiyorum ama bu yöntem gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. İşletme ve finans alanında önde gelen yayın organlarından Forbes tarafından Singapur’da yapılan bir araştırmaya göre halkın yüzde doksan sekiz (98%)’i NEWater projesi ile elde edilen suyu benimseyip kabul etmiş. Tabii bu yüksek kabullenme oranları devletin projeyi halka tüm detayları ile tanıtıp bilgilendirmesiyle doğru orantılı.


Çise Ünlüer (6 Kasım 2011)
ciseunluer@gmail.com