Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

25/06/2011

Küresel Isınma Geliyorum Demez


Belli bir düzen ve belki biraz da monotonlukla geçen günlük hayatımızda çoğumuz küresel ısınmanın dünya üzerindeki varlığımızı ne kadar yakından etkilediğini ve belki de tahmin edebileceğimizden çok daha yakın bir süre içinde sonumuzu getirebileceğini düşünmeyiz. Ancak yakından bakılacak olursa durum çok farklıdır.

Güney Kutbu ve Grönland'da yapılan ölçümlere göre erimesi son 20 yıl içinde giderek hızlanan buzulların yakın gelecekte deniz seviyesindeki artışın baş nedeni olması kaçınılmaz olacak. Özellikle iklim modelleri ve uyduların gönderdiği verilerden yararlanan bilim adamları, kutuplarda giderek eriyen buz tabakasının her yıl deniz seviyesinde 1.3 milimetrelik bir artışa neden olduğunu öne sürüyor. Bu olayın boyutu, eğer hemen önlem alınmazsa, geleceğin hiç de parlak olmadığının iyi bir göstergesi.

Bu noktada dikkatimizi çekmesi gereken en önemli nokta buz tabakasındaki kaybın iklim modellerinde öngörülenden daha hızlı gerçekleşiyor olması ve erimenin 2050 yılına kadar devam etmesi ile dünyanın deniz seviyesine 15 santimetre eklemiş olacağıdır. Su seviyelerinin bu şekilde hızla artması, en başta bizim gibi ada ülkelerini ve Bangladeş gibi sığ sahiller boyunca büyük nüfuslar barındıran ülkelerin geleceğini tehdit ediyor.

Bulunduğu konumdan dolayı Akdeniz’deki deniz seviyesindeki herhangi bir artış, Kıbrıs adasını yakından ilgilendiriyor. Bundandır ki, 20. yüzyılda, Akdeniz'in deniz seviyesinde ani bir artış görülerek 19. yüzyıla göre 20 santimetre yükselmiş olması ve 21. yüzyılda 35 santimetre daha yükselmesinin beklenmesi, istesek de istemesek de bizim de bu sorunla ne kadar yakından ilgilenmemiz gerektiğini kanıtlıyor. Artan deniz seviyesine ek olarak, son yıllarda Akdeniz’deki diğer değişiklikler arasında deniz sıcaklığının ortalama 0.8 derece artması ve tuzluluk oranının yükselmesi gibi denizdeki canlı yaşamını tehlikeye atan değişiklikler meydana geliyor.

Buzulların erimesinin bu hızla sürmesi halinde, dünya üzerindeki bir çok dağ buzulunun bu yüzyılın sonunda ortadan kaybolması ve milyonlarca insanın içme suyu, tarım, endüstri ve enerji üretimi konularında doğrudan veya dolaylı olarak bağımlı oldukları doğal su kaynaklarına zarar vermesi bekleniyor.

Fosil kökenli yakıtların kullanımındaki artışla paralel olarak artan ve dünya üzerindeki tüm canlıların yaşamını etkileyen kürsel ısınmanın bir diğer getirisi yağmur ve kar yağışlarındaki artan şiddet. 1950’li yıllara kıyaslandığı zaman, 1990’lı yıllarda yüzde yedi (7%) oranında gözlemlenen yağış oranlarındaki artış, dünyanın birçok yerinde sel felaketlerine neden olmaktadır.

Her durumda olduğu gibi, iklim değişikliğine bağlı artacak olan göç oranlarını kontrol altına alacak uluslararası bir yönetmeliğin bulunmaması, ileride yaşanacak olan plansız nüfus artışlarının önüne geçmeyi daha da zorlaştıracak. Bu alanda ülkelerin biraraya gelerek bir işbirliği mekanizması oluşturması ve özellikle büyük kıyı kentlerinde göçlerin kontrol altına alınması gerekiyor. Sadece 2010 yılında Malezya, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Filipinler ve Sri Lanka başta olmak üzere birçok Asya ülkesinde yaşanan doğal felaketlerin milyonlarca insanı geçici ya da kalıcı göçlere zorladığı ve kırsal bölgelerden şehirlere kaçan insanların bu şehirlerde ciddi altyapı problemlerine yol açtığı göz önüne alınacak olursa; tayfunlar, hortumlar, seller ve kuraklık yüzünden göç edenlerin sayısının sürekli artacağına kesin gözle bakılmalıdır.

Amacımız hiçbir zaman korkutmak değil, tam aksine, toplum içinde farkındalığı arttırmak ve böylece korkuya yer verebilecek olayların meydana gelmesini önceden engellemek. Dünya kimsenin etrafında dönmediği gibi, Kıbrıs’ın da etrafında dönmez. Bunun için, kendi iç sorunlarımızın yanında hiç kaldığı doğal felaketler karşısında insan hayatının devamının tek yolu bilinçlenme ve bu olaylarla yüzleşilmesi durumunda doğru adımları atarak hazırlanmaktır. Başka ülkelerin yaşadıklarını örnek alarak etrafımızda bizi bekleyen sorunları belirlemek ve bunların meydana gelmesini önlemek için atılacak her adım, her ne kadar küçük olursa olsun, hayatta kalma şansımızı arttıracak, bizden sonraki nesillere yaşanılacak bir dünya bırakma yolunda etkili olacaktır.

Çise Ünlüer (26 Haziran 2011)
ciseunluer@gmail.com

18/06/2011

Doğru Nefes Almak


Dikkat ederseniz masa başında çalışan kişiler, genellikle yorgunluktan, uykusuzluktan, ve bunlara bağlı halsizlikten şikayet eder. Böyle bir çalışma ortamı, beraberinde dalgın ve sinirli insanları getirir. Bunun esas sebebi, kişiden kişiye farklılık gösterse de, genelde beyne giden oksijen azlığıdır.

Günlük hayatta üzerine hiç düşünmeden gerçekleştirdiğimiz bir eylem: nefes alıp verme. İnsanın hayatta kalmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri olan solunum, gerçekleştirmeden günlerce yaşayabileceğimiz yemek yeme veya su içme gibi  gereksinimlerle bile kıyaslanınca çok daha kritik bir pozisyonda. Bugüne kadar yiyeceklerin sağlık üzerindeki etkilerinden sudaki ayak izimize kadar birçok konuya değinmiş olsak da, doğru nefes alma üzerine hiçbir bilgimiz olmaması bu alandaki eksikliğin varlığı için iyi bir kanıt.

Nefesimiz fazla sık ve fazla sığ olduğunda yeterince oksijen almıyor, yeterince karbon dioksit vermiyoruz. Sonuç olarak vücutlarımız oksijene aç ve fazla toksinle yüklü kalmaktadır. Vücuttaki her hücrenin oksijene ihtiyacı vardır ve canlılık seviyemiz tüm hücrelerimizin sağlıklı olmalarıyla doğrudan ilişkilidir. Birçoğumuzun soluk alışverişi yüzeysel ve çabuk olduğu için akciğerler tam kapasitesiyle kullanılamamaktadır. Yüzeysel solunum, beden hücrelerinin oksijenden mahrum olmasına ve akciğerlerin solunum sırasında ortaya çıkan toksinlerden arındırılamamasına yol açar.

Böyle bir solunum sürecinde diyafram hareketsiz kaldığından böbrekler, bağırsaklar ve tüm vücut sistemi pasifleşir. Yetersiz ve düzensiz alınan nefes organlarımıza oksijen taşınmasına yardımcı olan kalbimizi sıkıntıya düşürerek kalp krizi geçirme olasılığımızı arttırır. Düzgün nefes alınmaması, kan basıncının yükselmesiyle kanser, ani sancılar, astım, ve konuşma problemleri gibi problemlere neden de olabilir. Bu nedenden dolayı, doğru ve kontrollü nefes alıp vermenin, kalbin ritminin düzelmesiyle kan basıncının düşmesi, kan dolaşımının hızlanması, sindirimin kolaylaşması, stresle daha kolay başa çıkabilme, anti-depresan ilaçlara bağımlılığı ve uyku düzensizliğini ortadan kaldırma gibi düşünebileceğimizden çok faydası vardır.

Tüm bunları okuduktan sonra neden doğru nefes alıp vermeye önem göstermediğimize şaşmamak elde değil. Yoğun hayatın bir getirisi olarak stres ve koşuşturma gibi olumsuz faktörler, nefes alış verişlerimizin değişmesine yol açabiliyor.  Aynı zamanda, bilgisayar karşısında genellikle kambur halde uzun süre oturmak da solunumu olumsuz yönde etkiliyor. Bütün bu aktiviteler boyunca daha az nefes alıyor ve aktifliğimizi yitiriyoruz. Vücudumuz da kısıtlı miktardaki oksijenle yetinmek zorunda kaldığı için özellikle spor yaparken fonksiyonlarını yeterince yerine getiremiyor.

Peki doğru nefes alma teknikleri nelerdir? Öncelikle rahat bir pozisyon alarak alıştığımız şekilde nefes almaya başlayabiliriz. Zamanla bu süre boyunca oluşan hareketleri hissederek, her nefesimizde vücudumuza giren oksijeni göğüs bölgemiz yerine karın bölgemizi yükseltecek şekilde derin nefes alarak yöneltebiliriz. Derin ve yavaşça alınan nefes aynı yavaşlıkla dışarıya verilerek nefes alış verişi arasında doğal bir akım yakalanır ve bu egzersiz yaklaşık 3 dakika boyunca sürdürülebilir.

Karın adelelerimizi kullanarak akciğerlerimizin nefes vererek boşalmasına kumanda etmek, yeni bir nefes alıp verme düzenini geliştirmemize yardımcı olur. Bu süreç boyunca diyaframımızın hareket ettiğini hissedebiliriz. Bu egzersiz tekrarlandığı zaman akciğerlerimizin gücünü artırır. Doğru kaynakları kullanarak nefes almanın yanında, derin nefes alabilmek de önemlidir. Bunun için, nefes alımı sonrasında 5 saniye nefesimizi tuttuktan sonra karın adalelerimizi kasarak havayı dışarı itebiliriz. Bu egzersizi doktor rehberliğinde hazıranacak bir programa göre devam ettirmek hayatımızı beklediğimizden çok daha iyi yönde değiştirecektir.

Sürekli bir şekilde yapılan hareketler kalp ile mide arasında yer alan ve gevşememizi sağlayan akciğer-mide sinir sistemini uyarmakla birlikte, hücrelere ve kaslara daha fazla oksijen ulaşmasını ve kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Aldığımız oksijen, vücudumuzun ihtiyacı olan iç organlarımızın, bezlerin, beynin, ve sinir sisteminin çalışması için enzim görevindedir. Bunlara ek olarak, doğru nefes alma teknikleri ile bedenimizde biriken atık ve toksinlerin en sağlıklı şekilde atılması sağlanır. Doğru nefes alma tekniklerini kullanan kişilerin iç ve dış organları daha genç ve daha sağlıklı bir hal aldığından bu kişiler doğal olarak daha geç yaşlanır.

Derin ve yavaş solunum kilo kontrolüne de yardımcı olur. Eğer fazla kilolarımızdan kurtulmak istiyorsak, fazladan alacağımız oksijen yağlarımızın daha etkili yakılmasına yardımcı olur. Bu durumun tam tersine, zayıf olanlarımızın doğru nefes teknikleri sayesinde fazladan alacağı oksijen, aç kalmış olan doku ve bezlerin beslenmesine yardımcı olur. Yani doğru nefes, doğru kiloya yardımcı olur. Yavaş, derin ve ritmik solunum kasların yavaşlayarak kalp atışlarımızın yavaşlamasını sağlayacak ve sonuç olarak vücutla birlikte kafamızın da rahatlamasına yardımcı olacaktır.

Özetlemek gerekirse, kaliteli ve sağlıklı bir yaşam doğru nefes alma tekniklerinden geçmektedir. Canlılık ve gençliliğin ana sırlarından biri temiz kan dolaşımıdır. Bunu elde etmenin en kolay yolu da soluduğumuz havada saklıdır. Bu solunum egzersizini her gün iki kere tekrarlayacak şekilde alışkanlık haline getirmek, zamanla nefes alış veriş alışkanlıklarımızın düzelmesini mümkün kılarak olası problemlerin meydana gelmesini engelleyecektir.


Çise Ünlüer (19 Haziran 2011)
ciseunluer@gmail.com

10/06/2011

Biomimetri ile Gelen Yenilikler



Geçtiğimiz hafta, insanlığın günlük hayatta karşılaştığı sorunları, doğadaki beceri, sezgi, ve bilmi kullanarak, başka bir deyişle doğaya dönerek, çözme sanatı olan biomimetriden bahsetmiştik. Bu hafta, biomimetrinin ışık tuttuğu farklı alanlardaki ürün ve projelerin insanların hayat kalitesini nasıl arttırılabileceğine değineceğiz.

Hepimiz bilgisayarlarımızı enfekte ederek birçok soruna neden olan virüslerin nasıl çalıştığının farkındayız. Bu vüruslerin yarattıkları sorunlara çözüm getirmek amaçlı olarak, karıncalardan yola çıkarak bilgisayarlarımızı koruyacak metodlar geliştiren bilgisayar güvenliği uzmanları, karıncaların birbirleri ile yardımlaşarak sağladıkları çoğunluk gücüyle düşmanlarıyla savaşmasını örnek alarak bilgisayarları koruyacak olan “dijital karıncalar” geliştiriyorlar.

Tavus kuşları, çiftleşme döneminde veya tehdit ile karşı karşıya kaldıklarında, kuyruklarında bulunan "telek" adlı rengarenk tüylerini açıp, inanılmaz bir renk gösterisi ortaya koyarlar. Ancak tavus kuşunun tüyleri gerçekte renkli olmamakle birlikte yalnızca kahverengi renk pigmentlerinden oluşur. Normalde kahverengi olan bu tüylerin birbirinden göz alıcı renklere dönüşmesinin arkasındaki sır, kuşların tüylerinde bulunan keratin proteinin güneş ışığını çeşitli şekillerde kırıp yansıtması ve böylece o kahverengi tüylerin, göz kamaştırıcı renkler almasıdır. Bunu gözlemleyen bir Japon bilim adamı, biomimetri kullanarak, tavus kuşunun sahip olduğu bu yeteneği, trafik ve okul ikaz levhalarına aktarıyor ve yeniden kullanılabilmesinin yanında toksik olmayan, tamamen ışığın yansıması ile renk kazanan levhalar üretiyor. Norveçli başka bir bilim adamı ise bu bilgiyi, bilgisayar ekranlarındaki renklerin ışık yoluyla, düşük enerji ile üretilmesi için kullanıyor.

Başka bir örnek ise bir tür kertenkele olan ve herhangi bir yüzeye kolayca tırmanıp; kaymadan, düşmeden, farklı yüzeylere asılı kalabililen Geko’lar. Bu kertenkeleler, asılı kalmalarını sağlayacak herhangi bir yapışkan ya da vakum kullanmak yerine, tırmandıkları yüzeye düşük seviyede statik elektrik uygulayarak o yüzeyde düşmeden, kaymadan durmayı başarabiliyorlar. Kumaş üreten şirketler bu noktadan hareket ederek, yüzeye statik elektrik ile tutunabilen, sandalye, ve koltuk yüzleri üretiyor.

Amerika’nın Ohio eyaletinde yapılan araştırlmalar sayesinde nilüfer yaprağının üzerinde su tutmaması özelliğini örnek alarak, kendi kendini temizleyen camlar geliştirildi. Nilüfer yaprağının “hidrofobik” özelliği yaprağın üzerinde bulunan metrenin birkaç milyonda biri boyutundaki pürüzler sayesinde sağlanıyor. Nanoteknolojinin bir mucizesi olarak düşünülen bu camların aslında doğanın bir mucizesi olması hiç de şaşırtıcı değil!

Askerlerin kullandığı kasketlerin kaplumbağa kabuğundan, veya askeri alanda kullanılan helikopterlerin helikopter böceğinden esinlenilerek tasarlandıklarını çoğumuz biliyoruz. Buna benzer bir tasarım deniz altarının çalışma prensibinde de ele alınmış ve kum balığının solungaçlarına su alarak batma, aldığı bu suyu boşaltarak yüzeye çıkma eylemi kullanılmıştır.

Günümüzde biomimetri, enerjiden sağlığa kadar uzanan geniş bir yelpazedeki sektörlerde gerçekleşen yenilikler için ışık tutuyor. Biomimetri, canlıların, en iyi, en başarılı olduğu uzmanlık alanlarını, günümüz ürün ve projelerine uygulayarak insanların hayat kalitesini arttırmayı hedefliyor. Yukarda verdiğimiz örnekler ve daha birçoğu doğayı gözlemleyerek ondan öğrendiklerimizde yaratabileceklerimizin sınırı olmadığının bir göstergesi! Özellikle yenilenebilir enerji ve teknoloji konularında yapılan yenilikçi tasarımlarda, doğanın bilim adamlarına ve araştırmacılara ışık tutacağı kesin.


Çise Ünlüer (12 Haziran 2011)
ciseunluer@gmail.com

03/06/2011

Daha İyi Bir Dünya İçin: Biomimetri



Spor ayakkabılardan bildiğimiz yapışkan özellikli “cırt cırt”ların, 1941 yılında dağcı George de Mistral’ın köpeğiyle ormanda yürüyüş sonrasında kendinin ve köpeğinin her tarafına yapışan bir bitkinin dikenli kabuklarından esinlenmasinden geliştirildiğini biliyor muydunuz? Mistral, bu bitkinin dikenlerinin herşeye yapıştığını görünce, naylon ve çeşitli materyaller kullanarak bugün sıkça kullandığımız “cırt cırt”ı yarattı. 

Günümüzde hayatı kolaylaştıran buna benzer birçok buluşa yol veren “biomiometri”, gittikçe doğadan uzaklaşan insanların yine de doğanın klavuzluğunda en eksiksiz tasarımları geliştirmesini mümkün kılıyor. Biomimetri, insanlığın günlük hayatta karşılaştığı sorunları, doğadaki beceri, sezgi, ve bilmi kullanarak, başka bir deyişle doğaya dönerek, çözme sanatıdır. İngilizce “Biomimicry” olarak bilinen biomimetri kelimesi, Latince’de “bios” hayat, “mimesi” taklit anlamına geliyor. Buna göre, biomimetri, doğanın yöntemlerini kullanarak ve araştırarak insanlığın problemlerine çözüm getirme sanatı ve bilmi dalı olarak tanımlanabilir. 

Milyonlarca yıldır çeşitli sorunların üstesinden gelmek için kusursuz işleyen modeller üreten dünya üzerindeki tüm canlılar, karşılaştıkları sorunlara çözüm getirecek şekilde kendilerini geliştirmeye devam etmiştir. Bu modellerin birçoğu, yine milyonlarca yıllık test ve yanılgılardan geçti, olgunlaştı ve olgunlaşmaya devam ediyor. Biomimetri, bu çözüm modellerinin örnek alınarak taklit edilmesi yoluyla, çeşitli ürünler ve sorunlar üzerinde uygulanmasını içeren bir bilim dalı olarak algılanmaktadır.

Bu yaklaşıma ışık tutan biyolog Janine Benyus’un 1997’de basılan “Biomimicry: Innovation Insired by Nature” kitabı, ekolojik olarak farklı olmak isteyen şirketlerin, kültürlerin ve ekonomilerin yapabileceklerini anlatmakla kalmıyor, birçok insanın düşünce yapısını ve yaşam şeklini değiştiren bir kavramdan bahsediyor. Benyus, insanların doğaya “örnek, önlem, ve danışıman” olarak bakmalarını tavsiye ederek, biomimetrinin en önemli hedeflerinden birinin sürdürülebilirlik olduğunu vurguluyor.

Biomimetri’nin kullanımına bir başka güzel örnek, 1496 yılında kuşların uçma kabiliyetine hayranlık duyan Leonardo da Vinci’nin, kuşların uçuşlarını detaylı çizim ve çalışmalar yaparak analiz etmesiyle bir “uçma makinesi” yapmasıdır. Günümüzde biomimetri, enerjiden sağlık sektörüne kadar birçok farklı alanda yapılan yeniliklere ışık tutuyor. Örneğin, kambur balinaların vücutlarının büyüklüğüne rağmen son derece çevik olduklarını gözlemleyen Kanadalı Whalepower şirketi başkanı Frank Fish, bu balinaların suya girip çıkarken, bedenlerine göre sadece bir buçuk metre çapında su baloncukları yaptıklarını farkediyor. Bunun üzerine, şirket, balina yüzgeçlerinin tasarımından yola çıkarak, rüzgâr tribünlerinin pervanelerini verimi arttıracak ve sessizce çalışabilecek şekilde tasarlıyor.

Teknolojisi hiç durmadan ilerleyen bir başka ürün elektronik ekranlar. Peki kelebek kanatlarının benzersiz özelliklerinin ekran teknolojisini geliştirmek için kullanılabileceği hiç aklınıza geldi mi? Kelebeklerin parlak renkli kanatlarının ışığı farklı biçimde yansıtmasından değişik dalga boylarının birbirleriyle kesişerek kusursuz denilecek kadar parlak renkler yaratıyor olması, günümüzde mobil cihazlarda daha az enerji kullanarak daha parlak ekranlar yaratmak için kullanılıyor.

Önümüzdeki hafta biomimetrinin ışık tuttuğu farklı alanları inceleyerek, canlıların, en iyi ve en başarılı olduğu uzmanlık alanlarını, günümüz ürün ve projelerine uygulayarak insanların hayat kalitesinin nasıl arttırılabileceğinden bahsedeceğiz.


Çise Ünlüer (5 Haziran 2011)
ciseunluer@gmail.com