Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

27/05/2010

Değişimi Mümkün Kılın



Rahatsız edici gerçeklerle yüz yüze gelmeye hazır mısınız? İhtiyaç duyduğunuzda susuzluğunuzu gidermek için elinizin altında temiz su bulamayacağınız, evinizden iş yerinize gitmek için arabanızı veya benzeri ulaşım araçlarını kullanamayacağınız, keyifle banyo yapamayacağınız, rahatlamak için gideceğiniz yeşil ortamların beton binalar ve kuru alanlar tarafından ele geçirildiği bir dünya ve bununla gelen hayat stilini hayal edin. Çünkü bu hayaller çok yakında gerçek olma yolunda hızla ileriyor...

İçinde bulunduğumuz durumun hepimiz farkındayız. İster sürekli artan sıcaklardan şikayet edin, ister kontrolsüz artan nüfus oranından. Günün sonunda normal bir durumla karşı karşıya olmadığımız çok açıktır. Ancak bu noktada sorulacak bir soru var: Gerekli olan değişimi gerçekleştirmek için ille son dakikaları mı beklemek gerekiyor?

1960'lı yıllardan bu yana insanoğlu, çevresinde süregelen olayların etkisiyle bir olgunun farkına varmış bulunmaktadır: Eğer üretim, tüketim ve dolayısıyla kirlenme bu düzeyde devam ederse, gezegendeki bütün canlılar için yaşam koşullarının sürdürülebilir düzeyde devam etmesi mümkün değildir. Bu durum dünyanın tümüyle bize ait olmadığı, duyarsız bir tavır takınmanın hiçbir yararı olmayacağı ve aksine büyük sorunlar yaratacağı, ve de belirli bir yaşam tarzını benimsemeden gelecek nesilleri ve onların içinde bulunacakları durumu da göz önünde bulundurmamız gerektiği gerçeğini hatırlatıyor. Başka bir değişle, sürdürülebilirlik kavramı ile öne atılan tüm fikirlerin bize verdiği esas mesaj bugün bizim hayatımızın devamı için gereken kaynakları kullanış şeklimizin, bu kaynaklara gelecekte yaşamak için ihtiyaç duyacak nesillerin hayatta kalma şartlarını birebir etkilediği ve bu durumun gün geçtikçe daha da kritik bir seviyeye geldiğidir.

Değişim yolunda cevaplanması gereken birçok soru vardır. Örneğin, bugün enerji elde etmek için kullanılan fosil yakıtlara alternatif olarak ne kullanacağız? Sürekli azalan ormanlar ve kullanılabilir içme suyu miktarları hiç durmadan artan insan nüfusunu nasıl ayakta tutacak? Kısacası, bugünkü yaklaşımlarımız bu kadar yanlış ve mantıksız ise, sürdürülebilir bir küresel toplum yaratma amaçlı girişimlerimize yol gösterecek nasıl bir gelecek görüşünü belirleyeceğiz? Elimizdeki sorulara cevap arama girişimlerine başlamadan atmamız gereken ilk adım sorunlarımızı tam anlamıyla belirleyip, tüm halkımızın bu durumdan haberdar olduğuna emin olmaktır. Günümüzde çevresel konuları dört esas kategoride toplayabiliriz: su, gıda, enerji, yaşam stili.

İnsan hayatının en önemli vazgeçilmezi olan suyun tükenebilen bir kaynak olduğunu daha son birkaç yılda yeni yeni anladık. 1998 yılında dünyada 28 ülke su sıkıntısı yaşadı ve artan kuraklık ve insan nüfusu ile bu sayının 2025 senesinde 56’ya kadar yükselmesi bekleniyor. Çoğumuz bu durumdan haberdar olmamıza rağmen gerçekleri reddedercesine vurdumduymaz bir tavırla elimizdeki suyu hiç düşünmeden harcıyoruz. Susuzluğumuzu gidermek için bir şişe suya yüksek fiyatlar ödüyor, işimiz bittiği anda plastik şişeleri çöpe veya daha da kötüsü çevreye atıyoruz. Bu şişeler yol, dere, deniz kenarlarını, piknik alanlarını süslüyor. Çoğu insanımız plastik şişelerin doğada çözünmesinin yaklaşık 500 yıl sürdüğünü bildiği halde sıra çevreyi korumaya ve duyarlı davranmaya gelince bu gerçeği kolaylıkla unutabiliyor!

Sudan sonra temel ihtiyaçlarımızın başında gelen gıda konusunda anlayışımız gün geçtikçe değişmiş; taze, günlük yiyecekler yerine dondurulup paketlenmiş, raflarda aylarca beklemiş hazır gıdalarla beslenmeyi tercih etmeye başladık. Pazarlarda yerel, mevsimsel ürünler yerine aynı renk, aynı boyda, sınırlı çeşitte sebze ve meyveyi her mevsim görüyoruz. Gıdanın fiyatı yükselirken, besin değeri düşüyor. Toprağa atılan zirai ilaçlar ve kimyasal gübreler hem toprağın hem de suyun kalitesini bozuyor. Sularımızdaki kirliliğin yarısından fazlası ve topraklarımızdaki atık kirliliğinin üçte ikisinin nedeni kimyasal gübre sızıntıları. Bu yetmezmiş gibi tarım ve hayvancılık için ayrılan arazilere kontrölsüz yapılaşmanın sonucu envayi binalar yapılıyor.

Küresel ısınmanın en önde gelen nedenlerinden olan enerji tüketimi derin bir yaklaşım gerektiren bir alandir. Neden oldukları iklim değişikliklerinin yanında enerji üretmek için hesapsızca kullandığımız fosil yakıtlar, doğal gaz, petrol ve kömürün doğaya ve insan sağlığına da zarar verdiği bilinmektedir.

İş olanakları, kaliteli eğitim, geniş sosyal çevre gibi nedenlerle insanların kırsal alanlardan kentlere taşınmasıyla artan düzensiz yapılaşma, kontrolsüz trafik, ve hava kirliliği insan sağlığını olumsuz etkileyen bir başka etkendir. Bunun yanında boş zamanlarımızda spor yapmak, okumak, yürüyüşlere çıkmak, hobilerimizle uğraşmak, arkadaşlarımızla birlikte olmak veya toplumsal projelerde çalışmak yerine televizyon seyrediyor, kültürel etkinliklerde yer almayı tercih etmiyoruz. Bu durum sadece sağlık açısından kötü bir etki yaratmakla kalmıyor insanımızın yaratıcı, üretici pozisyonundan verimsiz ve çoğunlukla tüketen bir yapıya yönelmesini sağlıyor.

Kuraklık, hava kirliliği, ve küresel ısınma gibi insan hayatını etkileyen sorunların tek çözümü sürdürülebilir yaşam fikrinini benimsemek ve bu konseptin getirdiği yeniliklieri günlük hayatta uygulamaktır! Artık bilgisizlik ya da dikkatsizliğimizin arkasına sığınamayacağımız gerçeğini anlamamız, biran önce kaygısız tavırlardan silkinmemiz, ve içinde bulunduğumuz durumu sahiplenip çözüm üretme aşamasına geçmemiz gereklidir! Sürdürülebilir bir toplum yaratma mücadelesi başarıya ulaşacaksa öncelikle, hedefimiz hakkında bir görüşümüz olmalıdır. Bu durumda ilk atılacak adım çevre konularını birbirinden ayrı sorunlar olarak görmenin ötesine geçip, yeryüzünü ve bununla birlikte kendimizi kurtarmamız için atacağımız adımları planlamak, ve bu adımların en hızlı şekilde harekete geçirilebilmesi için gerekli temel ekonomik ve sosyal reformlara doğru ilerlemeye başlamaktır.


Çise Ünlüer (30 Mayıs 2010)
ciseunluer@hotmail.com

19/05/2010

Uçarken Düşmemek İçin



Ülkemizde, gerek Türkiye’nin farklı bölgelerine, gerek Türkiye üzerinden İngitere’ye ulaşmamızı sağlayan birçok havayolu şirketi bulunmaktadır. Devletimizin en büyük kuruluşlarından olan Kıbrıs Türk Hava Yolları, zaman zaman gerek çalışanları gerek de yolcuları tarafından farklı nedenlerle eleştiriliyor. Ancak bugün konumuz KTHY’nın uçuş düzeni veya çalışanlarının hakları değil. Gelin, farklı bir açıdan yaklaşarak KTHY’nın ve ülkemize uçuş yapan benzeri hava yollarının son derece kritik bir durum teşkil eden küresel ısınmaya olan duyarlılığına bir göz atalım.

Dünyanın küresel ısınmaya önlem için fazla zamanı kalmadı. En yakın zamanda tedbir almak zorundayız! Ülkeler mücadele için toplantılar yaparken, bu konuda bireylere de çok sorumluluk düşüyor. Uçak yolculukları, küresel ısınmaya en çok neden olan karbondioksit salınımlarının artmasında düşündüğümüzden fazla rol oynamaktadır. Hesaplamalar, sık uçak yolculuğu yapan insanların ekolojik ayak izlerinin ortalama bir insanınkinin onlarca katı olduğunu ortaya koyuyor. Son yıllarda uçak üreticileri karbon salımlarını düşürecek önlemler alsa da, her uçak yolculuğu karbon ayak izimizi birkaç kat daha büyütüyor. Örneğin, okyanus ötesi bir uçuş, kişi başına 2.5 ton karbondioksit salımına neden oluyor. Bu, ortalama bir insanın otomobiliyle bir yıl boyunca yapacağı yolculuklarda neden olacağı salımdan daha çok. Uçak yerine otobüsle gidilirse karbondioksit salımları yüzde doksan (90%), trenle gidilirse yüzde doksan dört (94%) oranında azalıyor.

KTHY’nın İngiltere’ye uçuşlarında kullandığı ve Ticari adları “Mağusa”, “Güzelyurt”, ve “Karpaz” olan B737 model uçakların yolcu kapasitesi 177 kişi. Kıbrıs’tan İngiltere’ye direk uçuş olmadığından, uçuşlar Antalya, Dalaman, İzmir, veya Gaziantep üzerinden gerçekleşiyor. Kıbrıs’tan İngiltere’ye ulaşmak için yaklaşık 3500km yol katetmek gerekiyor. Bu yolculuğun neden olduğu karbondioksit salınımına ek olarak, uçakta yolculara servis edilen yemeklerin saklandığı plastik kaplar ve karton bardaklar var. Dolu kapasitede çalışan bir uçakta 177 yolculunun bulunduğunu akılda tutarak, bu yolcuların toplam kullandığı plastik kap ve karton bardak sayısını hesaplayabiliriz. Bu noktada dikkatinizi çekmek istediğim bir konu var. Uçuş boyunca her yolcuya bir yemek sunulmasına rağmen içecek servislerinde nerdeyse her yolcu için 2 bardak iç içe geçirilmiş olarak veriliyor!

Bu durum ilk başlarda önemli bir ayrıntı olarak görülmese bile, aslında büyük resme bakıldığında hayal edebileceğimizden çok daha fazla fark yaratıyor. KTHY’nın Kıbrıs’tan Türkiye veya İngiltere’ye hergün uçan yaklaşık 16 farklı uçuşu var. Bu yolculukların her birinde 150 kişinin seyahat ettiğini varsayarak, günde 2400 yolcunun bu hava yollarının servisinden yararlandığını düşünebiliriz. Uzun yolculuklarda, normal yemek servisinden sonra yolcularının her birine yeniden 2 bardak iç içe geçirilecek şekilde çay ve kahve ikramı yapan KTHY, bu hesaba göre, tek uçuşta her yolcu için 4 tane karton bardak kullanıyor! Bunlara ek olarak, servis saatleri dışında su ihtiyacı duyan yolcular için kullanılan bardakları saymazsak, sadece KTHY’nın günde 9600 karton bardak kullandığını görebiliriz.

Düşünün ki bu sadece KTHY’nın tek bir günde kullandığı miktar! Bu şu anlama geliyor ki, KTHY’nın bir haftalık uçuşlarında toplam 67000’den fazla karton bardak ve 17000 plastik kap kullanılıyor! Bu miktar, senede 3.5 milyon karton bardak ve yaklaşık 1 milyon plastik kaba denk geliyor. Bu sayıları hesaplarken ülkemize uçuş yapan diğer hava yollarını saymıyorum bile! KTHY’nın yanında ülkemize servis veren THY, Atlasjet, ve Pegasus Hava Yolları’nı düşünürsek bu sayıları rahatlıkla 3-4 katına çıkarabiliriz.

Bu noktada sorulacak tek soru var: bu hava yolları uçuşları boyunca kullandıkları malzemeleri daha sonra ne yapıyor? Kullanıldıktan sonra “atık” olarak nitelendirilen karton bardak ve plastik kapların geri dönüşümlerinin mümkün olduğunu bile bile bunu göz ardı ederek bu atıkları çöp alanlarına yığmak, ihmalkârlık ve sorumsuzluktan başka birşey değildir.

Amacımız herhangi bir hava yolunu eleştirmek değil, halkımızın kafasında bu konuda belli bir bilinçlenme ve duyarlılık yaratmaktır. Hepimiz yıl boyunca gerek tatil gerekse iş amaçlı en az bir kez yurt dışına çıkıyoruz. İlk önce bu yolculukların gerçekten gerekli olup olmadığını kendimize bir soralım. Günümüzde karbondioksit salınımlarını azaltmayı hedef alan çoğu şirket yurt dışıyla yapmak istedikleri görüşmelerini, internet ortamında görüntülü olarak gerçekleştirerek, normalde uçarak doğaya sebep olacakları zararı ortadan kaldırıyor. Eğer telefon veya internet üzerinden halledilemeyen bir iş veya tatil amaçlı uçuyorsanız, size servis yapan görevliye, kullanılan karton bardak ve plastik kapların günün sonunda nereye gittiğini bir sorun. Alacağınız cevabın içinizde bir kıvılcım yakacağına, birşeyleri uyandıracağına eminim!


Çise Ünlüer (23 Mayıs 2010)
ciseunluer@hotmail.com

06/05/2010

Farkındalık



Kendinize bir iyilik yapın ve içinde bulunduğunuz zamanın farkında olun! Kalbiniz uyanık, bütün duygularınız açık, bugün sahip olduklarınızın değerini bilin.

Her sabah gözlerimizi açtığımız andan itibaren gece uykuya dalışımız arasında geçen süre boyunca gerçekleştirdiğimiz aktivitelerin büyük bir çoğunluğu telaş içinde geçiyor. Gün boyunca kaç kez başımızı kaldırıp gök yüzüne bakıyoruz? Etrafımızdaki güzelliklerin ne kadar farkındayız? Sürekli olarak zihnimizde yer alan geçici ve aslında çoğu önemsiz meseleler ile meşgul iken, gözlerimizin önünde bize inanılmaz mucizeler sunan doğanın başka hiçbir örnekte göremeyeceğimiz senfonisini ne kadar ciddiye alıyoruz?

Dünyanın, içindeki tüm süsleri ile bizim için ne kadar göz alıcı bir ev oluşturduğunu görmezden gelerek yaşadığımız reddedilemez bir gerçek. Gelişen teknoloji ve bununla doğru orantılı olarak değişen hayat tarzlarımızın bir getirisi olarak yavaş yavaş doğadan uzaklaştık. Günümüzde, senede bir piknik yapmak veya pencere arkasından yağmurun yağışını seyretmek doğa ile içiçe olmak şeklinde tanımlanmaktadır. Oysa doğanın en küçük ayrıntılarının bile ne kadar önemi var!

İnsanlığın varoluşundan beri bize hiç acımadan tüm nimetlerini sunan evimizin mavi halısını kirletmekle kalmayıp, çatısında delikler açtık, yeşil olan tüm kısımlarını harap ettik ve bunların yerine birbirinden çirkin tablolar astık. Kendi düzeninde inanılmaz bir harmonide çalışan evimizin içini zehirli gazlarla doldurduk, sularını içilmez hale getirdik. Sanki herşey sonuna kadar tüketilip sindirilmek için varmış gibi davranarak bizimki gibi bir hayat yaşayan evimiz, dünyamızın, ömrünü kısalttık.

Bugün sizlere “farkındalık” felsefesinden bahsetmek isitiyorum. Londra’da yayınlanan Sunday Times tarafından 20. yüzyılın en önemli insanlarından biri olarak tarif edilen Hintli felsefeci ve mistik Osho’nun çalışmalarında verilen esas mesaj olan farkındalık duyusu, hem Doğu’nun sonsuz bilgileğini hem de Batı’nın bilim ve teknolojisinin en yüksek potansiyelini birlikte işlemektedir. Kişisel gelişim ve bilinçlenme alanında büyük ilerlemeler kaydedilmesini sağlayan farkındalık, aynı şekilde dünyaya ve onu dünya yapan diğer tüm elementlere gösterilen duyarlılık şeklinde de tanımlanabilir. Bu alanda belirli bir seviyeye ulaşmak için yaşayan herşeyi elimizden gelen en iyi şekilde korumak esas görev olarak bilincimize yerleşmelidir.

Bugün içerisinde bulunduğumuz uyku halinden uyanmanın tek yolu dünyayı hissetmekten, onun bize vermek istediği mesaji ciddiye almaktan geçer. Yolda yürürken ağaçlara dokunup ellerimizle hissederek, çiçekleri koklamak için zaman ayırarak, ve etrafımızdaki herşeye hasret hisleri ile yaklaşarak dünyadaki yaşamın farkına varabiliriz. İnsan, ilişkiler, dengeler, ölçüler, ve yaşam döngülerinden oluşan ekosistemin en önemli parçalarından biridir. Ancak, sadece farkında olduğumuz oranda canlıyız.

Yaşadığımız an-a çok daha duyarlı olarak etrafımızda gelişen durumların daha iyi farkında olabiliriz. Arzu edilen değişim sadece tüm enerjimizi ona verdiğimizde gerçekleşir ve bir şekil almaya başlar. Tüm enerjimizi doğayı kendi harmonisinde yaşatmak amacına yönelttiğimizde, bu hedefe emin adımlarla yaklaşmakla kalmaz, bu konuda artan bilincimiz sayesinde aydınlanırız. Böyle bir vizyonda şekillenen hayat daha yoğun bir şekilde sevinç, berraklık, ve yaratıcılığa yol gösterir; yaşamın tüm boyutlarında zenginliğe ulaşmamızı mümkün kılar.

Çise Ünlüer (9 Mayıs 2010)
ciseunluer@hotmail.com

01/05/2010

Atıkların Ortadan Kaldırılması



Ne kadar çok alışveriş yaparsak yapalım aynı oranda mutlu olmadığımızın farkında mısınız? Her sıkıntı veya mutluluğumuzda kendimizi alışverişe verir olduk! Daha önce hiç olmadığı kadar çok şeyimiz olmasına rağmen yapılan anketlerin sonucunda görmekteyiz ki, ulusal mutluluk endeksi aslında düşüyor. İlgiçtir ki bu mutluluk endeksi tüketim çılgınlığının patladığı dönemde düşüşe geçmiş, alışverişin beklenen mutluluğu getirmediğini bir daha kanıtlamıştır.

Peki bunun nedeni tam olarak nedir? Düşündüğümüzde daha fazla eşyamız olmasına rağmen kendimizi gerçekten mutlu edecek şeyler için çok daha az zamanımız var. Çalıştığımız zaman dışında ailemiz, arkadaşlarımız, ve kendimiz için boş zamanı yaratmak dünyanın en zor işlerinden biri oldu. Peki ilk fırsatta bulduğumuz boş zamanda yaptığımız iki ana aktivite nedir biliyor musunuz? TV seyretmek ve alışveriş yapmak!

Modern insanın günlük programını inceleyecek olursak ne kadar bir gülünç bir durumda olduğumuzu anlayabiliriz. Hafta içi çalışan insanlar olarak günün büyük bir çoğunluğunu işte ve işe gitmek ve eve geri dönmek için yolda geçiririyoruz. Eve döndüğümüzde yorgun halde yeni aldığımız koltuğa çöküp televizyon seyrederiyoruz. Televizyonda gördüğümüz tüm programların bize verdiği tek mesaj hayatımızda eksikler olduğu ve bu can sıkıcılığı gidermek için en yakın alışveriş merkezine gitmek ve alışveriş yapmamız gerektiğidir. Tabii bu sisteme göre, yeni aldığımız eşyaların parasını ödeyebilmek için daha fazla çalışmamız gerekir. Daha fazla çalıştıkça daha da yorgun yine eve gelip, eskisinden daha fazla koltuğa çöküyor ve daha fazla televizyon seyrediyoruz.

Farklı formatlarda sununlan reklamlar bize tekrar tekrar alışveriş merkezine gitmemizi söyler. Çılgın bir çalışma – izleme – harcama döngüsünde sıkıştığımızı ve buna sadece kendimizin son verebileceğini artık çok geç bir noktada anlamış bulunmaktayız. Bu hızlı tempoya rağmen alışveriş boyunca satın aldığımız bu şeylere zamanla ne olduğunu pek düşünmüyoruz. Bu noktada atıkların ortadan kaldırılması aşamasına gelmiş oluyoruz. Bu konu, materyal ekonomisinin en iyi bildiğimiz tarafı çünkü bütün bu istenmeyen kısmı biz kendi elimizle çöpe atıyoruz.

Daha önceden büyük bir heyecanla aldığımız ve kısa sürede çöp statüsüne laik gördüğümüz bu şeyler, ya yerde kocaman bir delik oluşturulup içerisine yığılıyor ya da önce bir çöp fırınında yakılıyor, sonra bu deliğe konuyor. Her iki yöntem de havayı, toprağı, suyu kirletiyor ve de en önemlisi, iklimi değiştiriyor. Üretim aşamasında kullanılan zehirli maddeler çöplerin yakılması ile yeniden açığa çıkıyor, soluduğumuz havaya karışıyor.

Bu sistem içerisinde geri dönüşümün önemi ve yararları ne? Geridönüşüm bir uçta çöpü azaltırken, diğer uçta da kaynakların tüketilmesi üzerindeki baskıyı azaltıyor. Kayıtsız ve şartsız hepimiz geri dönüşüme katkıda bulunmalıyız. Ancak bunu yaparken geri dönüşümün yeterli olmadığını aklımızın bir köşesinde bulundurmak ileride yaşanılması mümkün olan olası hayal kırıklıklarını ortadan kaldırır.

Peki geri dönüşüm neden tam olarak yeterli değildir? Birincisi, evlerimizden çıkan atıklar buzdağının sadece görünen parçası. Çöpe gönderdiğiniz her bir kutu ıvır zıvırın üretimi için 70 kutu atık meydana geliyor. Yani ev atıklarımızın yüzde yüz (100%)’ünü bile dönüştürebilsek problem çözülmüyor. Buna ek olarak, atıkların bir kısmı dönüştürülemiyor çünkü ya çok miktarda zehirli madde içeriyorlar ya da en baştan geri dönüştürülemeyecek şekilde tasarlanıyorlar. Mesela metal, kağıt ve plastiğin karıştırılmasıyla üretilen meyve suyu kutularında olduğu gibi, o maddeleri gerçek bir geri dönüşüm için birbirinden ayırmak imkansız.

Özetlemek gerekirse, içinde bulunduğumuz sistem tamamı ile batık bir durumda. Bütün yol boyunca pek çok sınırı zorlayarak bu sistemi ayakta tutmaya çalışıyoruz. En basiti, eski zamanlara göre daha çok şeye sahip olduğumuz halde mutluluk seviyelerinin hızla düşmesinden başlayarak iklim değişikliğine kadar uzanan bu yolda kurduğumuz sistem kriz halinde. Ama bu kadar yaygın bir problemin tek avantajı pek çok müdahele noktasının bulunması. Bütün zararlara rağmen ormanları kurtarmaya çalışan ve temiz üretimle ilgili çalışan insanlar var. İşçi hakları, adil ticaret, bilinçli tüketim, atıkgömülerin ve çöp yakım tesislerinin bloke edilmesi ve en önemlisi hükümetin tekarar halkın yanında ve halk için olması için çalışan insanlar var.

Bu sistemin yenilenmesi ve kendisine bağlı olan insanları ve kaynakları sonuna kadar harcamaması için tüm insanların ortak bir amaçla bir araya gelmesi şarttır. Bugünkü alıştığımız hayat stiline farklı olarak ihtiyacımız olan değişiklik kullan-at zihniyetinden vazgeçerek eşitlik ve sürdürülebilirlik ilkelerinden yola çıkan yeni bir düşünce sistemini benimsemek. Yeşil kimya, sıfır atık, kapalı döngü üretim, yenilenebilir enerji, ve yaşayan yerel ekonomiler gibi konseptleri içeren yeşil yaşam yaklaşımları bu durumda tek çözüm olarak düşünülebilir.

Bütün bunlar şu anlama geliyor. Bazı insanların gerçekçi olmadığını ve fazla idealist bir yaklaşım izlediğini iddia ettiği bu yaşam stilinin kurtuluşumuz için tek çözüm yolunun olduğunu biliyor musunuz? Peki bu yoldan sapmanın bizi kaybetmeye mahkum bırakacağına inanıyor musunuz? Unutmayın ki o eski zihniyet ve sistem de kendiliğinden ortaya çıkmadı ve yer çekimi gibi birlikte yaşamamız gereken bir gerçeklik değil. Nasıl ki eski sistemi bizden önceki insanlar yarattı, biz de artık yeni bir sistem yaratmak için gerekli girişimlerde bulunmalıyız.


Çise Ünlüer (2 Mayıs 2010)
ciseunluer@hotmail.com