Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

30/10/2010

Sürdürülebilir Sistemler



Hızla değişen dünyaya paralel olarak gelişen insan bilincinin evrimiyle farkındalığı da giderek artıyor. Uzun yıllar önce birlikte anılmayan bilim ve spiritüellik bile çoğumuzun hayatında aynı anda varolabildiği gibi, çözüm arayışında da büyük önem taşıyabiliyor. Artık farklılıklarımızın bilincinde olmanın yararlarını ve bir bütünün parçası olduğumuzu kabullendiğimiz bir dünyada yaşıyoruz.

Bu farkındalıkların sayesinde hem insanlığı hem de yeryüzünü gözeten çözümler üretme yolunda artan bilincimizin bir ürünü olan ve geçtiğimiz hafta giriş yaptığımız felsefi olduğu gibi pratik bir yaklaşımı teşkil eden permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimlerinin çevresel etiklere dayanarak doğru bir şekilde tasarlanması üzerine yoğunlaşır. Sürdürülebilir hayatı gerçeğe dönüştürmek, yaşadığımız çevre, kaynaklarımızın kullanımı ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşıladığımız hakkında dikkatli bir düşünmeyi ve planlamayı gerektirir. Sadece bugün için değil gelecek kuşakların da devamlılığını sağlamak için sürdürülebilir sistemlerin gerekliliği tartışılmazdır.

İster büyük şehirlerde ister köylerde, nerde yaşadığımızın hiçbir önemi olmaksızın, hepimizin amacı doğa ve insanlar arasında çeşitlilik, devamlılık ve esnek doğal ekosistemlerin tasarlanmasını mümkün kılan güçlü bir bağ oluşturmak olmalıdır. Bugüne kadar düşünmeden zarar verdiğimiz doğayı canlandırmak ve bozulmamış kısımlarını korumak bizim elimizdedir. Permakültür kalıcı ve tamamı ile kendine yetebilen bir sistem olduğundan sadece çiftlikler, bahçeler, ve binalarla sınırlı olmamakla birlikte, ticari, endüstriyel, organizasyonel, sosyal ve eğitimsel planlama için de kullanılmaktadır.

Dünyadaki tüm yaşam süreçlerinin kaynağı güneştir. İnsan hayatının sürdürülebilir devamı için ekolojik istikrarın temin edilmesi şarttır. Bu yolda ihtiyaç duyulan toprak, su, enerji ve diğer doğal kaynakları, çeşitliliklerini koruyabilecekleri şekilde tasarlamak gerekir. Dünyaya varan güneş enerjisi sayesinde her mevsimde belli miktarda bir büyüme gerçekleştiren ağaçları ve otları keserek, yabani otları temizleyerek, veya et için hayvan besleyerek aslında topraktaki mineralleri tüketmiş oluyoruz. Mineral ve besin eksikliğini önlemek için organik maddeleri kullanarak kompost hazırlamak, ve sistemde kullandığımız tüm materyallerin yaşam döngüsünü öğrenmek gibi önlemler alınabilir.

Permakültür prensiplerine göre bir sistemden alınan herşeyi tekrardan o sisteme geri vererek sürdürülebilirliğin sağlanması gerekir. Sistemin tüm döngülerinin devamı için enerji geridönüşümü göz önünde bulundurularak sistem çıktıları sistemdeki ihtiyaçları gidermek için kullanılmalıdır. Herhangi bir işlemi gerçekleştirmek için kullandığımız tüm elementlerin var olan tüm fonksiyonlarını kullanacak şekilde planlamak, elimizdeki tüm kaynaklardan mümkün olan en iyi miktarda yararlanmamızı sağlar. Örneğin, küçük bir göl veya su birikintisi, etrafına serinlik sağlamanın yanında içerisinde yaşayan ördek ve balık gibi hayvanlara yaşam alanı sağlar; sulama, yangından korunma ve çeşitli ev işleri için kullanılabilecek yağmur suyunu bünyesinde tutar. Aynı gölden temin edilebilecek killi toprak bina, duvar, veya fırın yapımında kullanılacağı gibi aynı anda sıva için de kullanılabilir.

Sürdürülebilir sistemlerin en önemli öğelerinden biri çeşitlilik. Bir sistem içerisindeki elementlerin miktarı elementler arasındaki fonksiyonel ilişkiler kadar önemli olmadığından çeşitlilik üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Permakültürde bir diğer önemli yaklaşım ise bireylerin kendi gıdalarını yetiştirmeleri, yerel ekonomiyi desteklemeleri, ve komşularıyla sürekli bir işbirliği halinde olarak “global düşün, yerel hareket et” anlayışını benimsemeleridir.

Kurmaya çalıştığımız sistem içerisinde kaynakları sonsuz çeşitlilikle kullanmanın tek sınırının tasarımcının bilgisi ve hayal gücü olacağını akılda tutarak, bu konuda yapabileceğimiz en verimli şey, doğanın döngüleriyle işbirliği yaparken, en az değişikliklerle en büyük etkileri elde etmek için yaratıcılığımızı geliştirmektir. En güzel sonuçlar için küçük çapta başlayarak yüksek verimli ve kontrolü kolay olan bir sistem yaratmak gerekir. Tasarımımızın başarılı olması için tüm elementler bir araya geldiğinde harmoni ile çalışabilmeli ve sistem tamamı ile kendi kendini yönetebilir bir duruma gelmelidir.

Günün sonunda, tüm organizmalar çevrelerini kendi yararları için değiştirirler. Permakültür prensipleri enerji verimliliği, yemek pişirmek, aydınlatma, ulaşım, ısıtma, atık yönetimi, su ve diğer enerji ihtiyaçlarına uygulanabildiğinden hayatım tüm evrelerinde yararlanabileceğimiz önerileri kullanımımıza sunar. Bu prensipler arasında gözlemlemek ve etkileşime girmek, enerjiyi yakalamak ve muhafaza etmek, verim almak, kendi kendini yönetmek, ve yenilenebilir kaynakları ve hizmetleri kullanarak değerlerini bilmek gibi yaklaşımlar gelir. Bunların yanında atık üretimini sıfırlamak, kendini tekrar eden modellerden detaylara doğru tasarım yaparken çeşitliliğin önemini anlayarak kullanmak, ve değişime yaratıcı şekilde yanıt vererek olası değişimden istifade etmek de permakültürün ana prensiplerindendir.

Gerçekte ekolojiden esinlenmiş bir sağduyu tasarımı olarak tanımlanan permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimlerini kurgulayabilmemizi sağlayan bütünsel bir tasarım bilimidir. Permakültür çözüme odaklıdır. İnsan kendisi istedikten ve doğayı dikkatli bir şekilde gözlemleyerek anladıktan sonra geliştirebileceği sistemler sayesinde yeryüzünde yaratabileceği bolluk, bereket, ve biyolojik çeşitlilik doğrultusunda çözümler mümkündür.

Sürdürülebilir tarım olmaksızın istikrarlı bir sosyal düzen mümkün değildir. Halkımızın permakültürle tanışması ve çözüm olasılıkları ile ilgili farkındalık kazanmasının en etkili yöntemi çeşitli bölgelerde düzenlenecek olan eğitimlerle mümkün olan en çok miktarda insana ulaşarak gerçekleşebilir. Ülkemizde bir permakültür ağının oluşması ve büyümesine yönelik adımlar sayesinde sürdürülebilir yaşam için bir tasarım sistemi oluşturabiliriz.


Çise Ünlüer (31 Ekim 2010)
ciseunluer@hotmail.com

22/10/2010

Permakültür



Permakültür, yaratıcısı Bill Mollison’un “Permakültür: Bir Tasarımcı Elkitabı” adlı eserinde, doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanması şeklinde tanımlanır. Permakültür anlayışının esas amacı insanlar ve hayatlarını kurdukları alanlar arasında gıda, enerji, barınak, ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçlar da göz önünde bulundurularak sürdürülebilir bir bütünleşmeyi sağlamaktır.

Sürdürülebilir tasarımları ele alarak kavramsal, maddi, ve stratejik bileşenleri dünyadaki tüm canlıların yararına olacak şekilde kullanmak mümkündür. Permakültür, bunu insanlığın doğaya aykırı olan tüm hareketlerinin tersine uzun süreli ve dikkatli bir şekilde gözlem yaparak, sistemlerin sadece belirli ürünlerine yoğunlaşmak yerine onlara bütün işlevleriyle bakarak ve sistemlerin kendi evrimlerini tamamlamalarına fırsat tanıyarak başarmayı sunar.

Permakültürün ilkeleri arasında bütün yaşam sistemlerinin devamı ve canlıların çoğalması için gerekli koşulları sağlayarak yeryüzüne özen göstermek; insanların ihtiyaç duydukları gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde varolmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarını sağlamak; ve ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak nüfus ve tüketime sınır getirmek gelmektedir.

Permakültür, yeryüzünü korumak, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, tüketimi ve nüfusu sınırlandırmak, ve fazlalığı paylaşarak yeniden yatırım yapmaktan daha öncelikli olarak kendi yaşamlarımız ve çocuklarımızın yaşamları için sorumluluk almak üzerinde yoğunlaşır. Bugün varolan yaşam sistemlerinin gelecekte de devamlılıklarını sürdürebilmeleri için rekabet ortamı yerine işbirlikçi bir tavır takınmaları kaçınılmazdır.

Mollison’a göre permakültürün ilk prensibi doğal sistemleri düzenli ve istikrarlı bir şekilde gözlemlemektir. Günümüzde en büyük sorunlardan birini teşkil eden enerji kaynaklarındaki sıkıntı, ev, yaşam alanı, şehir ya da kırsal alandaki herhangi bir sistemde yararlı enerji birikimini maksimuma çıkararak çözülebilir. Permakülür anlayışında problemin insan kaynaklı olduğu noktasından hareket ederek çözümün de yine insanın kendi elinde olduğuna inanılmaktadır.

Dengesizliklere neden olan başka bir olay ise sistemlerin kaynakları verimli olarak kullanma kapasitelerinin üzerinde olacak şekilde kaynakların sisteme entegre edilmesidir. Verimli olarak kullanılmayan kaynakların kirlilik teşgil etmekten başka bir işe yaramadıkları kaçınılmaz bir gerçektir. Örneğin, gereğinden fazla gübre kullanmak toprakta fazla besin birikimine yol açabileceği gibi bitkilerin besinlere erişimini de engelleyeceğinden tercih edilen bir durum değildir.

Verimli bir sistemin büyümesi, çoğalması, ve bakımı için gereken enerji, sistemin aksamadan çalışması için ihtiyaç duyduğu enerjiye ek olarak ürettiği enerji fazlası ile karşılanabilir. Böyle sistemlerde, dikkatli bir planlama sayesinde işlem sonrasında üretilen, biriktirilen, korunan, tekrar kullanılan ve dönüştürülen enerji fazlasının toplamı sistemin büyüme sürecinde talep edilen enerjiyi karşılamak için kullanılabilir.

Yaşayan sistemlerin bir parçası olan canlılar arasındaki ilişki gittikçe daha birbirini destekler hale geldiğinden bu canlıların hayatta kalma savaşı birbirini direk olarak etkiler. Doğal hayatın içersindeki tüm hayvan ve bitkilerin devamlılığı insan hayatının sağlıklı ve uzun bir şekilde sürdürülebilmesi açısından büyük önem taşır. Buna en güzel örnek olarak, üzerinde yaşadığımız toprakların verimini korumak için gereken bakımın sağlanmasında kuşlar, arılar, örümcekler, solucanlar, ve bakteriler gibi varlıkların doğal yollardan yardımcı olabilecekleri bir plan sayesinde insan gücüne ve teknolojiye olan bağımlılığı azaltabiliriz.

Tasarıma başlamadan kullanılacak olan alandaki kaynakları belirleyerek bu kaynaklar içerisinden hangilerinin sisteme doğal olarak katılabilecekleri kararlaştırılmalıdır. Başka bir kaynak arayışına girmeden ilk adımda bu kaynakların maksimumda kullanılmaları gerekir. Bu durumu açıklamak için verilecek en iyi örnekler, günlük hayattaki enerji talebini karşılamak için güneş, rüzgar, insan, ve biyolojik kaynakları kullanmak veya göletlerdeki su miktarını gri su sistemleriyle, çatılardan ve yüzeylerden yağmur suyu hasadı yaparak suyu alanda tutmak ve tekrar tekrar kullanarak devamını getirmektir.

Permakültür, tasarımcılarına göre “organik bahçecilik kılığına girmiş bir devrim”dir. Kalıcı tarım veya kalıcı kültür şeklinde de tanımlanan permakültür, ilk başlarda birtakım bahçecilik teknikleri olarak bilinse de gerçekte bütüncül bir tasarım ve yaşam felsefesidir. Sürdürülebilir bir hayatı gerçeğe dönüştürmek için sistemdeki tüm canlıların ihtiyaçlarını karşılayan tasarımların tamamı ile doğal kaynaklardan ve doğadaki ekosistemlerden esinlenmeleri şarttır. Çünkü permakültürde, sürdürülebilirlik vazgeçilmezdir.


Çise Ünlüer (24 Ekim 2010)
ciseunluer@hotmail.com

15/10/2010

Hediye Ekonomisi



Hediye ekonomisinin ne olduğunu biliyor musunuz? Batı kültüründe “gift economy” veya “gift culture” şeklinde adlandırılan bu yaklaşım, bir insanın çevresindeki herhangi bir tanıdığına veya hatta tanımadığı bir bireye karşılık beklemeden önemli bir yardımda bulunduğu veya değerli bir hediye sunduğu zaman içerisinde bulunduğu duruma denir. Bir topluluk içerisinde eşyaların takas edilmesi market ekonomisine karşı geldiğinden hediye ekonomisinin market ekonomisi üzerinde belirli etkileri vardır.

Hepimiz belli zamanlarda farkında olarak veya olmayarak hediye ekonomisinin bir parçası oluruz. Farklı kültürlerde zamanla oluşan inanışlara bağlı olarak değişik şekillerde görülebilen hediye ekonomisi, bazı toplulmlarda hediye verilen kişinin karşılık olarak siyasal destek veya askerlik hizmeti gibi alanlarda yapılabilecek olan yardımlar beklemesi şeklinde de ortaya çıkar.

Ne mutlu ki durum her zaman bu kadar iç karartıcı değil. Hediye ekonomisi altında insanın çevreye karşı duyarlı olabilmesi ve aynı zamanda eğlenceli bir şekilde özgürlüğü ve dostluğu deneyimleyebilmesi mümkün. Bunu gerçekleştirmenin birçok yolu var. Atılacak en basit ve bir o kadar da eğlenceli adım olarak, sevdiğimiz insanarla yemek partileri düzenleyebilir, belirli sıklıklarla farklı evlerde buluşarak herkesin kendi evinden getirdiği yemekleri hep birlikte zevk alarak yiyebiliriz. Böyle toplanmalar insanlar arasındaki iletişimi ve farklı konularda bilgi alışverişini sağladıkları için tercih edilmelidir.

Ülkemiz birbirinden farklı ürünleri yetiştirmek için çabalayan çiftçilerle dolu! Çiftçilerimizden birine taze ürün karşılığı hasat işlerinde yardım ederek hem farklı bir deneyim sayesinde yeni şeyler öğrenebilir hem de her zaman desteğimizi bekleyen çiftçilik sektöründen kendimize bir çevre edinebiliriz. Bunun yanında yerel organik üreticilere sürekli bir şekilde destek vermek için “toplum destekli tarım” projelerine katılabiliriz.

Her yıl belirli aralıklarla evde artık kullanmadığımız ev eşyası, kitaplar, giysiler, ve oyuncaklar gibi eşyaların değişimini yapabileceğimiz buluşmalar organize ederek bu istenmeyen malzemelerin onlara gerçekten ihtiyaç duyan insanlara ulaşmasını mümkün kılabiliriz. Mümkün oldukça kendi gıdamızı yetiştirmek, bir kısmını başkaları ile paylaşmak, ve yıllık bitki ve tohum değişimlerini yapabileceğimiz buluşmaları organize etmek organik tarımı vurgulamak için yapabileceğimiz en güzel hareket. Kendi bahçemizde ihtiyacımızdan fazla toprağımız varsa başkalarının gıda üretebileceği bir alan ayırabilir, yetiştirdiğimiz ürünleri ihtiyacı olanların kullanımına sunabiliriz.

Ülkemizde her yıl farklı yerlerde gerçekleştirilen yerel festivallerde “tüketmeme” standı açarak kendisini hiç durmadan tüketime vermiş ve bu yolla hayatta tatmin olacağını düşünen toplulumuzun büyük bir çoğunluğuna yardımcı olmak için sürdürülebilir yaşamla ilgili etkinliklere önayak olabiliriz. Yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz gıdalar ve diğer tüketim maddelerini toptan almak daha ekonomik olmakla birlikte ambalaj israfını büyük ölçüde azaltmaktadır. Bu malzemeler arasından kendi ihtiyacımızdan fazla olanları arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.

Zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz evimize yakın olan komşularımızla birlikte yapabileceğimiz o kadar çok aktivite var ki! Örneğin bir ev onarım ekibi oluşturarak evlerimizde gereken onarımları hep birlikte yapabilir ve bu sayede birbirimizden birçok şey öğrenmekle kalmaz aramızdaki komşuluk bağlarını güçlendirmiş oluruz. Buna ek olarak, yaşadığımız veya çalıştığımız ortamda karşımıza çıkan genç bir insana danışmanlık yaparak kendi deneyimlerimizden başkalarının da yararlanmasını sağlayabiliriz.

Çalışma hayatı ne kadar yoğun olursa olsun, insanın yaşadığı yerin insan sağlığı ve huzuru üzerinde büyük etkisi var. Bu alanda atılacak en güzel adım komşularımızla biraraya gelip mahallemizi nasıl güzelleştirip, yaşamaktan keyif alacağımız bir yer haline getirebileceğimizi konuşmak, ve birlikte gerekli girişimlerde bulunmaktır. Dostlarımız veya komşularımızla toplu halde yapılabilecek olan başka bir aktivite olarak bebek veya çocuk bakımını paylaşabileceğimiz gruplar oluşturabilir; veya her ay bir sahilin, parkın, veya sokağın temizliğini organize edebiliriz. Bu aktivitelere ek olarak her fırsatta ağaç dikmeliyiz! Bunun için yerel belediyelerle işbirliği yaparak ağaçları onların temin etmesini talep edebiliriz.

Boşta duran araba veya bisikletimizi başkalarının ulaşımını sağlayabilmeleri için paylaşmaya hazır olmalıyız. Evlerimizde kullanmadığımız bir odayı veya elimizde boş duran bir mekanı uygun bir fiyata kalacak bir yere ihtiyacı olan insanlara kiralayabilir ya da bir hizmet karşılığı takas yapabiliriz. Kendimize ait kullanılmayan bir depoyu sanatçılar için bir stüdyoya veya ilgilenen girişimciler için bir ofis alanına dönüştürerek bu alandan başkalarının yararlanmasını mümkün kılabiliriz. Genel olarak esas fikir, elimizdeki tüm alanları başkalarının sevgi ve emeğini katabileceği paylaşım alanlarına dönüştürmek.

Paylaşmanın sınırı yok! Eşyalar ve mekanların yanında, birbirimizle yeteneklerimizi paylaşabilir, örneğin yemek pişirmeyi öğretmek karşılığında marangozluk öğrenebiliriz. Karşımızdaki insanın bize karşı duyduğu minnettarlık dışında, iyi bildiğimiz bir konuyu başkalarına öğretirken farkında olmayarak kendimiz hakkında birçok yeni özellik keşfetme fırsatımız doğuyor. Bu süreç boyunca bazı adımları niye ve nasıl yaptığımızı, ve nasıl en uygun hale getirebileceğimizi çözebilmemiz mümkün.

Sosyal alanda yapılabilecek olan bir başka yardım olarak evimizde bir gezgini ağırlayabiliriz. Ülkemize gezmek veya çalışmak için gelen insanlardan öğrenebileceğimiz ne kadar şey var bir düşünün!

Hediye ekonomisini sürdürülebilir yaşam çerçevesinde kullanarak hayata sadece kişisel anlamda değil toplumsal bir boyutta yararlanabileceğimiz yenilikler getirmek mümkün. Günün sonunda, gerekli istek, yaratıcılık ve sevgiyi kattıktan sonra insanın elde edemeyeceği başarı, çözemeyeceği hiçbir sorun yok!


Çise Ünlüer (17 Ekim 2010)
ciseunluer@hotmail.com

08/10/2010

Gözlerinizi Yeşil Kozmetiğe Açın



Bugün sizlere güzelleşirken zehirlenmemek için alabileceğimiz basit ama etkili önlemlerden bahsetmek istiyorum.

Raflarda gördüğümüz kozmetik ürünlerle ilgili en karmaşık durum, üretimlerinde kullanılan kimyasalların farklı çeşitleri olması. Kozmetik ürünleri tüketicilerinin tümünün kimya mühendisi olmadığını düşünecek olursak, bu ürünlerin etiketlerini detaylı bir şekilde inceleyerek burda belirtilen tüm kimyasalları tek tek ayırdetmek nerdeyse imkansıza yakın! Yine de tüketicilere belli temel maddeleri öğrenip bunların aldıkları ürünlerin etiketlerinde bulunup bulunmadıklarını kontrol etmeleri öneriliyor. Ancak herbir ürün için etiket okumak yerine organik ve doğal malzemeleri kullanan kozmetik ürünler de tercih edilebilir.

Özellikte sıcak yaz aylarında tercih ettiğimiz deodorantlar içerlerinde ter önleyici olarak kullanılan alüminyum maddesi içerir. Bu madde sağlıklı terlemeyi sağlayan gözenekleri tıkayarak, vücut ısısını dengede tutmaya yarayan terleme işleminin yapılmasını engellediğinden deodorant seçiminde alüminyum içermeyen doğal deodorant markalarını tercih etmek derinin tahriş olmasını engellediği gibi vücudumuzun doğal dengesinin korunmasında yardımcı olabilir.

Reklamlarda gördüğümüz ve hepimizin talep ettiği “daha beyaz bir gülümseme”, ne yazık ki düşündüğümüz kadar doğal bir işlem değil. Bunu sağlaması için satın aldığımız özel diş macunlarının içerisinde dişleri beyazlatmaya yarayan “parabens” ve “titanium-dioxide”a ek olarak diş çürüklerini önlemesine rağmen, fazlası zehirleyici olan “flouride” maddelerinden yüksek miktarlarda bulunmaktadır. Bu durumla karşı karşıya kalmamak için piyasadaki doğal diş macunlarını tercih etmeye özen gösterebiliriz.

Görünüşümüzde en önem gösterdiğimiz alanlardan biri olan saçlarımızın “sağlığını ve parlaklığını arttırmak” için kullandığımız şampuan, saç kremi, güçlendirici, jöle, saç spreyi, ve boya gibi ürünlerin ne kadar zararlı maddeler içerebileceklerini hiç düşündünüz mü? Marketlerde karşımıza çıkan çoğu şampuan ve saç kremi petrol yan ürünlerini içerdiği gibi, kepeğe karşı tasarlanmış olduğu iddia edilen şampuanlar ve bazı saç boyaları içlerinde kanserojen kömür ziftlerini barındırmaktadırlar. Bunlara ek olarak yapılarında “formaldehyde” ve “phthalates” gibi maddeleri içeren yapay kokulu ürünlerden uzak durmak sağlığımız açısından mantıklı bir yaklaşım olacaktır.

Modern hayatta ihtiyaç duyduğumuz kişisel bakım ürünleri ve sağlık malzemelerinin çoğunun petrol yan ürünlerini içerdiğini biliyor musunuz? Özellikle dudak kremleri ve parlatıcılarda kullanılan petrol ürünleri korkutucu boyutlardadır. Her alanda olduğu gibi doğru kozmetik ürünlerini seçerken de bilinçlenmenin şart olduğunu unutmayarak bu ürünlerin içerdikleri maddeleri etiketlerine bakarak ayırt etmek mümkün. Etiketlerde dikkatimizi çekmesi gereken isimler mineral yağlar, gazyağı, ve bir çeşit hidrokarbon olan “propylene glycol” maddesi.

Yılın çok büyük bir bölümü üzerinden güneş eksik olmayan ülkemizde güneşin zararlı ışınlarından korunmak için kullanılan güneş kremleri, kullanıcılarına güvende oldukları hissini vererek güneş altında durma süresinin uzamasına neden oluyor. Ancak unutmamak gerek ki çoğumuz bu kremleri üreticilerinin önerdiği kalınlıkta ve düzenli olarak kullanmıyoruz. Buna ek olarak bu tür kremlerin içindeki güneşe karşı koruma sağlayan kimyasallar, insan cildi için tahriş edici olabilmekte ve tahriş olmuş cilt güneşten etkilenmeye yatkın hale gelmektedir. Böyle bir durumun oluşmasını engellemek için doğal güneş kremleri kullanarak cildimizi korumalı, gün ortası sıcağından kesinlikle kaçınmalıyız.

Kozmetik üreticilerinin hayvanları etik olmayan şekilde labaratuarlarda kobay olarak kullanmaları hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Bu konuyla ilgili olarak 1998 yılında kurulan HCS (İnsancıl Kozmetik Standartları), kozmetik ürünlerinin hayvanlarda denenmesine karşı çıkan bir uluslararası koalisyon. Bu konudaki hassasiyetimizi üzerlerinde HCS ambleminin bulunduğu markaları tercih ederek gösterebiliriz.

Ürünlerin üzerinde çoğu zaman gördüğümüz “doğal” ibaresinin fazla bir önem taşımadığını ve gerçekten doğaya duyarlı bir tüketici olmak istiyorsak ürün seçiminde sertifikalı olan ürünlere yönelmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Makyaj malzemesi alırken doğal ürünler ya cem şişelerde ya da geri kazanılabilen diğer ambalajlarda satışa sunulmaktadır. Ambalajında “doğal” olarak isimlendirilen bir ürünün gerçekten doğal olması için tamamı ile doğal ve cilde dost hammaddelerden üretilmesi; üretiminde cilt tarafından emilemeyen ve cilt üzerinde su geçirmez bir tabaka yaratan mineral yağlar ve parafinler kullanılmaması; ve içerisinde paraben, izotiyazolin, formaldehid gibi sentetik koruyucular bulundurmaması gerekir. Bunlara ek olarak sentetik çözücüler yardımıyla elde edilen doğal maddeler de doğal kozmetik üretiminde kullanılmamalıdırlar.

PEG (polietilenglikkol) gibi sentetik emülgatörler ve SLS (sodyumlaurilsülfat) ya da SLES (sodyumlauriletersülfat) gibi tensidler kullanılarak üretilmiş vücut losyonları ve şampuanlar gibi kozmetik ürünler “doğal kozmetik” olarak tanımlanmazlar. Doğal kozmetiklerin tam içerikleri CTFA veya INCI isimleriyle ambalaj üzerinde yer almalı, ambalajları çevre ile uyumlu malzemelerden seçilmelidir. Bu şekilde hem zararlı maddelerin ürüne geçmesi hem de ambalajın üretilmesi ve sonradan elden çıkarılması sırasında çevrenin kirlenmesi önlenmiş olur.

Doğal kozmetiklerin üretiminde ölü hayvanlardan elde edilen doku özleri ve hormonlar gibi hammaddeler kullanılmadığı gibi doğal kozmetik kavramı, hayvanlar üzerinde test yapılmasına kesinlikle karşı çıkmaktadır. Sağlık faktörlerinin yanında bir ürünün üretim, kullanım ve elden çıkarılış devrelerinde çevreye duyarlılık göstererek herhangi bir şekilde kirlenmeye neden olmaması gerekir. Dışardan bakıldığında komplike bir sorun gibi görünen kozmetik çıkmazı, düşündüğümüzden daha az bir çaba sarfederek elde edebileceğimiz bilinçlenme sayesinde sağlığımız açısından pozitif bir etki bırakabilir.

Çise Ünlüer (10 Ekim 2010)
ciseunluer@hotmail.com

01/10/2010

Beyaz Eşyada Enerji Kullanımı



Bu hafta sizlere evlerimizdeki beyaz eşyaların kullanımında öne çıkan ve enerji verimliliğini etkileyen belirli faktörlerden bahsetmek istiyorum.

Yeni alınan çamaşır makinelerini evlerimize kurarken makine çevresinde havanın kolayca hareket etme özelliğini mümkün kılmak için makinenin kurulduğu yerin çevresinde en az 5 santim boşluk kalmasına dikkat edilmesi gerekir. Makineyi tam dolu iken çalıştırmaya ve fazla veya eksik çamaşırla yıkama yapmamaya önem göstermeli; yarı dolu çalıştırılsalar bile bu makinelerın aynı miktarda enerji, deterjan ve su tükettiğini unutmamalıyız. Çamaşırları yıkama işlemi için sıcak su yerine ılık su kullanılması, durulama ve çalkalanmanın ise soğuk su ile yapılması tavsiye edilir.

Çamaşır makinelerinin ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisinin yüzde doksan (90%)’ı suyu ısıtma esnasında harcanır. 30-40 derecelik su sıcaklığı çamaşır yıkamak için en uygun sıcaklıktır. Çamaşırları sıcak veya çok sıcak sularla yıkamak elbiselerin yıpranmasına ve yapılarının bozulmasına neden olur. Bu nedenden dolayı çamaşırlar için doğru yıkama programını seçmek önemlidir. Çamaşırları makinede aşırı derecede kurutmak fazladan harcanan enerjinin yanında elbiseleri de yıpratır. Ülkemizdeki doğal kaynakları günlük hayatta avantaja dönüştürerek, bu kurutma işlemini doğal yollarla gerçekleştirmek için yılın büyük bir bölümü yeterli güçte olan güneş enerjisinden yararlanabiliriz.

Çamaşır makineleri için aşırı köpüren deterjanlar yerine önceden belirlenen deterjanları kullanmak makinenin ömrü ve istenilen sonucu elde etmek açısından yararlı olacaktır. Kullanılan deterjanın çeşidiyle birlikte miktarına da dikkat ettmek, az veya fazla miktarda deterjan kullanımının verimsiz temizlemeye neden olacağından önemlidir. Öte yandan, çok kirli olan çamaşırlar için ön yıkama programları kullanılabilir.

Her yıkamadan sonra kurutucudaki filtreyi temizlemek ve durulama biter bitmez çamaşırları makineden çıkardıktan sonra nemli havanın uzaklaşması için çamaşır yıkanan yerin iyi bir şekilde havalandırılmasına dikkat etmek makinenin temizliği açısından gereklidir. Soğuk suda temizleme yapabilen deterjanlar kullanmak enerji tüketimini minimize etmemize yardımcı olabilir.

Her zaman daha az su, enerji ve deterjan harcayan makineleri tercih etmeliyiz. Çamaşır makinesi satın alırken verimli ömür maliyetini mutlaka hesaplamak daha mantıklı sonuçlar elde etmemizi sağlar. Verimli ömür maliyeti, makinenin yıllık enerji maliyeti, tahmini ömrü ve iskonto faktörününün çarpımını satın alma fiyatına ekleyerek elde edilir. Farklı türden ve özelliklerle donanılmış makineleri birbirinden ayıran en önemli faktör yıllık enerji maliyetleridir.

Bir evde tüketilen enerjinin yüzde onbeş (15%)’i buzdolabının çalışması için kullanılır. Buzdolaplarını, soba, radyatör, bulaşık makinesi ve ocak gibi ısıtıcı kaynaklardan uzak olacak şekilde mutfağın soğuk bir alanına yerleştirerek enerji tüketimimizi yüzde on (10%) azaltabiliriz. Dolabın çevresinde havanın serbestçe hareket edebileceği yeterli aralık bırakılmazsa enerji tüketimi 2-3 katı artar.

Buzdolabının sıcaklığını +5 derecede, derin dondurucunun sıcaklığını ise -18 derecede tutmak önemlidir çünkü daha düşük sıcaklıklar enerji israfına neden olur. Yiyecekleri dolaba koymadan önce dışarda oda sıcaklığına kadar soğumalarını beklemek yemeği soğutmak için ilave enerji harcamamıza neden olmaz. Örtülmemiş yiyeceğin nem bırakacağından ve kompresörün daha fazla çalışmasına neden olacağından, dolabımıza koyduğumuz yiyeceklerin üzerini alüminyum folyo veya plastik yerine iyi bir yalıtım malzemesi olan kağıtla mutlaka örtmeliyiz.

Buzdolabının ve derin dondurucunun kapılarının hava sızdırmaz olmasına dikkat etmeli, sızdırmazlık kontrolü için beyaz temiz bir kağıdı kapı contası ile dolap kabinesi arasına koyarak dolap kapısını kapatabiliriz. Eğer kağıdı kolayca dışarıya çekebiliyorsak buzdolap veya derin dondurucumuz hava alıyor demektir. Bu durumda contaları mutlaka değiştirmemiz gereklidir. Derin dondurucularda buz kalınlığının 6 milimetreden fazla olmasına müsaade etmemeli, dolaptaki buz otomatik olarak erimiyorsa yılda en az iki defa kendimiz eritmeliyiz ki bu durumun neden olabileceği enerji israfını önlemiş olalım.

Dolabın altında veya arkasında bulunan bobinler yılda iki defa vakumlu süpürge ile temizlendiği zaman yüzde yirmibeş (25%) daha az enerji tüketerek istenen sıcaklığı elde etmek mümkündür. Kullanım süresi boyunca buzdolabının kapısını sık sık açmayarak, açtığımız zaman da mümkün olan en kısa sürede kapandığına emin olmalıyız. Aksi durumda fazla enerji tüketimine neden oluruz. İçerisine aşırı yiyecek koymak buzdolabındaki soğuk havanın serbestçe hareket etmesini engelleyeceğinden tavisye edilmez.

Derin dondurucudan alacağımız bir kase içindeki buz parçalarını dolabımızın ortasına koyarak 3-4 gün süre ile, yüzde beş (5%) daha az enerji harcamamız mümkündür. Buzluktan çıkardığımız yiyeceği dolapta eriterek dolabın soğuk kalmasına ve soğutma işlemi için daha az enerjiye ihtiyaç duymasına yardımcı olabiliriz. Bir buzdolabının verimli çalışma ömrü ortalama 20 yıldır. Eski dolaplar yeni dolapların iki katı enerji tükettiğinden, eski dolabımızı yenisi ile değiştirmek uzun vadede düşündüğümüzden daha hesaplı olabilir. Son olarak buzdolabı satın alırken verimli ömür maliyetini hesaplamak doğru karara varmamızda yardımcı olacaktır.


Çise Ünlüer (3 Ekim 2010)
ciseunluer@hotmail.com