Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

29/04/2011

Çöpte Yatan Zenginlik


Çöplerden para elde edilebileceğini hiç düşündünüz mü? Ordu Belediyesi'nin 2009 yılında hizmete açtığı Katı Atık Ayrıştırma Tesisi’nde çöpten 800 ton pet, 960 ton plastik, 80 ton alüminyum, 720 ton metal, 400 ton cam ve 1600 ton kağıdı ekonomiye geri kazandırılarak, 2 yılda yaklaşık 2 milyon lira gelir elde edildiği bildirildi. Ordu Belediyesi, kendi imkanları ile 2 yıl önce kurduğu Katı Atık Ayrıştırma Tesisi ile maddeleri yeniden işlenir hale getirerek kentin çöp sorununu çözerken, kendine de çöpten yıllık 1 milyon TL ekonomik gelir sağladı. 400 bin liraya kurulan ve çalışanlarına hijyenik bir çalışma ortamı sunan Katı Atık Ayrıştırma Tesisi’nde ayrıştırılan çöplerin paket haline getirilmesi sağladıktan sonra bu çöpler il dışındaki çeşitli fabrikalara gönderiliyor.

Akdeniz Üniversitesi Ekoloji Topluluğu, “Kapaklarla Engellere Yol Olalım” projesi altında 2 ayda 1.5 ton kapak toplayarak çöplerin nasıl fırsata çevrilebileceğine dair güzel bir örnek oluşturdu. Öğrencilerin yanında vatandaşların da projeye katkı sağlamasıyla toplanan kapaklar bir plastik firmasına satılarak elde edilen gelirle bölgede yaşayan engellilerin hayatlarını biraz da olsa kolaylaştırmak için 14 tekerleki sandalye alındı.

Türkiye’de çöpü paraya dönüştüren bir başka kuruluş ise oluşturdukları tesiste her gün yüzlerce ton atığı ayıştırarak sadece çevreyi korumakla kalmayıp ekonomik kazanç da sağlayan Çanakkale Belediyesi’ne bağlı Katı Atık Yönetim Birliği. Avrupa Birliği kapsamında gerçekleştirilen katı atıkla ilgili projeyi hayata geçirmek için, atık ambalajla ilgili geri kazanım kumbaraları, vinçli araç, ve 20 metreküplük konteynerler temin edilerek geri dönüşüm merkezi oluşturuldu. Ambalaj atıklarının toplanarak ayrıştırıldığı tesisin oluşturulması yönündeki ilk çalışma olarak yaklaşık 16bin konutu içeren halka yönelik bilgilendirme çalışması gerçekleştirildi.

Yaklaşık bir senedir faaliyet gösteren merkez, 2 bin 554 ton kağıt, karton, plastik, cam, metal, ve alüminyumu çöpten ayrı olarak kaynağından toplayıp, depolama sahasına götürmeden geri kazanılmasını sağlamıştır. Bu sayede, 50 bin ağacın kesilmesine engel olarak 100 hektar ormanın kurtarılmasına ek olarak, 51 bin ton petrol, 3 milyon 500 bin ton su tasarrufu, ve 37 bin megavat elektrik tasarrufu sağlanarak 115 bin ton karbondioksitin de atmosfere salınımının önlendiğini düşünmek bile insanı motive etmeye yetecek cinsten!

Projenin bir diğer avantajı ise önceden ayrıştırma işiyle uğraşan hurdacıları da sisteme dahil etmesi. Hurdacıların kendi imkanlarıyla yapıldığı zaman sağlıksız iş koşullarında ve çoğu zaman kayıt dışı gerçekleştirilen bu işlem, hurdacıların proje kapsamında hizmet vermesiyle planlı ve programlı bir şekilde kayıt altına alarak tüm çöplerin daha verimli bir şekilde toplanılıp ayrıştırılmasını mümkün kılıyor.

Bir zamanlar severek kullandığınız ama artık eski model kaldığı veya çalışmadığı için elden çıkarmak istediğiniz elektronik atıkların daha sonra ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Örnek verecek olursak, Avrupalılar yılda kişi başı ortalama 20 kilo elektronik hurda üretiyor. Büyük bir çoğunluğunu vadesini dolduran buzdolabı, video ve bilgisayar gibi elektronik cihazların oluşturduğu bu atıklar, değerli hammadenin ziyan olmasına neden olmakla birlikte, insan sağlığı açısından gayet zararlı zehirli maddelerin ev atıklarına karışmasına neden oluyor.

Bu hammadelerin, gelecekte birşeyler üretmek isteyecek olan çocuklarımıza ait olduğunu düşünen Avrupa Parlamentosu, vadesini doldurmuş elektronik cihazlardan oluşan atıkların imha edilmesiyle ilgili yasa tasarısını görüşüyor. Yasanın esas amacı, bu hammadelerin verimli bir şekilde kullanılmasını ve geri dönüştürülmesini sağlamak. Bu sayede, geri dönüştürülmek üzere toplanan elektronik hurda miktarı arttırılabilir ve doğal kaynaklara olan bağımlılık azaltılabilir. Avrupa Parlamentosu, tasarı sayesinde 2016 yılına kadar ev atıklarına karışan elektronik hurdaların yüzde seksen beş (85%)'inin yine Avrupa’da geri dönüşüm için ayrıştırılmasını planlıyor. Bunu mümkün kılmak için, elektronik cihaz satıcılarının, aralarında eski elektrikli diş fırçası ve bir milyonun tanesinin 250 kilogram gümüş ve 25 kilogram altın anlamına geldiği halde günümüzde sadece yüzde iki (2%)’sinin toplandığı mobil telefonlar gibi ürünlerin bulunduğu eski cihazları tüketiciden geri alarak sisteme katması sağlanacaktır.

Evdeki atıkları “çöp” olarak düşünmeden elden çıkarmak ancak eğitim seviyesi düşük toplumların benimsediği bir yaklaşımdır! Bugün sizin işinize yarayamayan bir malzeme, basit birkaç işlemden geçerek yeniden değerlendirilebilir ve başkalarının hayatını kolaylaştırmak üzere yeniden piyasaya sürülebilir. 

Atıkların geri dönüşümünü sağlamak hem doğal kaynaklara olan bağımlılığımızı azaltır, hem de enerji tasarrufu yapmamızı sağlar. Özellikle kağıt, karton, cam şişeler, ve teneke kutular gibi malzemeler dünyanın çoğu yerinde yeniden değerlendirilmek üzere belediyeler tarafından toplanılıyor. Yurkarda bahsedilen her bir projeyi kendimize örnek alarak ülkemizin de dünyanın gelişmiş ülkeleri ile yarışır duruma gelmesi kendi elimizdedir...


Çise Ünlüer (1 Mayıs 2011)
ciseunluer@gmail.com

21/04/2011

Dünya Günü


22 Nisan Dünya Günü’nün ne olduğunu ve hangi amaçla kutlandığını biliyor musunuz? Bu gün, ilk olarak 1969 yılında San Francisco’da düzenlenen Ulusal UNESCO Dünya Konferansında bir barış aktivisti olan John McConnell tarafından ortaya atılmış bir fikirdir. İsminden de anlaşılacağı gibi, Dünya Günü, dünyamızın yaşamı ve güzelliğini kutlayarak karşı karşıya kaldığı çevresel tehditlere dikkat çekmek ve duyarlılığı arttırmak amacı ile başlatılan bir girişimdir.

İlk olarak Amerika’da 1970 yılında kutlanan Dünya Günü için belirlenen tarih gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart olmuştur. Daha sonra, çevre sorunlarına büyük dikkat çekmeyi başaran Wisconsin Senatörü Gaylord Nelson’un desteği ile, 22 Nisan 1970 günü, ilk Dünya Günü kutlamaları olarak tarihe geçmiştir. Bu kutlamalara 20 milyon kişi katılmış, düzenelenen birçok konferans ve sempozyum sonrasında ABD’nin ilk “Temiz Hava” ve “Temiz Su” yasaları hazırlanmıştır.

2011 yılında 41. yıldönümü kutlanılan Dünya Günü’nü günümüzde de kutlayan ve destek veren birçok kamu, yerel, sivil ve özel  kuruluşlar bulunuyor. Bu kutlamalar çerçevesinde bu güne kadar işlenilen konular arasında suya erişim imkanları, sağlık ve doğru kullanma gibi insan sağlığı açısından büyük önem taşıyan başlıklar yer alıyor.

Özetlemek gerekirse, Dünya Günü, ulusal, yerel ve bölgesel boyutta dünyamızın devamlılığı için gerekli olan konulara dikkat çekiyor. Ancak sadece bu günün varlığının farkında olmak, geleceğimizi garanti altına almaya yetmiyor! Dünya üzerindeki varlığımızın devamı ve bu süre boyunca dünyaya verilecek zararın en aza indirilmesi için harekete geçmemiz şart!

Peki, Dünya Günü çerçevesinde yerel ölçekte neler yapılabilir? Öncelikle çevremizdekilerin bu konudan haberdar olduklarına emin olarak mümkün olan herkesin biraraya gelmesi ile fikirler üretilebilir. Eğitmenler ve öğrencilerle birlikte çevre korunması başlığı altında, neden olduğumuz atık miktarının azaltılması, enerji tasarrufu, ve geri dönüşüm gibi alanlarda çalışmalar düzenlenebilir.

Bilinçli bir toplum yaratma yolunda, daha az plastik poşet kullanımını teşvik etmek için marketler önünde tekrar tekrar kullanılabilen bez torbalar dağıtılabilir; su ve enerji tasarrufu konusunda herkesin ilgisini çekebilecek seminerler düzenlenebilir. Çocuklarımızın eğlenerek çevreyi korumayı öğrenebilecekleri aktiviteler planlanabilir, bunlara büyüklerin de katılımı teşvik edilebilir.

Örneğin su konusunu ele alalım. Bu konuda uluslararası ve ulusal veriler bir araya getirilerek su eğitim klavuzuna dönüştürülebilir. Halkımızın su kullanma alışkanlıkları incelenerek suyu ekonomik kullanma yolları tartışılabilir ve bu konuda gerekli kampanyalar başlatılabilir. Ülke çapında farkındalığı arttırmak için seminer ve konferanslar düzenlenebilir, okullarda ise çevre panoları ve farklı aktivitelerle Dünya Günü tanıtılabilir. Bu günün bir parçası olarak, fidan dikimleri ve doğa yürüyüşleri düzenlenebilir; çevredeki doğal su kaynakları,  içme suyu veya atık su arıtma tesisleri gezilebilir, bilgi alınabilir.

Ülkemizde yapılan yatırılmlar hakkında bilgi almak ve bu bilgiyi başkalarına aktarmak büyük önem taşır. Dünya Günü için yerel çevre grupları ile iletişime geçip bu gün için neler planladıklarını ve nasıl katkıda bulunacağınızı öğreniniz. Bireysel aktivitelerin yanında, kuruluşlar da, çevre konularında herkesi  bir araya getirerek harekete geçirecek Dünya Günü panayırı, uçurtma şenliği, piknik, doğa yürüyüşü, konser, ve kermesler gibi bir eğitim faaliyetleri planlayabilir; halkımızı bu konuda yaptıkları girişimlerden haberdar edebilir.

Bir günlüğüne bile olsa, dünya üzerinde olan etkinizi bir düşünün. Hayatınızda büyük değişiklikler yapmadan yeni şeyler deneyin. Mesela bugün arabanızı kullanmak yerine otobüse binin, markete giderken yanınızda kendi çantanızı götürüp aldıklarınızı bunun içine yerleştirin, saatlerce televizyon karşısında oturumak yerine yürüyüşe çıkın, daha kısa süren duşlar alın... Göreceksiniz ki bu aktivitelerin hiçbiri kişisel anlamda büyük değişiklikler gerektirmeden, bir araya geldiği zaman dünya üzerinde büyük fark yaratacak bir etkiye sahip.

Dünyamıza bir gün değil, her gün sahip çıkın!


Çise Ünlüer (24 Nisan 2011)
ciseunluer@gmail.com

16/04/2011

Dünyayı Kurtarma Yolunda


Küresel ısınma ve birlikte getirdiği iklim değişikliği hepimizi yakından ilgilendiriyor. Karbon emisyonlarını azaltmak için yapılan tüm girişimlerin tamamı ile işe yaramadığı ortada. Politikacılar bu konuda çeşitli girişimlerde bulunuyor gibi gösteredursunlar, gerçek ilerleme bilim adamları tarafından gerçekleştiriliyor.

Küresel ısınmayı durdurmak artık imkansız olsa da etkilerini yavaşlatmak mümkün. Bu noktadan hareket ederek bilim adamları gökyüzünün ve denizlerin doğasını değiştirecek araştırmalar üzerinde yoğunlaşıyor ve insanlığın geleceğini tehlike altına sokan sorunlara çözümler üretiyor.

Küresel ısınmaya karşı geliştirilen projelerden bazıları diğerlerine göre daha öne çıkıyor. Bunlardan biri yüksek miktarda karbondioksit emen sentetik ağaçlar. Yeni geliştirilen bu teknoloji sayesinde büyüyüp çiçek verme gibi özellikler göstermeden karbondioksit emebilen sentetik ağaçların sadece bir tanesinin, yaklaşık 15 bin aracın yaydığı karbondioksit miktarına eşit olan yılda 90 bin ton karbondioksiti emebileceği bildirildi. Normal ağaçlara kıyaslandığında, sentetik ağaçlar binlerce normal ağacın toplamda emebileceği karbondioksiti bünyelerine alabiliyorlar.

Akademisyenler tarafından geliştirilmiş bir başka olası çözüm ise büyük volkanik patlamalar sonucunda stratosfere püskürtülen sülfür örtülerini kullanılarak dünya çapında sıcaklığın azaltılması. Güneşten gelen ışınların dünyaya ulaşmasını engelleyebilecek kapasitede olan sülfür örtülerini yaratmak için içerisinde sülfür bulunduran yüzlerce roketin stratosfere gönderilmesi söz konusu. Yapılan hesaplamalara göre, dünyayı kurtarmak için yaklaşık bir milyon ton sülfür gerekli. Ancak her projede olduğu gibi bu durumun da belirli olumsuz yanları bulunuyor. Bunlardan bir tanesi, havaya gönderilen yüksek miktarda sülfürün daha sonra asit yağmurlarına yol açabileceği ve ozon tabakasına kalıcı bir zarar verebileceği ihtimali.

Çözüm geliştirme yolunda ortaya atılan fikirlerden bir diğeri, deniz suyundan yararlanılarak dünya üzerindeki bulut miktarlarının arttırılması ve bu sayede dünyanın güneşin radyoaktif ışınlarından korunması. Bu yaklaşım, karbondioksit salınımını aza indirecek en az masraflı projelerden biri olduğu için tercih ediliyor. Üniversitelerde yapılan araştırmalar sonucuna göre birkaç yıl içinde deneme aşamasına geçilmesi bekleniyor. Projenin olası yan etkilerinden en önde geleni neden olabileceği muhtemel hava değişikliklerinin canlılar üzerindeki etkileri.

Güneşin yaydığı radyasyonun, dünyayı ısıtmakla kalmayıp, yaşamın devamlılığını mümkün kıldığını hepimiz biliyoruz. Ancak insan sağlığı üzerindeki istenilmeyen etkilerinden dolayı dünyaya ulaşan radyasyon miktarının kısıtlanması büyük önem taşıyor. Bunu sağlamanın bir yolu uzaya dev aynalar yerleştirmek. California Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarları’nda gerçekleştirilen bu proje kapsamında alüminyum ipliklerle yapılan binlerce metrelik çapı olan ekranları uzaya yerleştirerek güneş ışınlarının bloke edilmesi ve radyasyonun filtrelenmesi planlanılıyor. Gernel olarak maliyetleri yüksek olsa da, ekranlar bir kez yerleştirildiğinde çalıştırılmalarının çok kolay ve ucuz olması bekleniliyor. Güneşten gelen radyasyonun yüzde bir (1%)’ini kısacak aynalar, yaklaşık 1 milyon kilometrekare yer kaplayacak şelkilde tasarlanılıyor.

Küresel ısınmanın etkilerinin yavaşlatılması yolunda öne atılan bir başka fikir ise deniz yüzeyine soğuk su pompalayacak yatay boruların kullanılması. Bu projenin hayata geçmesi ile soğuk su, özel yosunlar sayesinde bazı yaşam formlarıyla etkileşime girerek karbondioksit emilimini sağlayacak. Bu yaşam formları, daha sonra okyanusun dibine çökecek ve karbonu bin yıllığına denizin derinliklerine gömecek. Ancak bu yöntemin gerçeğe dönüşmesi için deniz yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması gerekiyor.

Bilim dünyası aynı amaç için farklı türlerde fikirler geliştirirken, dünyanın birçok yerinde kullanıma giren projeler de bulunyor. Örneğin, Hollanda’nın Barendrecht kenti 2009 yılından itibaren, enerji santrallerinden meydana çıkan karbondioksiti yeraltına gömerek öncü bir girişimde bulunmuştur. Projenin ilk parçası olarak, kömür santrallerinden çıkan karbondioksit salımı yerin 2 kilometre altına gömülmüş, şehrin 10 milyon ton karbondioksit gömme olanağına sahip olduğunu hesaplanmıştır.

Küresel ısınmanın yavaşlatılması için geliştirilmiş bir başka örnek iste Avustralya hükümetinin karbondioksiti toprağın altına gömmek amaçlı inşa ettiği “Geosequestration” (karbondioksit gömülüm) tesisleri. Ülkenin güneyindeki Victoria eyaletinde inşa edilen merkez, güney yarım kürede ilk, dünyada ise sayılı tesislerden biri olarak teknik ve çevresel yönden önem taşıdığı gibi, Avustralya'da karbondioksit gömme çalışmalarının tüm dünyaya yayılmasını sağlaması ümit ediliyor. Bu proje sayesinde 100 bin ton karbondioksit yerin 2 kilometre altındaki doğal gaz rezervuarlarına pompalanılarak, fosil yakıtların neden olduğu sera gazlarının Avustralya'daki salınımının önemli oranda azaltılmasını mümkün kılmaktadır. Buna benzer projeler ABD’nin farklı yerlerinde de hayata geçirilmektedir.


Çise Ünlüer (17 Nisan 2011)
ciseunluer@gmail.com

08/04/2011

Nükleer Enerji Gerçekleri


İyi planlanmış bir nükleer santral, elektrik üretiminde önemli avantajlara sahiptir. Bunların en başında, taş kömürü kullanan ve bu nedenle atmosfere tonlarca karbon, sülfür ve fazla miktarda kirletici madde yayan elektrik santralleri ile karşılaştırıldığında, nükleer santrallerin çok daha temiz olması ve atmosfere daha az radyoaktif atık bırakması gelmektedir. Ancak nükleer enerji üretiminde kesinlikle gözardı edilemeyecek engeller olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu sorunlardan biri, uranyumun çıkartılması ve daha sonra zenginleştirilmesi sürecindeki rafine etme çalışmalarının neden olduğu yüksek miktardaki radyoaktif kirlenmedir. Buna ek olarak, düzgün çalışmayan nükleer santraller, yüksek miktarda radyoaktif atığın açığa çıkmasına sebep olan Çernobil felaketinden de görüldüğü gibi, büyük sorunlara neden olabilir. Nükleer enerjiden yararlanmayı planlayan her ülkenin, santrallerdeki fisyon tepkimelerinin çok iyi kontrol edilmeyi gerektirdiğini ve bu alanda hata toleransının yok denecek kadar az olduğunu bilmesi gerekir.

Alanında uzman eleman, atıkların depolanması ve yeterli güvenlik çalışması yapıldıktan sonra nükleer santrallerin çevrelerine büyük çaplı zararlarlar verdiği herhangi bir olayın gerçekleşme ihtimali düşük olsa da sıfır değildir. Bunun en iyi örneği, bugüne kadar çevreye zarar verebilecek ölçüde yaşanan üç büyük nükleer santral kazasıdır.

1957 yılında İskoçya'da meydana gelen Windscale kazasında reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmasına rağmen insan ölümüyle sonuçlanan bir olay meydana gelmemiştir. İşletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatasının kazaya dönüşmesiyle 1979 yılında ABD'de meydana gelen Three Mile Island kazasında ise kısmi reaktör kalbi ergimesi meydana gelmesine rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmamıştır. Ancak her nükleer kaza bu iki örnekte olduğu kadar rahat atlatılmamıştır. İnsan ve inşaat hatalarından kaynaklanan Çernobil reaktör kazası buna verilebilecek en iyi örnek.

26 Nisan 1986'da Ukrayna'daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşayan 336bin insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4bin doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600bin kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştur. İnsan ölümüne neden olmuş tek ticari nükleer santral kazası olan Çernobil reaktör kazası, operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralde deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun inşa edilmemiş olmasından dolayı meydana gelmiştir.

Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra Türkiye de dahil olmak üzere tüm Avrupa üzerine yayılmış ve birçok insanın hayatını tehlike altına sokmuştur. Bu kazalar sonucunda, en iyi bilinenleri Greenpeace,  Yeşiller Partisi, Nükleer Karşıtı Platfom (NKP) ve Küresel Eylem Grubu (KEG) olan, dünyanın birçok yerinde, günümüze kadar uzayan nükleer karşıtı gruplar oluşmuştur.  Bu gruplara karşı, nükleer enerjinin çevre sorununa hiçbir şekilde neden olmadığını bilimsel ve siyasi olarak da savunan  ve kömüre oranla daha az karbondioksit salınımına sebep olduğu için çevreci olduğunu iddia eden nükleer lobi grupları da mevcuttur.

Nükleer enerjiye karşı olan grupların başında gelen Greenpeace’e göre, güvenlik açıklarından, atık sorununa, artan maliyet ve inşaat sürelerine kadar pek çok konuda harcanan milyarlarca dolara rağmen son 60 yılda hiçbir sorununa çözüm bulunamayan nükleer enerji, dünyanın en kirli ve riskli enerji kaynağı olarak anılıyor. Her ne kadar da yeni, güvenli ve temiz bir enerji kaynağı olarak tanıtılmaya çalışılısa da, nükleer enerji hakkında söylenen yalanları göz ardı etmemek gerek. Japonya’da olduğu gibi, nükleer reaktörlerde gerçekleşebilecek herhangi bir kaza esnasında büyük miktarda radyasyonun doğaya salınması kaçınılmaz olacağından, tam anlamıyla güvenilir reaktörler hep bir masal olarak kalmaya devam edecek.

Söküm, atık ve çevresel maliyetler hesaplığında dünyanın en pahalı enerjisi halini alan nükleer enerji, karbon salımını azaltmadığı gibi; sadece elektrik üretimi için kullanıldığından ısınma, sıcak su ve ulaşım ihtiyaçları için fosil yakıtları kullanmaya mecbur kılıyor ve böylece iklim değişikliğini engellemeye giden yolu tıkıyor. 2030 yılına kadar nükleer santrallerin kapasitesi iki katına çıkartılsa bile, bu miktar genel karbon salım miktarını sadece yüzde beş (5%) oranında azaltacağından küresel ısınmanın etkilerini azaltma yolunda etkili olmayacak.

Peki İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasının yapımı sırasında yürütülen gizlilik politikasının, günümüzde nükleer enerji projeleri için de devam ettirildiğini biliyor muydunuz? Normal işletim halinde dahi havaya ve suya radyoaktif maddelerin salınmasına neden olan nükleer santraller hakkında bilgimiz kısıtılı olmakla birlikte, gereken önlemlerin alınmadığı da bilinen bir gerçek.

Günün sonunda, hiçbir nükleer santralin tamamen güvenli olduğu söylenemez. Herhangi bir olası hataya yer vermemek için, bu konuda uzman ekipler tarafından emniyet katsayısı yüksek tutularak üretim yapılması, ve ortaya çıkan radyoaktif atıkların doğaya zarar vermeyecek şekilde taşınması ve gözetim altında uzun yıllar güvenle saklanması gerekmektedir. Bu kadar dikkat gerektiren bir alanda Türkiye gibi nükleer santral inşaasına yeni adım atmak isteyen ülkeleri bekleyen tehlikeler ciddi sorunların ortaya çıkma riskini artırdığından düşünce kaldıracak boyutlardadır.

Milletvekillerini nükleer yasa için “hayır” oyu kullanmaya çağıran karşıt gruplar, kapalı kapılar ardında hazırlanan bu anlaşmanın yanlış enerji politikalarını devam ettirdiğine ve hiçbir demokratik teamüle uygun olmadığına inanıyor. Gelecekte ihityaç duyacağımız enerjiyi karşılamak için son derece sürdürülebilir, temiz ve güvenli olan yenilenebilir enerji yerine gayet kirletici, riskli, ve pahalı olan nükleer enerji karşısında sesinizi duyurmak istiyorsanız Greenpeace ve benzeri grupların düzenlediği kampanyalar hakkında daha fazla bilgiye nukleer.greenpeace.org adresinden ulaşabilirsiniz. Dünyamızın geleceğine katkıda bulunmanın tam zamanı!


Çise Ünlüer (10 Nisan 2011)
ciseunluer@gmail.com

02/04/2011

Nükleer Enerji Geliyorum Demez



İtiraf edin ki, Japonya’yı vuran felaketten sonra, olası bir depremde Türkiye’nin Akkuyu’ya kuruyor olduğu nükleer enerji santrallerinin hepimizin hayatını nasıl etkileyeceği kafanızı biraz da olsa kurcalamanıza neden oldu! Nasıl olmasın ki? Bugün Japonya, deprem ve ardına gelen tsunami yüzünden zarar gören santrallerinden çıkan nükleer sızıntı ile başetmeye çalışıyor. Radyasyonun yiyeceklere bulaşmış olmasına ek olarak süt ve özellikle içme suyundaki normallerin üzerindeki radyasyon seviyeleri gerçekten düşündürücü. Her ne kadar yetkililer halkı rahatlatmak için panik yapılacak bir durumun olmadığını iddia etmiş olsalar bile, etkilenen bölglere yakın yaşayan insanların sağlığı için endişe etmemek elde değil.

Her zaman savunuyoruz, konu ne olursa olsun, ilk adım bilinçlenmek olmalı diye. Nükleer enerjinin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu gerçekten biliyor musunuz? İddia ederim ki çoğumuzun bu konuda olan bilgisi, Japonya’daki olayları yansıtan haberlerden öğrendiklerimizle sınırlı.

1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından bir rastlantı sonucu keşfedilen nükleer enerji, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türü olmakla birlikte, füzyon, fisyon, ve yarılanma diye tanımlanan üç nükleer reaksiyondan biri ile oluşur. Bu reaksiyonlardan “füzyon”, atomik parçacıkların birleşme reaksiyonuna verilen isimdir. Başka bir değişle, hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları meydana getirdiği nükleer tepkimelere füzyon tepkimesi denir. Ağır radyoaktif maddelerin, dışardan nötron bombardımanına tutularak daha küçük atomlara parçalanması olayını tanımlayan “fisyon” reaksiyonu, atom çekirdeğinin zorlanmış olarak parçalanmasını anlatır. Üçüncü reaksiyon “yarılanma” ise çekirdeğin parçalanarak daha kararlı hale geçmesidir. Füzyon tepkimelerine örnek olarak güneş patlamaları, fisyon tepkimeleri için ise nükleer santrallerde kullanılan tepkimeler, atom bombası teknolojisi gibi faaliyetler gösterilebilir.

Bugün dünya üzerinde 436 nükleer reaktör bulunuyor. Yapımına 13 ülkede devam edilen 56 reaktörün 12 tanesinin inşaası, 20 yıldan uzun süredir devam etmektedir. Nükleer enerji günümüz elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde onyedi (17%)′sini karşılamaktadır. Enerjilerinin büyük bir kısmını nükleer santrallerden üreten ülkelerin başında elektrik enerjisinin yüzde yetmişbeş (75%)′ini nükleer enerjiden sağlayan Fransa gelmektedir. Buna kıyasla Amerika, enerjisinin yüzde onbeş (15%)′ini buradan karşılıyor olmasına rağmen dünya çapında bulunan 400′den fazla nükleer santralin 100′den fazlası sadece Amerika’da yer almaktadır.

Peki nükleer santraller nasıl çalışır? Kısaca anlatacak olursak, santrallerde kullanılan zenginleştirilmiş Uranyumun fisyon tepkimesine girerek bölünmesi sonucunda açığa çok yüksek miktarda enerji çıkar. Bu bölünme için, nötronlar yüksek bir hızla uranyum elementinin çekirdeğine çarpar. Bu çarpışma çekirdeğin kararsız hale geçmesine ve sonrasında büyük bir enerji açığa çıkartan fisyon tepkimesine neden olur. Gerçekleşen tetikleyici ilk fisyon tepkimesi sonucunda ortama nötronlar yayılır. Bu nötronlar diğer uranyum çekirdeklerine çarparak fisyonu elementin her atom çekirdeğinde gerçekleştirene kadar devam eder.

Uranyumun fisyon tepkimesine girmesiyle oluşan enerji su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Yüksek sıcaklıktaki bu buhar, elektrik jeneratörüne bağlı olan türbinlere verilerek türbin şaftını çevirir ve jeneratörün elektrik enerjisi üretmesi sağlanır. Jeneratörde oluşan elektrik ise iletim hatları sayesinde kullanıcılarına ulaştırılır. Öte yandan türbinden çıkan basınç ve sıcaklığı düşmüş buhar, tekrar kullanılmak üzere yoğunlaştırıcıya yönelip su haline geldikten sonra tekrar bölünme ile açığa çıkan enerji ile ısıtılıp buhar haline getirilir ve döngü devam eder.

İyi kontrol edilen bir sistem içerisinde çalıştırıldığı süre boyunca tehlikesiz görünen nükleer enerjinin, günümüzün ve geleceğin en önemli enerji kaynaklarından biri olduğunu düşünenler ağırlıktadır. Özellikle petrol ve doğalgazın yenilenebilir olmayışından dolayı günümüzde birçok ülke nükleer enerjiden en iyi şekilde faydalanmak için nükleer araştırmalara yönelmiştir. Ancak bugüne kadar insan hatalarından dolayı ortaya gelen nükleer kazaların önüne geçmek mümkün olmadığı gibi bu kazalardan ne kadar ders çıkarıldığı da muammadır.

Önümüzdeki hafta, nükleer enerjinin gerçeklerine ve tarihte meydana gelmiş kazalardan ders almayıp gerçekleri gözardı eden devletleri bekleyen tehlikeler karşısında atılacak adımlara değineceğiz.

Çise Ünlüer (3 Nisan 2011)