Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

30/06/2012

Doğanın İntikamı




İklim değişikliğinin hayatımızı nasıl etkilediği ve etkileyeceğinden daha önce bahsetmiştik. Bu değişikliklerden biri istenmeyen göçler. Asya Kalkınma Bankası’nın uyarılarına göre iklim değişikliği 2010-2011 yıllarında doğal afetlerden dolayı 42 milyon insanın evlerini terkettiği Asya’da toplu göçe neden olacak. Özellikle Pakistan ve Çin’de meydana gelen ve 30 milyon insanın yaşadıkları bölgeyi terketmesine neden olan seller iklim değişikliğinin hayatımızı nasıl etkileyebileceğinin iyi bir örneği. Kalkınma Bankası'nın bu konuda hazırladığı rapor, hükümetlere iklim kalkınma stratejileri ve bu sürece uyum önerileri ile iklim değişikliğinin artan göç hareketleri üzerindeki etkisini nasıl azaltacaklarına dair tavsiyeler sunuyor. Rapora göre iklim değişikliklerine karşı en savunmasız ülkeler arasında Asya-Pasifik bölgesinde yoğunlaşan Bangladeş, Hindistan, Nepal, Filipinler, Afganistan ve Myanmar geliyor.

Dünyanın en fazla göç yaşayan ülkeleri ise Çin, Hindistan ve Filipinler. Tahminlere göre bu ülkeler sırasıyla 35 milyon, 20 milyon ve 7 milyon göçmen veriyor. Tabii iklim değişikliği gibi bir sorunu kullanarak bazı hazırlıklar yapmak ve bu sayede hayat kalitesini biraz olsun geliştirmek mümkün. Örneğin, yaşam kalitesini arttırmak için kalkınma sürecini iyileştirmek, uzun vadeli çevre değişikliğine uyum sağlayacak kalkınma projeleri hazırlamak, afet riski yönetimini modernleştirmek, sosyal güvenliğe yatırım yapmak ve işgücünü ihtiyaç bölgelerine yönlendirmek mümkün.

Bu yönde yapılan çalışmalardan biri altında Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın koordinasyonunu üstlendiği ve geçen yıl Mayıs ayında başlatılan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı çerçevesinde Sağlık Bakanlığı, ilgili kuruluşların da katılımıyla aşırı hava olaylarının insan sağlığı üzerindeki etkilerini belirlemek için harekete geçti. Bu alanda yapılan ve 2020 yılına kadar sürecek olan çalışmalar, sıcak dalgaları, kasırgalar, seller ve kuraklık gibi aşırı hava olaylarının, mevcut ve geleceğe dair iklim projeksiyonlarına dayanarak insan sağlığı üzerindeki etkilerini ve risklerini değerlendirecek. Buna göre, aşırı hava olaylarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin azaltılması için erken uyarı sistemleri kurularak yaygınlaştırılacak ve acil durum uyarıları yapılacak.

Valilikler, Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerin işbirliği ile üretilecek olan çalışma bulaşıcı hastalık ve sağlık risklerinin iklim değişikliği ile aralarındaki bağın araştırılarak önlemlerin belirlenmesini sağlaycak. Bulaşıcı hastalıklar ve iklim değişikliği arasındaki mevcut ve gelecekteki ilişki araştırılarak takibe alınacak, halk sağlığı açısından riskli bölgeler ve buralarda alınacak tedbirler belirlenecek. İklim değişikliğine bağlı risk haritalarından yararlanarak bölgesel tropikal hastalıklar için tanı laboratuvarları oluşturacak çalışmaya yerel yönetimler de destek verecek. Bu sayede ulusal sağlık sistemindeki iklim değişikliği kaynaklı riskler ile mücadele kapasitesi geliştirilecek ve riskli bölgelerde acil müdahale eylem planlarının oluşturulacak.

Sadece yurt içinde değil yurt dışında da iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerine etkileri konusunda çalışan uluslararası kuruluşlar ve ülkelerle işbirliği yapılacak. İklim değişikliğinden etkilenen ve etkilenmesi beklenen tüm halkın olası bulaşıcı hastalıklar ve aşırı hava olayları esnasında yapmaları gerekenleri anlatan kılavuzlar hazırlanacak, yaygınlaştırılacak ve periyodik eğitimler verilecek. “İklim Değişikliği Uyum Programı” adı altında tüm ülkeye duyurulacak olan çalışma kapsamında koruyucu sağlık hizmetleri, aile sağlığı sistemi çalışanlarına yönelik iklim değişikliğine bağlı sağlık riskleri konusunda kapasite geliştirme faaliyetleri gerçekleştirecek.

İklim değişikliğinin yakından etkilendiği noktalardan biri Karadeniz. Küresel ısınmanın etkisi ile Karadeniz gölleri Akdeniz'den gelen tuzlu su yüzünden deniz karakteristiği edinmeye başladı. Bunun yanında, Karadeniz'deki balık türlerinin yaklaşık yüzde atmış (60%)'ının Akdeniz orijinli balıklardan oluşması ilk defa tespit edildi. Akdeniz orijinli 5 kaya balığı türünün daha önce Karadeniz bölgesinde yaşadığı bilinmiyordu. İklim değişikliğine bağlı olarak Karadeniz'in sıcaklığının artması ve dolayısı ile Akdeniz flora ve faunasının Karadeniz'e geçişinde de artış olması bekleniyor. Bu noktada unutmamak gerek ki Karadeniz'in ekosisteminde gerçekleşen değişiklikler mevcut oturmuş sisteme dışarıdan yapılan olumsuz müdahale yüzündendir. Özellikle tuzluluk ve sıcaklıkta görülen ciddi artış yüzünden Marmara'ya kadar ulaşan Kızıldeniz orijinli türler Karadeniz'e geçerek yerleşik popülasyon oluşturabilir. Bu da yerleşik doğal Karadeniz balıkları ile rekabete ve dolayısı ile Karadeniz'e özgü bazı türlerde azalmaya neden olabilir.

Geçtiğimiz yıl aşırı soğukların Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı dondurduğunu gördük. Bu yetmezmiş gibi önümüzdeki 15 yılın güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi ve küresel ısınmanın yerini artık “mini buzul çağı”nın alması bekleniyor. Daha yakından bakacak olursak, İngiltere’de yapılan bir araştırma çerçevesinde 30 bin ayrı meteoroloji ölçüm istasyonundan toplanan bilgilerden, dünyadaki hava sıcaklıklarının yükselmesinin 1998 yılında durduğu bulgusuna ulaşıldı. Veriler, önümüzdeki 15 yılın normalinden çok daha yavaş meydana gelen güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçeceğini ortaya koyuyor. Bu yavaşlama, güneş üzerindeki lekelerin ve kutuplara yakın bölgelerdeki faaliyetlerin azalmasından da gözlemlenebiliyor.

Türkiye ve Avrupa’dan daha uzak bir noktaya bakacak olursak, dünyanın en hızlı büyüyen güçlerinden biri olan Çin'in orta kesimindeki Hubey eyaletinin Şıyen şehrinde şiddetli kuraklık nedeniyle yaklaşık 80 bin kişi içme suyu sıkıntısı çekiyor. Bu yetmezmiş gibi kuraklık sebebiyle geleceği tehlike altında olan tarım alanları ve depoladıkları su miktarı gittikçe azalan bölge barajları halkın gittikçe endişelenmesine neden oluyor.

İklim uzmanları uyarıyor: Sel felekatleri, kuraklık ve sıcak hava dalgası gibi aşırı hava koşulları, yakın gelecekte daha da artacak. Dünya nüfusunun üçte ikisi su kenarında yaşadığı için, küresel ısınmanın yol açacağı okyanuslardaki su seviyesinin yükselmesi, kıyı kentlerini doğrudan tehdit ediyor. Adamızın bu değişiklikten nasibini alacağı kesin.


Çise Ünlüer (1 Temmuz 2012)
ciseunluer@gmail.com

Organik Sektörü




Sağlıklı bir yaşam için doğru beslenmemiz ve günlük hayattaki ürün tercihlerimize dikkat etmemiz gerektiğini biliyoruz. Bugün kozmetikten gıdaya, farklı alanlarda yaptığımız tercihlerin bizi nasıl etkilediğinden, daha sağlıklı hayatlar sürebilmek için tercih edebileceğimiz alternatif ürünlerden, ve farklı ülkelerin bu konudaki girişimlerinden bahsetmek istiyorum.

Dış dünya ile esas temas noktamız olan cildimizin gün boyunca maruz kaldığı havadaki maddeler doğrudan bünyemiza katılıyor. Her ne kadar cildimize temas eden havayı kontrol edemesek de kullandığımız kozmetik ürünlerde veya giydiğimiz kıyafetlerde doğru seçimler yaparak vücudumuza zarar gelmesini önlememiz mümkün.

Gelin giydiğimiz kıyafetleri çok çabuk ele alalım. Sıkça tercih edilen gömleklerin ana malzemesi olan pamuk, işlenirken böcek ilacı, suni gübre ve daha birçok toksik malzemeye maruz kalır. Bu durum kozmetik ürünlerde de farklı değil. Daha genç ve sağlıklı olamabilmek için cildimize sürdüğümüz kozmetik ürünlerin içerisinde birçok tehlikeli kimyasal maddeler bulunuyor. Bunların en başında kanserojen tehlikeleri olan parabens geliyor. Oysa bilinçli seçimlerle organik ürünlere yönelerek cildinizi zehirlemekten vazgeçebiliriz. Aralarında nerdeyse 100% organik ürünlerden oluşan Burt’s Bees, NUXE, Biotherm Skin Ergetic ve Body Shop Nutriganics ve Earth Lovers’un bulunduğu doğal ürünler içerlerinde paraben, sülfat ve renklendiriciler bulundurmuyor.

Sağlıklı bir cilt için sağlıklı beslenmenin önemini bilmeyen yok. Hangi beslenme uzmanına sorarsanız sorun, bol sebze ve meyve tüketiminin dengeli bir beslenmede gerekli olduğunu vurgulayacaktır. Oysa son aylarda sıkça duyduğumuz yüksek oranda tarım ilacı bulunduran bitkilerin sağlığımız açısından ne kadar yararlı olduğu düşünce kaldırır. Her ne kadar üzücü de olsa, bu kötü haberlerin tüketiciler olarak bizleri uyandırmak, organik ürünlerin gerekliliğini biraz daha anlamak ve sağlıklı gıdalara yönelmek açısından büyük önem taşıdıklarını düşünüyorum.

Azımsanamayacak derecede tehlike saçan bu tarım ilaçlarının çocuklarımıza da verdiğimiz sebzelerde bulunması evimize kadar getirdiğimiz gıdaları özenle seçmemize neden oluyor. Tabii herşeyden sağlıklısı insanın mümkün oldukça kendi gıdasını üretmesi. Ancak herkesin bunu yapabilecek zamanı veya fırsatı olmayabilir. Ülkemizde belirli ürünlerin organik olanlarını marketlerde bulmak mevcut. Özellikle süt, et, ve ürünlerinin organiklerini tüketmekte yarar var. Hele bir de hayvanlara verilen antibiyotik ve GDO’lu yemleri düşünürsek, bu gıdaların organik olmayanlarını tüketmek büyük bir risk!

Organiğe yüksek talep gösteren toplumlardan biri Almanlar. Almaya’da artık her 5 kişiden biri haftada en az bir kez organik ürün satın alıyor. Geçtiğimiz yıl organik ürünlere 6 buçuk milyar euro para harcayan ülkede her yıl sık sık düzenlenen organik ürünler fuarında Avrupa’nın farklı noktalarından gelen çeşit çeşit sebzeyle karşılaşmak mümkün. Almanya’da organik ürünlere olan talep 2011 yılına kıyasla yüzde on (10%)’luk bir artış gösterdi. Bu talebe yetişemeyen yerli ziraatçiler çareyi yurtdışından ithal edilen organik ürünlerde buldu. Ülkeye giren organik süt ve etin büyük bir kısmı Avusturya, Danimarka, Hollanda ve İtalya’dan ithal edilirken; pirinç, kahve ve muz ihtiyaçları Pakistan, Ekvador ve Brezilya gibi uzak ülkelerden karşılanmaya çalışılıyor.

Almanya, bu kadar uzak mesafelerden getirilen organik ürünlerin bozulmadan tüketiciye ulaştırılması ve organik sertifikalarında belirtilen şartlara uyulması için büyük çaba sarfediyor. Durum böyle olunca, standartlara ve kurallara önem veren Alman pazarında tutunmak isteyen organik üreticilerin, Avrupa standartlarına uygun üretim yapıp, ona uygun sertifikayı taşıması gerekiyor. Tabii oraganik ürün sertifikalandırma konusunda zorluklar yaşayan üreticiler de yok değil çünkü dünyanın farklı noktlarındaki standartlar Avrupa’daki standartlar ile tam olarak uyuşmuyor. Arjantin, Kosta Rika ve Hindistan gibi ülkeler AB Komisyonu ile ticaret kolaylığı konusunda uzlaşmış olsa da Çin gibi diğer büyük organik üreticiler, sık sık eleştirilerin hedefinde bulunuyor. Ancak son yılların en büyük organik ürün skandalı, Almanya’ya da ithal ürün gönderen İtalya’nın 220 milyon euro değerinde sahte sertifikalı ürün ihraç etmesi!

Yiyecekten kıyafete organik pazarda büyük rol oynayan bir başka ülke Hindistan. Almanya’ya büyük oranda organik çay satışı yapan ve şu anda dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı durumunda olan Hindistan’ın hedefi ise şimdi, Avrupa'da yıldızı gün geçtikçe parlayan organik tekstil pazarından büyük pay almak. Bu doğrultuda Hindistan, organik baharat sektörüne ek olarak organik pamuğa ağırlık veriyor.

Günün sonunda geleceği görebilien ve ona göre adımlar atabilen ülkeler kazanıyor. Organik ürünlere olan talep şu an oldukça yüksek ve artmaya devam edecek. Bu sektörden pay almak isteyen ülkeler arasındaki yarış arttıkça organik ürünlerin daha uygun fiyatlara sunulması beklenebilir.


Çise Ünlüer (24 Haziran 2012)
ciseunluer@gmail.com

14/06/2012

Haritadan Silinen Ülkeler



Bugüne kadar iklim değişikliği ile ilgili birçok noktaya değindik. Dünyanın farklı noktlarında yaşananların çoğu bize uzak veya gerçekçi bile gelmemiş olabilir. Bu yazının küresel ısınmaya inanmayan veya çok da ciddiye almayanlar için bir uyanış, bir kanıt olmasını hedefliyorum.

Hint Okyanusu’nda bulunan Maldiv Adaları’nı öyle veya böyle duymuşsunuzdur. Cennet görünümlü bu adaların 10-15 yıla kadar iklim değişikliğine kurban verilmesi bekleniyor. Sular altında kalacak olan adaların yönetimi, yaşanacaklardan tedirginlik duyan halkın geleceği için şimdiden hayatta kalma stratejileri geliştirmeye başladı. Çünkü deniz seviyesi gittikçe yükseliyor. Birleşmiş Milletler iklim uzmanlarının son hesaplamalarına göre önümüzdeki 90 yıl içinde, kutuplardaki buzulların erimesiyle denizler 60cm yükselecek. Bu haber denize göre alçak bir seviyede bulnan adalar için tamamı ile bir felaket. Maldiv Adaları’nın en yüksek tepesinin denizden yüksekliği sadece 1.5 metre kadar.  Yakın tarihte olacakları görmemek imkansız, değil mi?

Maldiv Adaları'nın Devlet Başkanı Muhammed Naşit’in konu hakkındaki açıklamaları şöyle: “Tabii ki hepimiz bir süre sonra her şeyimizi kaybetmekten endişeleniyoruz. Burada yaşayanlar balıkların azalmasından, içme suyunun tükenmesinden ve denizin adayı sular altında bırakmasıyla yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmaktan korkuyorlar. Biz hepimiz ada sakinleriyiz. Biz adalar dışında başka bir yerde yaşayamayız.”

Peki su dalgalarının evlerinin duvarlarına kadar geldiği Maldiv Adaları sakinleri için bu noktada neler yapılabilir? Halkın ülkeyi terk etmeden yaşayabilmesi için başkent Male’nin birkaç kilometre uzağında iki kilometrekarelik yapay bir ada inşa ediliyor. Beton duvarlarla çevrilen bu alanın yapımında mercan molozu ve kum dökülerek Maldiv Adaları'nın normal yüksekliğinden bir metre daha yükseltiliyor. Maldivlerin sular altında kalacağı korkusunu yaşayan halk arasından 3000 kişi şimdiden bu yeni yapılan adaya yerleşmiş durumda. Kısa bir sürede bu sayının kat kat artması bekleniyor.

Tabii ki tek sorun kutuplardaki buzulların hızla erimesine bağlı olarak okyanuslardaki su seviyesinin yükselmesi değil. Adada yaşayanlar sıcaklığın da gittikçe artmasına endişeleniyor. 3 dereceye kadar artabilecek olan Hint Okyanusu’ndaki sıcaklıklar nedeni ile tehlikeli alçak basınç alanlarının oluşması bekleniyor. Maldivlerin dışında Hindistan’da son üç yılda oluşan çöllerin sayısı da iklim değişikliğinin kendini gösterdiğinin bir başka kanıtı.

Maldivler ve çevre adaları etkileyen bir başka sorun ise hızla tükenen içme suyu ve bununla doğru orantılı yükselen su fiyatları. Maldivler’de yaşayan halkın ana geçim kaynağı olan balıkçılık ve turizme yönelik hediyelik eşya tüketimi adadaki ekonominin az çok nasıl döndüğünü ortaya koyuyor. Her yıl binlerce turisti ağırlayan adanın turizm sektöründen geliri beklenilenin çok altında çünkü dev uluslararası şirketler bu sektördeki kazancın çoğunu elde ediyor. Bu durumda adada yaşayan halkın çoğunun günlük gelirinin 26 dolardan fazla olmaması şaşırtıcı değil.

Ne yazık ki Maldiv’ler iklim değişikliği yüzünden haritadan silinecek olan tek ada ülkesi değil. Pasifik'te her yıl 2 milimetre yükselen okyanus nedeniyle her geçen gün sular altında kalan 100 bin nüfuslu Kiribati, 2 bin kilometre uzaktaki komşusu Fiji’den toprak satın alarak halkının taşınmasını planlıyor. Fiji'nin Vanua Levu adasından alınacak yaklaşık 2 bin 500 hektarlık toprağa, 500 kadar çiftçinin yerleştirilmesi hedefleniyor. Tabii taşınma planından önce adada hayatın devam edebilmesi için başka yöntemler denendi ancak yükselen sulara karşı önlem olarak kullanılan kum torbaları işe yaramadı. Olanlar karşısında çocuklar korku içinde, yetişkinler gelecek yıllarda ne olacaklarını bilmediklerinden tedirgin. İşin acı tarafı bu adaların sakinleri hiçbir katkıları olmadığı bir sorunun ilk kurbanları!

Her şekilde unutmamak gerek ki iklim değişikliği küresel bir sorun olduğundan karbondioksit emisyonun azaltılması konusunda belli bir başarıya ulaşmak için hepimizin aynı doğrultuda adım atması gerekiyor. Zira bugün Kiribati ve Maldiv Adaları'nın sorunu yarın Kıbrıs’ı ve dünyanın geri kalanını da etkileyecektir.


Çise Ünlüer (17 Haziran 2012)
ciseunluer@gmail.com

09/06/2012

Geri Dönüşüm Muhteşem Olacak




Her ne kadar da ülkemizde yaygın olmasa da geri dönüşüm hepimizin bildiği ve ilgilendiği bir konu. İçerisinde evdeki artıklarımızı birleştirdiğimiz çöp torbalarını kapı önüne çıkarırken hiç düşünmeden attığımız cam kavanoz, karton kutu veya tenekelerin yeni malzemelerin üretiminde kullanılmak üzere geri dönüştürülebileceğini düşünmek içinizi acıtmıyor olamaz!

Aslında evsel atıkları geri dönüştürmeye başlamak sanıldığından çok daha kolay. Bugüne kadar yeşil bir yaşam yolunda atılabilecek birçok adıma değindik. Bunlardan biri evdeki çöplerimizi değerlendirme yöntemleri. Sebze ve meyve atıkları, kahve filtreleri, çay atıkları, gazete kağıtları ve hatta evde beslediğiniz kedi veya köpeklerin tüylerini bir araya getirerek oluşturacağınız kompostlarla kendi yetiştirdiğiniz bitkilerinizi gübreleyebilirsiniz. Kulağa zahmetli duyuluyor değil mi? Aslında hiç değil!

Evde kendi kompostunuzu hazırlamak için ihtiyaç duyacağınız tek şey küçük bir alan. Bu bir balkon veya evin arka bahçesi olabilir. Atıkları birleştirmek için ayırdığınız kompost kovasına evde biriktirdiğiniz organik atıkları yeşiller ve kahverengiler olarak ikiye ayırarak işe başlayabilirsiniz. Taze sebze-meyve atıkları, otlar ve mutfak atıkları komposta azot sağlayan yeşil atıklar; kuru yaprak ve ağaç parçaları, gazete kağıdı, talaş gibi malzemeler karbon içeriği yüksek olan kahverengi atıklardır. Kompostu hazırlamak için biriktirdiğiniz bu atıkları kompost kovanıza yerleştirirken bir kat kahverengi bir kat yeşil atık koyacak şekilde ayarlayarak azot-karbon oranını dengeleyebilirsiniz. Kat kat hazırladığınız kompostunuzun üzerini toprakla örterek birkaç ay beklettikten sonra gübreniz elinizde hazır!

Kendi gübrenizi elde etmek için hazırladığınız komposta neyin konulabilir neyin konulmaması gerektiğini öğrenmek önemli. Sebze-meyve atıkları, biçilmiş çim, kuru dal ve yapraklar, gazete kağıdı, şömine-mangal külü, kullanılmış kibrit, hayvan yem ve tüyü, yünlü ve pamuklu kumaş, bambu, şarap mantarı, bayat reçel-ekmek ya da kraker, pilav, makarna, kağıt torbalar, çay atığı kahve filtre ve telvesi gibi ürünleri kompost hazırlamada rahatlıkla kullanabilirsiniz. Öte yandan, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, kedi-köpek dışkısı, yağlı yemek atığı, naylon ve alüminyumlu kağıtlar, çocuk bezi ve hijyenik ped, tıbbi atık, ve üzerinde tohum ya da hastalık olan bitkilerin kompost kutusuna girmemesi gerekiyor.

Kompost dışında neden olduğumuz bireysel atık miktarını azaltmak için alacağımız o kadar basit ama bir o kadar etkili önlemler var ki, saymakla bitmez! Ama ben yine de birkaçına değinmeden edemeyeceğim. İlk akla gelen adım marketlerde kasaların yanında yığılı naylon poşetler! Üzerinde 100% doğada çözündüğü yazan poşetler ne yazık ki sadece belirli koşullarda doğada çözünebiliyor ve bu koşullara bu sınırlar dahilinde rastlanmıyor. Bu gerçeği unutmayarak göz göre göre kendimizi kandırmaya gerek yok! Market alışverişimizi doğaya zarar vermeden taşımanın tek yolu bez torbalar. Üstelik o kadar güzel tasarımlanmış olanları var ki, hem şık hem kullanışlı!

Yaygın plastik kullanımı doğayı düşünen tüm insanları rahatsız eden bir nokta. Çünkü tek bir plastik şişe doğada üç bin yıl yok olmaz. Bu yetmezmiş gibi içerisinde bulunan kanserojen madde BPA nedeniyle insan sağlığı karşısındaki dev tehditlerden biri olan plastiği eve mümkün oldukça az sokmak gerekli. Belediyelerimiz ayrıştırılmış çöp toplamasa ve geri dönüşüm yapmasa bile çöplerimizi ayırarak tekrar kullanılabilecek olan malzemeleri belirleyebilir, veya kompost yapımında kullanabiliriz.

Atık yağlar mutfak lavabolarından döküldüğü zaman doğal su kaynaklarına karışarak inanılmaz bir kirliliğe neden oluyor. İçerisinde yağları biriktirebileceğiniz bir bidonu sokak girişine yerleştirerek komşularınızla birlikte bu alanda geri dönüşümün başlatılması için girişimlerde bulunabiliriz. Örneğin Türkiye’deki Alo Atık Hattı, halkın biriktirdiği atık yağlar beş litre civarını bulunca gelip yağı kapınızdan alıyor. Böyle bir servis bizde neden olmasın?

Zaman geçtikçe evde biriken bir başka atık ise eski elektronikler. Artık kullanmadığınız bilgisayar veya telefonların çöp olmadığını ve bu parçaları memnuniyetle kabul edecek geri dönüşüm şirketleri olduğunu unutmayın. Son olarak, kullanmadığınız kıyafet, mobilya, veya eğitim malzemelerini ihtiyacı olan birilerine vererek onları ne kadar sevindirebileceğinizi unutmayın. Bunu kılınızı kııpırdatmadan yapmanın yolları bile mevcut. Tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılan ve Türkiye’yi de saran freecycle akımından yararlanmak için freecycle.org’a danışabilirsiniz.


Çise Ünlüer (10 Haziran 2012)
ciseunluer@gmail.com

01/06/2012

Trafiğe Kesin Çözüm(ler)




Günlük hayatta kaliteli bir hayat sürme çabasında arkamızda bırtaktığımız çöp yığınlarının ve diğer tüm kirliliklerin hesabını nasıl veriyoruz? Bu zehirlerin daha sonra yediğimiz gıdadan içtiğimiz suya karışması sağlığımızı ne kadar etkiliyor? Geri dönüşüm kaynakların tükenmesine ne kadar gerçekçi bir çözüm sunuyor? Yaşadığımız şehirleri daha yaşanabilir hale getirmek için ne tür değişiklikler gerekli? Hayat kalitemizi artıma yolunda önümüze çıkan soruların sonu yok. Bugün cevaplama girişiminde bulunacağımız sorun: trafik!

Konumu ne olursa olsun, toplumun büyük bir oranına rahatsızlık veren konulardan biri ulaşımdaki yetersizlikler. Toplu taşımacılığın nerdeyse yok olduğu ülkemizdeki araba sayısı her geçen gün artarak trafik sorununa neden oluyor. İşin komik yanı, şu an araba sahibi olmayan insanların çoğu araba alma planları veya hayalleri içerisinde, yani kimsenin rahatından vazgeçmeye niyeti yok. Oysa kısa mesafelerde bisiklet kullanımı artsa bu sorun ortadan kalkacak. Saatlerimizi yiyerek hayatımızdan çalan trafiğin aynı zamanda karbon salınımlarına neden olarak göz göre göre gezegenimizin sonunu getirdiğini unutuyoruz, veya unutmak istiyoruz.

Ancak her konuda olduğu gibi trafik sorununa da çözüm var, hem de birçok! Türkiye’de de gündemde olan ve önümüzdeki yıllarda benzinle çalışan otomobillerin yerini alması beklenen hibrid otomobiller hem benzin hem de elektrik kullanarak çevreye daha az zarar veriyor. Özellikle yoğun trafik yaşanan yerlerde dur-kalk sırasında benzin yerine devreye giren elektrik gücü sayesinde karbon salınımları önemli ölçüde azalıyor. İstanbul’da bazı açık ve katlı otoparklara yerleştirilen şarj dolum üniteleri gittikçe yaygınlaşarak bu teknolojinin daha çok insan tarafından kullanılmasını mümkün kılıyor.

Hibrid veya elektrikli arabaların yaygınlaşmasını beklerken, trafik sorununa getirilecek bir başka etkili çözüm araç paylaşımı. Düşünün, her gün Mağusa veya Girne’den çıkıp Lefkoşa’daki işyerine giden kaç kişi var! Bu insanların çoğu ayrı ayrı otomobillerde, yan yana seyrederken hem yakıtı hem de karbon emisyonlarını paylaşabilecekleri olanakları gözden kaçırıyorlar. Oysa aynı yöne gidecek insanlarla araç paylaşımı yapmak, hem doğa dostu hem de eğlenceli bir deneyim halini alabilir. En azından denemekte yarar olduğuna inanıyorum. Özellikle bizim gibi haberlerin hızlı yayıldığı küçük toplumlarda, etrafınızda küçük bir araştırma yaparak bu deneyimi yaşayabileceğiniz birçok insanı bulabileceğinize eminim. İnsan yeter ki istesin.

Bizden daha büyük ülkelerde birbirini tanımayan ama her gün aynı yöne seyahat eden insanları buluşturan benzeri birçok platform var. Araç paylaşımını başarı ile düzenleyen birçok haberleşme sisteminden biri liftshare.com. Ülkemizde de benzeri bir düzeni kurmanın gayet kolay ve yararlı olacağı inancındayım. Zira ne kadar çok paylaşım, o kadar az karbon emisyonu!

Yurtdışında yaygın olarak görülen bir başka yöntem ise kısa dönemli araba kiralama kavramı. Bu sistemden yararlanmak için öncelikle uygulamayı sunan şirketlerin websitelerine üye olan kullanıcılar ülkenin farklı noktalarına yerleştirilmiş olan arabalardan istediklerini kullanabiliyor. İşin güzen yanı, bu arabaları ille de aldığınız noktaya bırakmanız gerekmiyor. Geniş bir kullanım ağı kuran şirketlerden biri Zipcar. Zipcar üyeleri şirket tartafından verilen kişisel kartlarını kullanarak ülkenin farklı noktalarında bulunan arabaları diledikleri kadar kullanabiliyor ve sadece kullanıkları kadar ödüyor. Bu süre ister bir gün ister yarım saat olabiliyor. Türkiye’de kullan ve bırak mentalitesi ile çalışan araba şirketlerinden biri driveyoyo.com. Yoyo kullanıcılarının tek bir kart ile İstanbul’da farklı noktalarda bulunan istedikleri aracı rezerve etmesi, kilidini açması, motorunu çalıştırması, ve kullandıktan sonra kilitleyerek bırakması mümkün.

Yukarda bahsettiğimiz kısa dönemli araç kiralamalarını içeren benzeri bir sistemin bisiklet veya arabaları kullanarak Kıbrıs’ta da uygulamaya konulmasının ülkedeki trafik sorununa katkısı olacağı kesin!



Çise Ünlüer (3 Haziran 2012)
ciseunluer@gmail.com