Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

25/06/2010

Elektrik ve Su Masraflarını Nasıl Kısabiliriz?



Sürekli artan elektrik masrafları ülkemizin yüzleşmek durumunda kaldığı en büyük enerji sorunları arasında ön sırada gelmektedir. Peki elimizdeki faturaları mümkün olan en çok miktarda nasıl kısabiliriz? Yapmamız gerekenler aslında düşündüğümüzden çok daha basit.

Artan sıcaklarla birlikte klima ve soğutucuların ayarı yükselince, elektrik ve benzeri giderlerin neredeyse iki katına çıkacağı kesin. Kabaran faturalara eklenen zamları da düşününce insanın içinin kararmaması imkansız. Bu duruma getirilebiecek en etkili çözüm – tasarruf! Bu alandaki uzmanlara göre, alınacak belirli tedbirler sayesinde enerji harcamalarımızda yüzde elli (50%) tasarruf sağlamak mümkün.

Evlerimizde elektrik ve suyu verimli olarak kullanmamız mümkündür. Ancak gerekli tasarrufu sağlamak için öncelikle alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekmektedir. En basit tasarrufların başında evdeki tüm lambaları enerji tasarrufu sağlayanlarla değiştirmek, evde soba veya klima gibi sıcaklığı ayarlayan aletler çalışırken yalıtımın iyi yapılmış olması ve ısı kaybını önlemek için herhangi bir pencere veya kapının açık bırakılmaması geliyor. Bu yaklaşımlar enerji sarfiyatını yarı yarıya azaltıyor. Evlerde ısınmak için kalorifer peteğinin üstünü açık tutmak bu aletlerin gereğinden fazla çalışmasını engellediği için etkili tedbirlerden biri olarak görülüyor.

Evimizde ihtiyaç duyduğumuz fırın, ocak, buz dolabı, derin dondurucu, çamaşır ve bulaşık makinesi gibi elektrikli ev aletlerini satın alırken sadece ucuz olmalarına bakarak karar vermek doğru değildir. Bu ev aletlerinin işletme maliyetini belirleyen kullandıkları elektrik enerjisi ve su gibi kaynakları düşünmek büyük önem taşır. Örneğin, bir çamaşır makinesi satın alırken her bir yüklemede yıkayacağı çamaşır miktarı yanında tüketeceği su ve elektrik enerjisi miktarına da dikkat edilmelidir. Bazı durumlarda bu aletlerin işletme maliyetlerinin düşündüğümüzden çok daha yüksek olabileceğini akılda tutarak, işletme maliyeti verimli olan ev aleterine yönelmeliyiz. Bunun bir nedeni de, elektrikli aletlerin işletme maliyetlerinin yüksek olması gereğinden fazla enerji kaynaklarına ihtiyaç duydukları ve bu nedenle de atmosfere gereğinden fazla sera gazı salgıladıklarının bir göstergesidir. Toplu anlamda incelenecek olursa, başta karbondioksit olmak üzere iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının biraraya gelmesi ile dünya genelinde sıcaklıklar artıyor, sel felaketleri ve doğal dengeyi bozan diğer olaylar sık sık görülüyor.

Günlük hayatta ihtiyaç duyduğumuz enerji miktarına ek olarak, evde kullandığımız elektrikli aletlerin çoğu çalıştıkları süre boyunca belirli bir miktarda su tüketimine neden olurlar. Çamaşır ve bulaşık makinelerine ek olarak evlerimizdeki tuvalet rezervuarlarının her boşaltmada ne kadar su tükettiğine dikkat etmeli ve suyu verimli kullananları tercih etmeliyiz. Yüzümüzü yıkarken, banyo yaparken, dişimizi fırçalarken, sebze ve meyveleri yıkarken düşündüğümüzden çok daha fazla su harcadığımızı ve bu suyun çeşmeden akıp gittği andan itibaren atık suya dönüştüğünü unutmamalıyız. Günümüzde farklı su arıtma teknolojileri geliştirilmiş olsa da, içme suyu ve atık su arıtma maliyeti hala daha çok yüksektir. Yeryüzünün üçte ikisi su olduğu halde sadece yüzde üç (3%)’ünün tatlı su olduğu unutulmamalıdır. Suyu verimli olarak kullanmak bulunduğumuz ortamların hijyen ve temizliğini artırmakla kalmaz, daha ekonomik işletme yapmayı mümkün kılar.

Enerji tasarrufununu kolayca sağlayabileceğimiz başka bir alan ise mutfaktır. Yemeği pişirirken tencerenin kapağını kapatmak veya fırına kıyasla yüzde yetmiş (70%) daha az enerji tüketen mikrodalga kullanmak mutfakta kullandığımız enerji miktarını azaltmak için alabileceğimiz en basit önlemlerdir. Yiyecekleri düz tabanlı tencere ve tepsilerde pişirmek ve bu süreç boyunca tencelere veya tepsilerin tabanları alev aşmamasına önem göstermek gerekir. Kapaksız kapta yemek pişirirken 3 kat daha fazla enerji tüketmek gerektiğini unutmayarak, pişirme süresince kapakların iyice kapalı olduğundan emin olmak ve eğer fırını kullanacaksak aynı anda 2-3 yemeği birden pişirmek enerji tasarrufu açısından önem taşır. Yemek pişirirken fırının kapağını gerekmediği sürece açmamak gerekir çünkü her kapak açılışında içerdeki sıcaklık 25-30 derece düşer.

Unutmamak gerekir ki değişimin gerekliliğinin farkında olmak bu durumda kesinlikle yeterli değildir. Gün geçtikçe kontrolümüz dışında gelişen iklim değişikliğine karşı açtığımız savaşı kaybediyor, çocuklarımıza bırakabileceğimiz en değerli miras olan doğal kaynakları savurgan bir yaklaşım benimseyerek düşünmeden harcıyoruz. Yaşam alanlarımızda alacağımız basit önlemlerle kişisel enerji masraflarımızı kısmakla kalmaz, çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlamak için yeterli zeminin oluşmasına katkıda bulunuruz.

Çise Ünlüer (27 Haziran 2010)
ciseunluer@hotmail.com

18/06/2010

Organik Tarıma Giriş



Gerçek hayatta meydana gelen bir olaya ilginizi çekerek başlamak istiyorum. Kaplumbağa, kuş, tırtıl, ve tarlalarda barınan diğer böceklerin tarlanın sadece belli bir bölümündeki domatesleri yediklerini biliyor muydunuz? Peki bu kısmın, tarlanın tek kimyasal ve hormonlar kullanılmadan çalışılan alanı olduğunu?

Hayvanlar içgüdüsel olarak böyle bir ayırım yapabiliyorken, insanların nelerle beslenmek durumunda kaldığını düşünmek korkutucu! Bu duruma bir çözüm olarak geliştirilen organik tarım, tamamen doğal yöntemlerle, sanayi bölgelerinden uzak, kimyasal ilaç, suni gübre ve hormon kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı yapılan çevre dostu bir yaklaşımdır.

Esas amacı, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmak olan organik bitki yetiştirme sanatı, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekle birlikte, sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklanması konularında yoğunlaşır. Bunların yanında, organik ve yeşil gübreleme, toprağın muhafazası, ve bitki direncinin artırılması gibi faktörler de gözönünde bulundurulmaktadır. Özetlemek gerekirse, organik tarım, bütün bu şartların kapalı bir sistemde oluşturulmasını önermekle kalmayıp, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.

“Ekolojik tarım” olarak da bilinen organik tarımın amaçları arasında çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını kimyasalların olumsuz etkilerinden korumak; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden miktar ve kaliteyi muhafaza etmek; sağlıklı ve besin kalitesi yüksek ürünler elde etmek; küçük çiftçilerin güvenliğini, üretim döngüsü ya da gelir düzeylerini artırmak; genetik erezyonu önlemek; ve geç nesillerin sağlığını korumak gelir. Bu süreç boyunca gerçekleştirilen tüm işlemlerde yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve enerji tasarrufu sağlamak büyük önem taşır.

Ürünün miktarı yerine kalitesinin önemli olduğu anlayışına bağlı olan organik tarım yönteminde, tümüyle doğal metotlar kullanıldığı için uzun vadede toprağın verimi artmakta ve aynı zamanda ürün miktarında da artış sağlanmaktadır.

Günümüzde bilinçsizce kullanılan tarımsal ilaç ve gübrelerin, bitkisel üretimde miktar artışının yanında, kalitesiz ve insan sağlığını tehdit edecek ürünlerin ortaya çıkmasına neden olması, medyada yeterli ilgiyi görmediği gibi, halkımız da bu konuya gereken önemi vermemiştir. Sa¬nayileşmeden kaynaklanan çevre kirliliğinin de etkisiyle, soframıza gelen sebze ve meyvelerin doğallığı ve güvenilirliği neredeyse kalmamıştır. Ülkemizdeki kanser vakalarının artışında tarım ilaçlarının aşırı ve uygunsuz kullanımının payının ne kadar büyük olduğunu hiç düşündünüz mü?

Çarşı ve pazardan alınan sebze ve meyve örneklerinde, limitlerin üzerinde kimyasal miktarlarına rastlanmıştır. Bebekler ve çocuklar; erişkinlere göre, gıdalardaki kimyasallardan ve ilaç kalıntılarından dolayı gelişmekte olan sistem ve organlarına daha büyük yük bindiği için daha fazla risk altındadır. Alerji teşhisi konan bebeklerin beslenmelerine geriye dönüp bakıldığında, alerji sebebinin gıdanın kendisi değil, gıdalardaki kimyasal kalıntıları olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenden dolayı, özellikle bebek ve küçük yaştaki çocukların organik ürünlerle beslenmesi ileriki yaşlardaki yaşam kaliteleri açısından önemidir.

Alerjilere ek olarak, ticari ve kar amaçlı üretilen besinlerdeki sağlığa zararlı kimyasallar, özellikle çocuk ve gençlerde hormonal bozukluklara, kavrama ve öğrenme geriliğine yol açarken, kansere karşı da yatkın olmalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan, tam olarak olgunlaşmadan toplanan ticari meyve ve sebzeler besin değeri açısından düşüktür. Normallerine kıyaslandığı zaman, organik ürünler, doğal besin içeriği açısından daha zengindir. Bu sonuca ulaşmak için organik tarımla üretimin ilk aşamasından son adımlara kadar gerçekleştirilen tüm işlemler kontrol altında tutulur ve sertifikalandırılır. Kontrol ve sertifika işlemleri organik tarımın en önemli basamaklarından biridir. Organik üretim yapılmasının bağımsız yetkili kuruluşlar tarafından denetlenme ve sertifikalandırılma sistemi, ürünün ekolojik standartlara göre üretildiği, işlendiği ve paketlendiğinin garantisidir. İzlenebilir olmasından dolayı, raftaki üründen, hammadde ve üreticiye kadar her aşamasının güvenliği yüksek düzeydedir.

Organik yiyeceklerde herhangi bir kimyasal ilaç bulunmadığından, kimyasal gübre fiyatlarındaki dalgalanma organik ürünlerin üretim veya satış fiyatlarını etkilemez. Ülkemizde organik ürün üretimi ve buna bağlı olarak tüketici sayısı arttığı takdirde kendimizin ve sevdiklerimizin hastalık risklerini azaltarak sağlığımızı korumuş; toprak, hava, ve su kalitesini her zaman belirli bir seviyenin üzerinde tutulmasına katkıda bulunmuş; toprağın bünyesindeki canlı ve organik madde miktarını arttırarak zenginleşmeyi sağlamış; ve toprak erozyonunu önlemiş olacağız. İnsan sağlığı ve doğal kaynakların korunması üzerindeki faydalarına ek olarak, ekolojik tarım modeli, özel bir bilgi donanımı istediğinden ülkemizin yetiştirdiği ziraat mühendislerimiz için yeni bir istihdam sahası yaratabilir.

Ekolojik tarım, geleceğin ihtiyaçlarına yönelik görüşlere dayanan, dikkat, bilgi ve özveri gerektiren bir yetiştirme şeklidir. Bu sebeple, gerek çiftçilerin, gerekse çiftçi kuruluşu yöneticilerinin üzerine düşen görev, doğayla uyumlu böyle bir tarım çeşidiyle üretim gerçekleştirilmesi için zihinsel dönüşümü mümkün kılmak ve gerekenleri yapmaktır.


Çise Ünlüer (20 Haziran 2010)
ciseunluer@hotmail.com

10/06/2010

Ne Ekersen Onu Biçersin


Artan sıcaklıklar ve ısınan havalarla sadece insanlar değil doğa da canlandı. İçimizdeki bu heyecanı ve enerjiyi verimli bir şekilde kullanmaya ne dersiniz? Kapılarınızı organik tarıma açın!

Marketlerde yapılan meyve sebze alışverişleri insanın kafasında birçok soru uyandırabiliyor: Gıdalara bulaşan salmonella ve koli basili gibi bakterilerin tehlikesi hangi boyutlardadır? Bu gıdaların yetiştirilmesi boyunca eklenen hormonların ve böcek zehirlerinin insan sağlığı üzerindeki etkileri nelerdir? Zamanla yerel tarımdan uzaklaşıp küresel gıda zincirine doğru yönelmemiz gıda standartları konusunda pek çok insanın ciddi endişeler duymasına neden olmuştur. Tüm bu süpheleri gidermenin tek yolu kendi meyve sebzemizi mümkün oldukça kendimiz yetiştirmemiz.

Son yıllarda hızlanan şehirleşmenin bir getirisi olan plansız yapılaşma, yaşam koşullarımızı doğal olmayan bir yaklaşımla toprak ve doğadan uzak kalacak şekilde düzenlememize neden olmuştur. Ancak gelişmiş ülkelerin tersine, ülkemizde bulunan geniş alanların getirdiği avantajlı durum sayesinde, çoğumuzun tarım amaçlı kullanabileceği boş bir alana erişmesi zor değil. Bu durumu kendi çıkarımıza çevirmek ise çok kolay: Kendi organik sebze ve meyvemizi yetiştirmek düşündüğümüzden çok daha basit ve bir o kadar da eğlenceli!

Toprakla kavuşmayı, saksıda çiçek yetiştirmenin ötesine geçen bir kavram olarak gözönünde bulundurmak, organik tarımın esas felsefesini anlamak açısından çok önemli. Kendi yiyeceğimizi yetiştirmek için günde en az altı saat güneş ışığı alan küçük bir bahçe ya da balkon yeterli. Ya da yeterli ışık gören ve önüne saksı koyabileceğimiz bir pencere. Bir metrekareden az bir alanda bile fasulye, balkabağı, salatalık, havuç, ve marul gibi sebzeler yetiştirmek mümkün!

Bu kişisel projenin ilk adımı, en iyi sonucu alabilmek için büyük önem taşıyan toprak seçimi. İnsanlar gibi bitkilerin de gerek duyduğu besinleri sağlamak için bir kaynağa ihtiyaç duyduklarını unutmayarak, yetiştirmeyi planladığımız bitkiler için uygun toprağın seçimine önem göstermeliyiz.

Kullanıldığı süre boyunca toprağın içindeki çeşitli kimyasallar bitkilere de geçer. Bu kimyasallar aynı zamanda toprağın temel besinleri olan bakteriler ve solucanlar gibi canlıları da öldürür. Bu nedenden dolayı, doğru toprağın kullanıldığından emin olmalıyız. Bahçemizin ya da balkonumuzun sağladığı koşullar ve aldığı ışık, toprağın nemi ve kalitesine uygun olacak bitkileri seçtikten sonra, fidelerine de özen göstermek gerekiyor. Ülkemizde organik pazarlardan fide almak gibi bir opsiyonumuz olmadığından, en yakın pazardan kendimize uygun fideleri alarak işe başlayabiliriz. Bitkileri gruplandırarak ekmek ve bu işlem sonrasında ekim için kullanılan bölüm üzerinde yürümemek gerekiyor.

Sınırlı bir güneş ışığına maruz kalan bir alan içerisine marul, havuç, ve patates gibi kök ürünlerinin yanına birer sopa sıkıştırabiliriz. Toprağı daha verimli kılmak içinse en iyi yöntem en az bir yıllık olan organik gübre kullanmak. Organik gübre yoksa bitki artıkları ve toprağın üst kısmının karışımından oluşan gübre de yararlı olabilir. Küçük alanlardan verim alabilmenin temel koşullarından birinin yeterli ve düzenli sulama olduğunu unutmayarak, tohumların çimlenme aşamasındayken toprağın sürekli nemli olduğundan emin olmalıyız.

Büyüme sürecinde aşırı sulamanın ürünü çürüttüğü gibi, yetişkin sebzelere ise belli aralıklarla bol su vermek gerekir. Bitkilerin büyümesi için ihtiyaç duyduğu sulama işlemini gerçekleştirmenin en ideal zamanı sabah saatleridir. Sabah saatlerinde havanın serin ve rüzgarın da az olmasından dolayı sulama için kullanılan suyun buharlaşma ihtimali de azalır. Sebze ve meyvelerin yetiştiği süre boyunca sadece su ve besine ortak olmakla kalmayıp hastalıklara da davetiye çıkaran yabani otları temizlemeyi ihmal etmemeli ve bahçe için yararlı olan kuşlar, kurbağalar, ve uğur böcekleri gibi bitkileri zararlı böceklerden koruyan canlıların devamı için bahçemizde küçük bir su birikintisi bulundurmayı unutmamalıyız.

Bahçemizde hastalık oluşumunu engellemek için ise hastalıklara dayanıklı tohum ve sağlıklı fideleri tercih edebiliriz. Aldığımız her önleme rağmen bitkilere zararlı böceklerin zarar vermesi ihtimali vardır. Böyle bir durumda, çözümü hemen tarım ilaçlarında aramamak gerekir. Olası zararı engellemek için kendi evimizde kolaylıkla hazırlayabileğimiz arap sabunu ve az miktarda kolonya karışımı da yeterlidir. Bu şekilde hem evdeki ürünlerle hazırladığımız karışım sayesinde herhangi bir ekstra masraftan kurtulmakla kalmaz, hem de sağlığımıza zarar veren kimyasallardan uzak durmuş oluruz.

Tüm bu önlemleri aldıktan sonra istediğimiz sebze veya meyveyi kendi bahçemizden, hatta saksımızdan toplayıp gönül rahatlığıyla tüketebiliriz. Bundan sonraki aşamada kişisel zevkimize uygun dekoratif ürünler, gölgelikler ve çitlerle bahçelerimizi biraz daha renklendirebiliriz. Son derece sağlıklı olmasının yanında bir o kadar da keyifli bir uğraş olan organik tarıma kim hayır deyebilir ki?


Çise Ünlüer (13 Haziran 2010)
ciseunluer@hotmail.com

03/06/2010

Dünyada Neler Oluyor



Bu hafta sizlere dünya medyasında çevre ile ilgili çıkan önemli gelişmelerden bahsetmek istiyorum. Abu Dabi petrolden kazandığı paraları doğaya uygun yatırımlara harcamak için girişimlere başlamış ve bu yolda ilk adım olarak çölde dünyanın ilk ekolojik kentin inşaasına başlanmıştır. Dünyanın yenilenebilir enerji lideri olmayı hedefleyen Arap Emirliği, ünlü İngiliz mimar Sir Norman Foster’in tasarımını hazırladığı ve altı kilometrekarelik bir alan kaplayan dünyanın ilk yüzde yüz yeşil kenti Masdar City içerisinde 40 bin kişi yaşayacak şekilde planlamıştır.

Şehre ismini vermiş olan “Masdar” kelimesi, kaynak ve başlangıç noktası anlamına geliyor. Esas amaç olarak ülkedeki hayat standardının yükselmesini, doğal kaynakların korunmasını, gençlerin sağlıklı bir gezegende yaşamasını arzulayan Abu Dabi yetkilileri, Masdar City projesiyle ekolojik teknolojinin bütün dünyaya ihraç edilmesini ve uzun vadede dünyanın yenilenebilir enerji lideri olmayı tasarlıyor.

Projenin parçası olan karbonsuz yeşil silikon vadisi bütün dünyadaki özel şirket, banka, iştirak fonları ve Ar-Ge çalışmalarının ilgisini çekiyor. Ancak tüm dünyada etkisini gösteren ekonomik kriz, Masdar City’deki çalışmaları da etkiledi. Normal şartlarda 2016’da bitirilmesi planlanan dev projenin yaşanın maddi sorunlardan dolayı 2023 yılından önce tamamlanamayacağı tahmin ediliyor.

Dünyanın sıfır karbonlu ilk kenti olabilmesi için gerekli yeniliklerin ilk defa bu kadar büyük boyutlarda denenmesini sağlayan Masdar City, son derece karmaşık bir proje. Masdar City’nin nasıl karbondioksitten tamamen arındırılacağı henüz ayrıntılarıyla belirtilmemiş olsa da, Abu Dabi’nin büyük bir güneş enerjisi potansiyeline sahip olması işi bir adım kolaylaştırıyor.

Uzmanlar, enerjide sermaye, teknoloji, çevre bilinci ve hammaddeyi buluşturmanın zorluğunu belirterek esas sorunun Norveç ve Danimarka gibi sermaye ve çevre bilincinin olduğu yerde güneşin az olmasından kaynaklandığı üzerinde duruyor. Bol güneşin olduğu Kuzey Afrika’da yeterli maddi güç olmadığı gibi, güneş ve paranın bol olduğu petrol zengini ülkelerde ise petrol nedeniyle güneş enerjisine önem verilmiyor.

Bu projenin bir parçası olarak, Uluslararası Yenilenebilir Enerjiler Ajansı IRENA’nın Abu Dabi’de kurulması ve ajansın merkezinın de Masdar City’de inşa edilmesi kararlaştırıldı. Abu Dabi, artan elektrik ihtiyacını karşılamak için enerji kaynaklarını çeşitlendirme girişimlerinde bulunuyor. Yeşil enerjiye ek olarak diğer enerji kaynaklarına da yatırım yapmayı ihmal etmeyen Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ilk nükleer enerji santralini birkaç yıla kadar faaliyete geçecek.

Abu Dabi’den coğrafik anlamda çok da uzakta olmayan ancak geliştirilen teknolojiler açısından henüz yeterli seviyeye ulaşmamış olan Türkiye’nin Diyarbakır Dicle Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Elektrikli Cihaz Teknolojisi öğrencilerinin geliştirdiği bir sistemle pedal çevirirken yakılan kalori, elektrik enerjisine çevriliyor. “Pedal for Freedom” diye isimlendirilen proje sayesinde 1 saat çevrilen pedal, evi 10 saat aydınlatmaya yetecek kadar enerji üretebiliyor.

Bisiklet tekerleğine bağlı devrelerden oluşan bu sistem, elektriği üretmekle kalmıyor, aynı zamanda depolayabiliyor. Geliştirilen proje, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Güneş Evi Eğitim ve Uygulama Parkı tarafından da destekleniyor. Projenin esas amacı yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının başında gelen güneş enerjisine ve bölge potansiyeline dikkat çekmek.

Bunu sağlamak için elde edilen enerji akülerde depolanıyor ve depolanan bu enerji bu sayede daha sonra kullanılınabiliyor. Geliştirilen bu teknoloji fitness bisikletlerine de uyarlanabiliyor. Bu sayede zayıflamak için pedal çeviren bir kişi, yaktığı kaloriyi elektrik enejisine dönüştürebilecek. Bu süreç boyunca sisteme bağlanan bir bilgisayar sayesinde, yakılan kalori ve elde edilen elektriğin miktarı hesaplanabiliyor.

Ekolojik yaşam alanında yapılan yatırımlardan bir diğeri de Bakırköy’de düzenlenmeye başlanan ekolojik pazar. İlk olarak 28 Mayıs’ta Bakırköy Belediyesi, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Airport AVM işbirliği sayesinde gerçekleşen ekolojik pazarın haftada bir düzenlenmesi planlanıyor.

Pazarda ilk günden itibaren naylon torba kullanılmayacak ve ekolojik sertifikalı meyve ve sebzelerin yanısıra geniş bir mamül ürün yelpazesi bulunacak. Pazarda sunulacak ürünlerin arasında ekolojik sertifikalı pamuk, makarna, ekmek, bakliyat, temizlik malzemeleri, kozmetik ve tekstil ürünleri geliyor. Bu girişimin, İstanbul için ekolojik yaşam merkezi olması planlanıyor. Halkı bilgilendirmek ve sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarını teşvik etmek için doğayla dost ürünlerin satışına ek olarak pazarda atölye, söyleşi ve sunumlar düzenlenecek.

Yukardaki örneklerden görebileceğiniz gibi, ilgi alanınız ve maddi durumunuz ne olursa olsun, insanın bir şekilde birşeyler üretmesi, dünyaya ve insanlığa gerek global, gerek bölgesel bir katkı koyması için aslında hiçbir engel yok. Yeter ki hayat standartlarımızı geliştirmek ve bizden sonra gelecek olan nesillere sağlam temeller üzerine oturmuş bir gelecek kurmak için gerekli olan motivasyonu sağlayabilelim.


Çise Ünlüer (6 Haziran 2010)
ciseunluer@hotmail.com