Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

24/11/2010

Çekmecelerimizdeki Altınlar



Cep telefonları hayatımıza gireli kaç yıl oldu? Eminim hepimizin elinde artık yeni modellerin yanında tercih görmediği için bir kenara atılmış ve eskisi gibi kullanılmayan birkaç eski cep telefonu vardır. Peki kullanmadığımız eski cep telefonlarımızı geri dönüştürerek doğal kaynakların korunmasına katkıda bulunabileceğimizi biliyor muyuz? Gelin, daha yakından bakalım...

Kullanılıp bir kenara atılan cep telefonlarının sayısı gün geçtikçe artıyor. Ancak bu mobil cihazlar gümüş ve altın gibi birçok değerli hammaddelerden üretilmiş parçalar içeriyor. Örneğin, bir ton eski mobil telefon, bir kilo gümüş ve 300 gram altın içerebiliyor. Çihazların ömrü dolduğunda bu maddelerin oldukları gibi çöpe gitmesi ve değerlendirilecekleri yerde çevreyi kirletiyor olmarı gerçekten yazık. İçerdikleri madenlere ek olarak, uygun yöntemlerle geri dönüştürülmeyen tek bir cep telefonu bile, sadece pilinde bulunan kadmiyumla, 600bin litre suyu kirletme potansiyeline sahip olduğu gibi, yeniden değerlendirilebileceği halde çekmecelerimizde gereksiz yere bekletilen her telefon, doğal kaynakların gereksiz yere tüketilmesine de sebep olmaktadır.

Bu duruma potansiyel bir çözüm olarak geliştirilen cep telefonu geri dönüşüm planları sayesinde ekonomik zorluklarla yüz yüze olan az gelişmiş üçüncü dünya ülkelerindeki iletişim ihtiyacına katkıda bulunulabilir ve yeni üretim sürecinde doğal kaynakların tüketilmesinin önüne geçilebilir.

Çoğumuzun çekmecelerinde yatan servet olan eski cep telefonlarından ayrılmak o kadar kolay olmayabilir. Dikkatli düşünecek olursak bu şekilde kullanılmayan binlerce cep telefonu vardır! Rakamlar göz önüne alındığında bu cihazların geri dönüşümleri sayesinde ekonominin potansiyel kazançları önem kazanıyor. Cep telefonlarında altın ve gümüş gibi değerli madenlerden, nikel, kobalt gibi özel metallere, kurşun, civa, kadminyum, gibi toksik maddelere kadar birçok element bulunuyor. Bu nedenden dolayı ülkemizde ikinci el cep telefonlarını yeniden değerlendirerek zararsız hale getiren bir sistemin oluşturularak bu telefonların ekonomiye yeniden kazandırılması hemen ele alınması gereken bir konudur.

Geri dönüşümün doğanın korunmasına hizmet etmenin yanında ekonomik bir değer yaratmakta olduğunun farkında olan bazı telefon şirketleri, eski, kullanılmayan telefonları toplayarak marka ve modellerine göre ayırıyor ve kontrolden geçiriyorlar. Toplanan telefonlar arasında kırılmış olanlar bile yeniden değerlendiriliyor. Bu prosedüre uygun olarak toplanan cep telefonları ve piller, şirket çalışanları tarafından tek tek kontrol edilerek kullanıma uygun olan parçalar belirleniyor ve yeniden kullanılabilecek olanları ayrıştırılıyor. Yeniden değerlendirilebilen bu parçalar başka telefonların tamirinde kullanıldığından yeni parça üretimi için gereken doğal kaynak harcamasını önlemektedirler.

Eski parçaların yeniden değerlendirilmesine ek olarak halen kullanılabilir durumdaki eski cep telefonları, ekonomisi tam olarak gelişmemiş ülkelerdeki gelir seviyesi düşük kişilerin kullanımına sunulabilir. Bu sayede ihtiyacı olan insanların iletişim ihtiyacı karşılanmakla kalmaz, bu satıştan elde edilen gelir sosyal sorumluluk projelerine de bağışlanabilir. Kullanıma uygun olmayan telefonlar ise parçalarına ayrılarak metal dönüşümü için incelenir. En son olarak tekrardan kullanılması mümkün olmayan parçalar kıymetli metal ve demir olarak ayrıştırılmak için ergime ve suda ayırma gibi yöntemler kullanılarak metal dönüşümü sürecine alınır. Bu işlemlere ek olarak ham metaller çeşitli yöntemlerle ayrıştırılarak yeni telefon veya cihaz yapımında kullanılmak için hazırlanır ve bu da doğal kaynaklara olan bağımlılığı azaltır.

Kullanıcılarına benzeri servisleri sunan şirketlerden biri Turkcell. Geri dönüşüm amacı ile Turkcell İletişim Merkezleri’ne getirilen cihazlar şirket tarafından kayıt altına alındıktan sonra projeye destek olanların elektronik posta adreslerine bir sertifika gönderilir. Proje kapsamında geri dönüşüme alınan cihazlar, Turkcell İletişim Merkezleri’nden toplanır ve tek tek kontrol edilir. Bu noktada, cihazların içinde unutulan kişisel bilgi ve SIM kartlar, güvenlik amacı ile mutlaka imha edilir. Tüm bu işlemleri mümkün kılmak ve cep telefonlarının doğaya saygılı yöntemlerle geri dönüşümünü sağlamak amacı için tüm Turkcell İletişim Merkezleri’nde, “Cihaz Geri Dönüşüm Kutuları” yer almaktadır.

Kendi adıma küçük bir adımla büyük bir fark yaratmak için İngiltere’de servis veren Envirofone’a eski telefonlarımı gönderdim. Bu servisin parçası olmak için, Envirofone’un internetteki sayfasından kısa bir üyelik formunu doldurduktan sonra kendi belirlediğiniz şifrenizle hesabınıza giriyorsunuz. Elinizdeki eski telefonların modellerine göre yapabileceğiniz arama sonrasında şirketin size geri dönüşümlerinin mümkün olup olmadığını belirtmesinin yanında bazı telefonların geri dönüşümü için cep telefonu sahibine belli bir ücret gönderiliyor. Yani, telefonunuzun geri dönüşümünü mümkün kılarak hem doğaya saygılı şekilde hareket etmiş oluyorsunuz hem de karşılığında maddi bir kaynak sağlıyorsunuz!

İhtiyaç duymayarak kullanmadığımız cep telefonları doğal kaynakların gereksiz kullanılmasının önüne geçebilir. Bu telefonların kullanılmayan parçalarının eritilmesi ile elde edilen metaller, yeni madde üretiminde kullanılarak alternatif kaynak yaratılabilir. Bozuk, kırık ya da eksik olan telefonlar, geri dönüşüm kapsamında kontrol edip parçalarına ayrıştırılarak, yedek parça ihtiyacında kullanılabilir. Böylece yedek parça üretimi için gerekli doğal kaynakların kullanılmasına gerek kalmaz. Halen çalışan ama kullanılmayan telefonlar ise ekonomik olarak az gelişmiş ülkelerdeki cep telefonu ihtiyacını karşılamak için kullanılabilir. Bir taşta birçok kuş...


Çise Ünlüer (28 Kasım 2010)
ciseunluer@hotmail.com

21/11/2010

Yeşil Kimya



İlaç, temizlik ve gıda sektöründe yer alan ve günlük yaşamımızda sürekli temas halinde olduğumuz ve avaraj bir insanın ortalama yaşam süresinin yükselmesine katkı koyan kimyasallar sayesinde hayatlarımız oldukça kolaylaşmaktadır. Ancak bilimin zamanla gelişmesi ile bazı günlük hayatta kullandığımız ilaçların yan etkileri olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yan etkiler, kimya endüstrisinin toplum gözünde kötü bir unvana sahip olmasına neden olmakta ve yeni kullanım sınırlandırmaları getirmektedir. Bu nedenden dolayı yerküre üzerindeki kirlilik kaynakları içinde en büyük paya sahip sektör olan kimya sektörünün geliştirilmesi amaçlı olarak 1990’lı yıllarda, Çevre Koruma Ajansı (Environmental Protection Agency) Yeşil Kimya (Green Chemistry) terimi ilk olarak ortaya çıkarılmıştır.

Dünya kimya sektörü ve biliminde yeni bir akım olan Yeşil Kimya, kimyasal ürünler ve işlemlerdeki çevre ve insan sağlığına zararlı maddelerin oluşumunu engelleyici ve önleyici yöntemlerin bulunması, planlanması ve geliştirilmesini hedefleme amaçlı bir yaklaşım olarak benimsenir. Yeşil Kimya’nın esas hedefi, kimyasal ürünler ve süreçlerin ekosisteme zararlarının en aza indirilmesi ve bu yolda kimyasal maddelerin zararlı etkilerinin farkında olunması bilincinin aşılanması ve toplumun belirli basamaklarına ulaştırılmasıdır.

Günümüzde farklı endüstri alanında baş gösterecek olan yeni rekabet tarzı, şirketlerin ürettiği malların çevreye olan zararlarına göre belirleneceği Avrupa Birliğin tarafından hazırlanan ve 1 Haziran 2007 de yürürlüğe giren REACH (Registration, Evaluation, Authorization and restrictions of Chemical Substances) kanunun kullanıma girmesi ile kimyasalların kayıt altına alınması, çevre ve insan sağlığı üzerindeki muhtemel riskleri, kullanımları ve sınırlandırmaları bir veri tabanı seklinde toplanması amaçlanmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde küçük çocuklardan başlayarak tüm insanların hakkında bilinçlendirilmesi için çeşitli bilim fuarlarında tanıtılan Yeşil Kimya, belli prensipler çerçevesinde mevcut kirlilik sorunlarını ortadan kaldıracak çözümleri içine alan yeni bir akım olarak kimyasal ürünlerin tasarım, üretim ve kullanım alanlarında insan ve çevre sağlığı için tehlike oluşturan materyallerin kullanımı ve ortaya çıkışını ortadan kaldırmak için insanlığın kullanımına sunulmaktadır. Bu yolda insanların yenilikçi teknolojileri tercih etmeleri teşvik edilmektedir.

Yeşil Kimya’nın uygulaması boyunca atom ekonomisi, e-faktör (environmental factor), yaşam döngüsü belirlenmesi (life cycle assessment), temiz teknolojiler havuzu (the clean technology pool), ve çevre-yenilik pusulası (eco-innovatıon compass) gibi parametrelerden yararlanılmaktadır. Bu anlamda elimizdeki bir materyali daha “yeşil” yapma yolunda çevreyle dost seçimler yapmak önemli. Tasarımlarımızın daha güvenli ve tek bir reaksiyon basamağı içerecek en basit şekilde yapılması göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun sonunda elde edilen ürünün atık üretimini azaltan, yenilenebilir hammaddelerin kullanılmasını teşvik eden, çevresel olarak kabul edilebilen, ve yüksek verimli olması kaçınılmazdır.

Varolan kirlilik kaynağını azaltacak veya yok edecek önlemlere odaklanmış ve bu sayede de kirliliği ancak ortaya çıktıktan sonra temizleme yolunu arayan yaklaşımlar artık yeterli değildir. Yeşil Kimya ve benzeri yaklaşımlar sayesinde elimizdeki sorunlara üretebildiğimiz çözümler ile belirlenen bir endüstrinin geçerli olduğu günler başlaycaktır. Belirli bir standardın tutturulması için getirilecek olan limitlemeler endüstri için bir risk değil, aksine iyi bir rekabet fırsatı oluşturabilir.

Yeşil Kimya’nın uygulanabileceği esas alanlardan biri alternatif hammadde kaynakları arayışıdır. Örneğin, enerji üretimi dışında kimya endüstrisinde de başlıca hammadde kaynağı olarak kullanılan petrol, günlük hayatta kullandığımız ilaç, temizlik, ve birçok diğer petrol temelli ürünlerde de görülmektedir. Petrol içeren bu ürünler yerine yenilenebilir ve toksik olmayan alternatif hammadde arayışları Yeşil Kimya adı altında gerçekleşmektedir. Buna ek olarak ürün verimliliği üzerinde büyük etkisi olan katalizörlerin kullanım sonrası bozulmayan, toksik özelliği olmayan, ve reaksiyon sonrası kolayca ayrıştırılarak tekrar kullanılabilenlerinin kullanımı Yeşil Kimya tarafından testeklenmektedir.

Özetlemek gerekirse, çevreyi korumaya yönelik kimyasal yöntemlerin
ve maddelerin geliştirilmesini ön plana çıkarmayı amaçlayan bir bilim dalı olan Yeşil Kimya, üretim maliyetini azaltacak yeni reaksiyonların elde edilmesini mümkün kılarak ekonomik fayda sağlamakla kalmaz, daha düşük sıcaklıklarda gerçekleşen verimli reaksiyonlar tasarladığı için enerji tasarrufunu gerçeğe dönüştürür. Yeşil Kimya kullanımı ekonomi ve enerji alanında uygun çözümler sunmasının yanında daha az atık madde oluşumunu sağlar ve güvenli yollardan ilerleyen reaksiyonlar bulunmasına ön ayak olduğu için kaza riskini azaltır. Genel olarak insan ve doğa sağlığının korunmasını sağlayan bu yeni yaklaşım, çevre kirliliğinin önlenmesinde aktif rol oynayacağından ülkemizde de çeşitli uygulamalarda kullanılabilir.


Çise Ünlüer (21 Kasım 2010)
ciseunluer@hotmail.com

11/11/2010

Çöpsüz Yaşam, Atık Piller ve Kızartma Yağları



İnsanlık olarak imkansızları konuşma lüksümüzün olmadığı bir dönüm noktasındayız ve bugün her zamankinden daha çok parçası olmamız gereken bir vizyona ihtiyacımız var. Eskiden toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından “sıradışı” olarak görülen insanların desteklediği çöpsüz yaşamı elde etmek için yapılan girişimler, şu an içerisinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini göze alacak olursak, artık toplumun tüm bireyleri tarafından beklenmektedir.

Amerika ve Avrupa ülkelerindeki ev hanımları, tükettikleri ürünleri seçerken daha az ambalajlı olanları tercih edecek kadar bilinçli! Markete giderken plastik poşet kullanmamak için yanında kumaş çantasını götürmeyi ihmal etmeyen bu bayanlar, kasaba uğrayacakları zaman ise alacakları etleri koymak için evlerinden kendi cam kaplarını getiriyorlar. Gelişmiş ülkelerin yaşam stili içerisinde alınan bu önlemlerde hiçbir sıradışılık yok. Bunlara ek olarak hatırısayılır sayıda insan kendi temizlik malzemelerini hazırlıyor, paketli olmayan organik sabunları kullanıyor, ve ellerine geçen tüm cam, plastik, teneke ve kağıtları atlamadan geri dönüştürüyor! Biz bunların hangilerini yapıyoruz?

Yaşadığımız alanlarda “sıfır atık” felsefesini benimsemek o kadar basit ki! Örneğin, hayatımızdan plastik ambalajları tamamı ile çıkarabilir, mümkün oldukça taze gıdalar tüketebiliriz. Dünyada hızla yaygınlaşan “ambalajsız yaşam hareketi”nin bir parçası olmak düşündüğümüzden daha kolay. El çantamızın içine ya da arabamızın bagajına yerleştireceğimiz birkaç kumaş çanta sayesinde market ziyaretlerimizde plastik poşete olan bağımlılığımızı sıfırlayabilir, ambalajsız ürünleri tercih ederek bunun yerine taze gıdalara yönelebiliriz. Bu pratik önlemler sadece çevreye olan duyarlılığımızı artırmakla kalmaz, kendi sağlığımız için de pozitif etki yaratır.

Ülkemizde dikkat edilmesi gereken bir başka konu ise atık pillerdir. Kullanım ömrünü tamamladıktan sonra çöpe atılan pillerdeki ağır metaller zamanla bozularak serbest hale geçtiğinden yer altı ve yüzey sularını kirletmenin yanında toprağı ve doğal olarak bitkileri de zehirler. Türkiye’de bir yılda 11 bin ton pil piyasaya sürülürken, bunun ancak 260 tonu geri toplanabiliyor. İlginçtir ki durum Almanya’da olabileceği kadar iç açıcı değil. 2007 yılı içinde Almanya sınırları içerisinde 1.47 milyar pil satılmış ve bunun ancak yüzde elli (50%)’si geri toplanabilmiştir.

Uzmanlara göre çöp depolama alanlarında bulunan civanın yüzde seksen sekiz (88%)’i, kadmiyumun ise yüzde elli dört (54%)’ü pillerden kaynaklanmaktadır. Atık pillerin açığa çıkmalarına neden oldukları bu kimyasallar akciğer hastalıkları, prostat kanseri, kansızlık, doku tahribi, böbrek üstü bezlerin tahribi ve kanser gibi hastalıklara neden olarak insan sağlığını birebir etkilemektedir. Bu nedenden dolayı görülen olası hastalıklara engel olmanın tek yolu atık pilleri çöpe atmak yerine daha önceden belirlenmiş noktalarda toplamaktır. Ülkemizde bu alanda yapılan atık pil toplama kampanyaları bulunmaktadır. Yapabileceğimiz en basit şey bu pillerin nerde toplandıklarını öğrenerek kullanmadığımız pilleri bu şekilde elden çıkarmaktır.

Çoğumuz evlerimizde kızartma amaçlı kullandığımız bitkisel yağları tekrar tekrar kullanmanın yanlış olmadığını düşünüyoruz. Ancak bilmemiz gerekir ki, kızartma sırasında oluşan fiziksel ve kimyasal reaksiyonlar nedeniyle yağda çok sayıda yan ürün oluştuğundan, sağlık açısından, evsel kullanımda kızartmalık yağın en fazla 2 defa ve kısa aralıklarla kullanıldıktan sonra değiştirilmesi gerekir.

Ekotoksik özellik gösterebilen kızartmalık bitkisel ve hayvansal yağlar kullanım sonrası lavaboya döküldüklerinde atık su kirliliğinin yüzde yirmi beş (25%)’ine neden olmaktadır. Arıtılmayan sulardaki atık yağlar, denizlere ve akarsulara ulaştığında bu alanlardaki suyun kirlenmesine ve sudaki oksijenin azalması sonucu başta balıklar olmak üzere ortamdaki diğer canlılar üzerinde büyük tahribata yol açmaktadır. Buna ek olarak önemli bir içme suyu kaynağı olan yeraltı sularının da kirlenmesine neden olmaktadır.

Çoğu endüstriyel işlemlerde kullanılmak üzere, dünyada 20 milyon ton civarında bitkisel ve hayvansal yağ kızartma amaçlı kullanılmaktadır. Ne yazık ki bu yağların büyük bir miktarının geri dönüşümünü sağlamak kolay olmadığı gibi ekonomik bir seçenek sunmadığından çevreye karşı zararlı bir durum oluşmaktadır. Türkiye'de “Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği” kapsamında atık bitkisel yağların toplanmasının belediyelerin sorumluluğunda olmasına rağmen ülkemizde henüz buna benzer girişimlerde bulunulmamıştır.

İyi bir planlama ile belirli kuruluşlara yetkiler verilerek bu kuruluşların atık yağları ev ve iş yerlerinden toplamasını sağlayabilir, toplanan bitkisel yağların daha sonra içme sularına karışması yerine biyodizel üretiminde kullanılması için gerekli altyapıyı hazırlayabiliriz. Bu yolda eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları kaçınılmaz olduğundan, küçük yaştan başlayark tüm toplumun, atık yağların neden olduğu zararlar ve mümkün olan geri dönüşüm metodları hakkında bilgilendirilmesi gerekir.

Atık yağlardan biyodizel üretimiyle çevreyi korumakla kalmaz, aynı zamanda atıktan katma değer sağlayabiliriz. Kızartmalık atık yağlardan üretilen biyodizel, dizel yakıt kullanımına kıyaslandığı zaman iklim değişimine neden olan sera gazı emisyonunda yüzde doksan (90%)’a varan oranlarda azaltım sağlayabildiğinden kesinlikte cazip bir opsiyon sunmaktadır. Ülkemizde de biyodizel üretiminin yolunu açmak için gerekli çalışmaların yapılması ve gerekirse üniversitelerimizle iş birliği içerisinde atık yağları enerjiye dönüştürebilme konusunda araştırmaların yapılması büyük önem taşımakadır. Çünkü ancak bu şekilde toplanan atık yağ oranı artırılabilir ve normalde doğal kaynakları ve insan sağlığını etkileyecek olan bu atıkları yararlı bir kaynağa dönüştürebiliriz.

İnsan ancak tüm seçimlerinde sadece kendisi için değil içerisinde yaşadığı dünya için en güzel, en doğru olanı, ve umut vereni yaparak yaratmaya hiç yılmadan devam ettiği zaman kendini iyi hissetmelidir. Kendinize bir sorun: Ben bugün çevre için ne yaptım?


Çise Ünlüer (14 Kasım 2010)
ciseunluer@hotmail.com

03/11/2010

Yeşil Ofis Planlaması



Tüm insanların yeryüzünün ve doğanın bir parçası oldukları bilinciyle yaşadıkları; birbirleriyle ve yeryüzüyle dengeli ve adil ilişkiler kurdukları; sevgi, barış ve dayanışma kültürünü oluşturdukları bir dünya hayal edin. Hayal edin, çünkü hayallerle gerçekler arasındaki tek engel biziz!

Ancak ne multu bize ki hayattaki önceliklerinin farkında olan ve sadece kendisi için değil, gelecek nesillerin devamlılığı için ihtiyaç duyacakları kaynaklara sahip olmaları yolunda çalışan birçok insan var. Bunlardan biri, “Yeşil Ofis Programı” kapsamında ofislerin atıklarını ve masraflarını azaltarak sürdürülebilir çevre politikalarını desteklemelerini sağlayan ve kalıcı çevre yönetim sistemi oluşturmaları için gerekli platformu hazırlayan WWF (World Wide Fund for Nature).

Küresel ısınma artık geri dönüşümü olmayan bir gerçek. Bu konuda yazılan raporlar ve yapılan araştırmalar, gelecekten endişe edilecek bir noktaya gelindiğinin en doğru kanıtı. Olayın derinine inecek olursak, varılan durumun, sanayi devrimi ile başlayan süreçte kurulan sistemler ve bu sistemlerin devamlılığı için ihtiyaç duyulan enerjiyi sağlama yolunda yapılan tercihlerin neden olduğu karbon salınımı ile bağlantılı bir sistem sorunu olduğu görülüyor. Enerji tüketen her faaliyetin ortaya çıkardığı karbondioksit miktarını temsil eden “karbon ayak izi” kavramı, günümüzde hem bireysel hem de şirketlerin karbon salımlarını ölçmek için kullanılmaktadır.

Vaktimizin çok uzun bir bölümünün geçtiği iş yerlerinde düşünmeden yaptığımız monotonlaşmış hareketlerimizin herbirini tek tek inceleyecek olursak değiştirmemiz gereken o kadar çok şey var ki! En başından olacak şekilde bir çalışma gününü ele alacak olursak, kalabalık trafikte stresli bir yolculuktan sonra iş yerimize zor da olsa ulaşıyoruz. Bu noktada araba yerine bisiklet kullanıyor olsaydık hem fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı ortadan kaldırır, hem de çevreye zarar vermeden ve trafiğe takılmadan zaman kazanarak, sağlıklı bir seçim yapmanın verdiği mutlulukla ofisimize ulaşabilirdik.

Tipik iş günümüze devam edelim: Arabadan inip ofisimize giriyoruz. İlk iş olarak bilgisayarı açmaya yöneliyoruz. Gün devam ettikçe yazıcıdan çıkan kağıt sayısında gerekli gereksiz sürekli bir artış devam ediyor, çöp sepetimiz gittikçe kullanılmayan kağıtlarla dolup taşıyor. Bir günde toplam ne kadar kağıt kullandığınızı hiç gözlemlediniz mi? Peki bu kağıtların kaçta kaçının gerçekten yazıcıda kullanılması gerektiğini? Günde düşünmeden kaç tane dosyayı ve e-postayı gerekmedikleri halde yazıcıdan çıkarıyoruz? Kullanıldıktan sonra çöpe atılan kağıt, pil, ve plastiklere daha sonra ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Geri dönüşümlerini?

Gün sonunda işyerlerimizden ayrılırken enerji kullanan tüm cihazları tamamen kapatmak ve ışıkları söndürmek gerekli tasarruf önlemlerini almak açısından doğru bir yaklaşımdır. Ofis içerisinde gerçekleştirebileceğimiz basit değişiklikler sayesinde atıklarımızı azaltmakla kalmaz, çalışma ortamındaki harcamaları da en aza indirgeyebiliriz.

Ancak bir formdan başka bir forma dönüşebilen enerji, yoktan var edilemediği gibi vardan da yok edilemeyeceği için kapalı bir sistemdir. Şirketlerde enerjiyi kullanarak işe dönüştüren üç esas unsur insan, sistem ve teknolojidir. Karbon ayak izini düşürme yolunda bu üç unsurun hareketleri birbirlerini etkilediğinden, şirketlerin kendi kaynaklarını sistemli bir şekilde değerlendirerek, ilgili tasarruf kriterlerini belirlemeleri ve bu çerçevede kendi çevre yönetim sistemlerini kurmaları büyük önem taşımaktadır. Bu sayede her şirket kendi tasarruf mekanizmasını oluşturup doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımına katkıda bulunabilir.

Enerji kullanan her birey ve her şirketin küresel ısınmada sorumluluğunun farkında olması gerekir. Bilinçlendirmeyi sağlama için tüm bireylerin enerji kullanım alışkanlıklarını gözden geçirip, daha az tüketme yaklaşımını benimsemeleri şarttır. Buna benzer kuralların şirketler tarafından da yürürülüğe geçirilmesi ve enerji politikalarının bu yönde oluşturulması gerekir. Şirket düzeyinde, tüm çalışanların küresel ısınma sorununun ne olduğunu öğrenip çözüm yolunda sorumluluk alması, karbon ayak izini azaltmanın ne kadar kritik olduğunu ve gerekliliğini anlaması, üst yönetimin bu yolda yapılan karbon emisyonlarını azaltma girişimlerini desteklemesi, ve tüm çalışanların enerji kullanımlarını monitor etmesi önem taşır.

Doğal kaynakların devamlılığını göz önünde bulundurmadan tükettiğimiz dünyamıza karşı hepimizin sorumlulukları var. Yapabileceklerimizin yaratacağı etkinin farkına vararak gerekli önlemleri alabilir, işyerimizde verimli enerji kullanımını teşvik ederek iklim değişikliğiyle mücadele edebiliriz. Çalıştığımız mekanlarda enerji kullanımını en aza indirgemek yolunda yararlanabileceğimiz birçok kaynak bulunduğunu ve tüm çalışanların neden olduğu karbon emisyonunda bilinçli tüketimin sağlanması için girişimler konusunda hepimizin katkı koyması gerektiğini unutmamalıyız. İklim değişikliğiyle mücadele için tüm çalışanların çevre dostu tercihler yaparak enerji tasarrufuna gitmeleri için gerekli önlemlerin alınması gerekir.

Şanslıyız ki, pek çoğumuz içinde bulunduğumuz küresel geçiş sürecinin fazlasıyla farkındayız. Peki bu yolda her birimize düşen sorumluluk ne?


Çise Ünlüer (7 Kasım 2010)
ciseunluer@hotmail.com