Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

27/01/2010

Kuraklık Peyzajı



Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, ülkemiz de küresel ısınma ile gelen artan sıcaklardan etkilenmiş ve de etkilenmeye devam edecektir. Son yıllarda daha da güçlü bir şekilde yaşanan kuraklık ve bunun neden olduğu susuzluk, yaşamımızın her alanında olduğu gibi, havadaki karbondioksiti emerek havadaki sera gazları miktarlarının azalmasına yardımcı olan yeşil bitkilerin de direncini kırmıştır. Mevcut çevre koşulları dikkate alınmadan seçilen ağaç ve çalıların bir kısmı kurumuş ya da beklenilen gelişmeyi gösterememiştir.

Sürekli bir şekilde su sorunu yaşayan ülkemizde kişisel su kullanımımıza bile dikkat etmek durumundayken, çevremizdeki bitkilere gerekli önemi gösteremiyor olabiliriz. Ancak, bugün yaşamakta olduğumuz kurak dönemin olumsuz etkilerinin giderek artarak önümüzdeki yıllarda da devam edeceği gerçeğinden yola çıkarak, toplumun her kesiminin bu konuya yönelik gerekli duyarlılık ve sorumluluğu göstermesi ve gelecekte karşılaşabileceğimiz zararların en aza indirgenebilmesi büyük önem taşımaktadır. Ülkemizi tüm yıl boyunca yemyeşil kılmanın tek yolu, iklimimizi derinlemesine öğrenmekten ve peyzaj ayarlamasını elimizdeki kaynakları yok etmeden sağlamak için gerekli planlamaları yapmaktan geçmektedir.

Çim alanlar ve nemli havalarda yetişen çiçekler gibi yaşamını sürdürebilmesi için her gün düzenli sulamaya gereksinim duyan bitkiler yerine iyi bir peyzaj düzenlemesi ile getirilen ve tüm yaşamı boyunca çok az su kullanımına ihtiyaç duyan bitkiler getirmek, ülkemizin mümkün olan en az su miktarını kullanarak kolayca yeşillendirilmesine olanak sağlar. Dünyada su temini konusunda yaşanılan güçlüklerin giderek artması, suyun etkin kullanımına yönelik çözüm arayışlarını hızlandırmıştır. Bu doğrultuda, “Su-Etkin Peyzaj Düzenlemesi” (Water-Efficient Landscaping) başlığı altında suyun akılcı kullanımı ve doğal peyzaj düzenleme kavramları geliştirilmiştir. “Kurakçıl Peyzaj Düzenleme”, ya da diğer adıyla bilinen “Xeriscape”, genel olarak suyun en az düzeyde kullanılmasıyla su kaynaklarının ve çevrenin korunmasını ilke edinen özellikli peyzaj düzenleme olarak tanımlanabilir. Su kullanımına yönelik tasarrufun sağlanabilmesi amacıyla geliştirilmiş olan bu kavramın içerisindeki Yunanca “xeros” kelimesi “kuru”, İngilizce “landscape” kelimesi ise “peyzaj” anlamına gelmektedir.

Kurakçıl peyzaj düzenlemesinin esas temel ilkeleri arasında çim alanlara olabildiğince az yer verilen ve sulamayı en az gerektiren uygun planlama ve tasarım yapılması, toprak analizi ve toprak koşullarının iyileştirilmesi, suya en az gereksinim duyan ve kurağa dayanıklı uygun bitki türlerinin seçimi, çim alanların uygulama ve bakım çalışmalarında kolaylık yaratan pratik ve ekonomik çözümler sunacak biçimde tasarlanması, etkin sulama sistemlerinin oluşturulması, ve uygun bakım çalışmalarının yapılması gelmektedir. İyi düşünülerek ve dikkatli bir biçimde hazırlanan peyzaj planı fonksiyonel, estetik, ve su-etkin olmasının yanında, peyzajın yaratılmasında kritik rol oynayan doğru bitki seçimi, ülkemizin iklim özelliklerine ve toprak koşullarına göre uygun bir biçimde gerçekleştirilmelidir.

Tasarımda doğal bitki türlerinin seçimine dikkat ederek, zor gelişen, hastalıklara duyarlı veya ek bir özen gerektiren hassas bitkilerin kullanılmamasına özen gösterilmelidir. Peki Kıbrıs gibi kurak ülkelerde en kolay yetişecek bitkiler hangileridir? Kuraklık peyzajına uygun bitkilerin başında gelen kaktüs bitkisine ek olarak, limon, yenidünya, zeytin, ve nar ağaçları büyümeleri için en az miktarda suya ihtiyaç duyan bitkiler arasında gelmektedir. Bundardan biraz daha fazla su gereksinimi duyan damkoruğu, çalılardan yerli kaya gülü, ve bunlara ek olarak nane ve adaçayı da bu listeye eklenmeyi hakkedecek miktarda az su gerektirdikleri için ülkemizde kolaylıkla yetiştirilebilirler.

Başarılı bir peyzaj yaratmak için bitki seçimini desteklemesi gereken etkin sulama yöntemleri son derece önemlidir. Bu durumda, kullanılacak alanın boyutu, kullanım amacı, ve uygulanacak peyzaj düzenleme anlayışı göz önünde bulundurularak elimizdeki alana yönelik bir sulama projesi oluşturulabilir. Sulamanın yanında gübreleme de bitkilerin yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürebilmeleri için gereklidir. Her durumda olduğu gibi, su-etkin peyzaj düzenlenmesinde de budama, yabancı ot mücadelesi, ve zararlıların kontrolü gibi sürekli ilgilenilmesi gereken bakım çalışmaları bulunmaktadır.

Günün sonunda, ülkemizi yemyeşil bir durumda görmek hepimizin hakkı! Kurakçıl peyzaj, bunu bir hayalden gerçeğe çevirmeyi mümkün kılan bir araç olarak benimsenmeli ve ülkemizdeki yeşil alanların planlama, tasarım, ve uygulanmasında kullanılmalıdır. Gelişim ve ilerlemenin en önemli adımı olan eğitimin önemini de göz önünde bulundurarak, üniversitelerimizin Peyzaj Mimarlığı eğitimi veren bölümlerinde, kuraklık peyzajı konusuna yönelik eğitime ağırlık verilmelidir.

Çise Ünlüer (31 Ocak 2010)
ciseunluer@hotmail.com

20/01/2010

Şimdi Değilse, Ne Zaman?



Atmosferdeki ortalama sıcaklık sürekli artıyor, su kaynakları kuruyor, bitkiler zamansız meyve veriyor ya da hiç vermiyor, sıcaklık arttıkça buzlar eriyor, fazla miktarda su dolaşıma giriyor, sel felaketleri ve fırtınalar oluşuyor, deniz kıyısında yaşayan binlerce kişi sel suları altında ölüyor... İklim değişikliğinin zincirleme sonuçları yavaş yavaş yaşamımızı etkiliyor. Peki, neden?

Amacım geçtiğimiz hafta ülkemizde meyadana gelen ve büyük hasara neden olan sellerle ilgili konuşup sizi tekrardan kötü anılarla yüz yüze getirmek ve üzmek değil. Zaten önemli olan ne olduğu değil, olanın niye olduğudur. Anlayacağınız, işin sırrı detaylarda gizli...

Küresel ısınmanın herşeyden önce bir enerji problemi olduğunu kabullenmek, çözüm aşamasında atılacak ilk adımdır. Dünya nüfusunun sürekli çoğalması ile doğru orantılı artan enerji talebini karşılamak için, elindeki doğal kaynakları yarınları düşünmeden harcayan insanoğlu, yıllardır yaptığı hatayı ancak şimdi anlamış ve alıştığı yaşam standartlarını devam ettirebilmek için yeni enerji kaynakları arayışına girişmiştir. Bugüne kadar nükleer enerji dahil olmak üzere, petrol, kömür, ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarının çevreye olan zararlarını fark edenler, bu kaynakların toplu kullanımının iklim değişikliğine neden olacağını göz önünde bulundurarak, bunların yerine yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının gün ışığına çıkmasını sağlamışlardır. Sürdürülebilir olma özelliklerini insan yaşamının sürdürlebilir olması ihtiyacından alan enerji sistemlerinin, ekolojik dengenin devamlılığı için yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesi şarttır.

Fosil yakıtlar gibi yakılınca biten ve yenilenmeyen enerji kaynaklarının tersine; rüzgar, güneş, hidrolik ve jeotermal gibi kaynaklardan elde edilen yenilenebilir enerji, "doğanın kendi evrimi içinde, bir sonraki gün aynen mevcut olabilen enerji kaynağı" şeklinde tanımlanıyor. Bu temiz enerji kaynaklarına ek olarak, daha önceki yazılarda bahsettiğimiz birikmiş çöplerden sağlanan metan gazı veya kanalizasyon ısısı sayesinde ısı ve elektrik üretiminin de mümkün olduğunu biliyoruz. Kısıtlı coğrafyamızdan dolayı bugün dünyada var olan tüm temiz enerji kaynaklarından yararlanmamız mümkün olmasa bile, tüm ülkelerde olduğu gibi rüzgar ve özellikle güneş gibi büyük bir enerji fırsatı dururken, bu konuda henüz sağlam adımlar atmamış olmamız düşündürücü.

Kendimize kurduğumuz konforlu hayat içerisinde son model arabamızdan inip, etrafındaki geniş bahçesi dahil her yeri düşüncesizce ışıklandırılmış evimize girerken, bizden sonraki nesillerin yüzleşmek durumunda kalacağı kaçınılmaz enerji sorunlarını aklımıza getirmemiş olabiliriz. Her gün kısa mesafelerde bile sırf yürümeye üşendiğimiz veya toplu taşımacılığı cazip bulmadığımız için yaktığımız benzinin sadece finansal yönüne yoğunlaşarak, her damlasının çevreye ne kadar zarar verdiğini göz ardı ediyor olabiliriz. Ya da ehliyet alma yaşına bile gelmemiş çocuklarımızın eline anahtar tutuşturuyor ve gerisini düşünmüyor olabiliriz. Ülkemizde 4 kişilik çoğu ailenin nerdeyse en az 3 arabası var! Ama herşeyin bir sonu olduğu gibi, bu rahatlığın da bittiği bir an gelecektir. Ve bu anın çok uzakta olmadığından emin olabilirsiniz...

Yakıt harcaması gereksiz yere bol olan lüks arabalar yerine hayatta herşeyin gösteriş olmadığını benimseyerek küçük ve belirli mesafelerde daha az yakıt harcayan arabalara geçiş yapmak sadece ekonomik değil, aynı zamanda pratiktir. İşyerindeki arkadaşlarımızla aynı arabayı paylaşmak veya en azından gençlerimizi toplu taşımacılığa yöneltmek bugün ülkemizin en büyük sorunların olan trafik kazalarını azaltmakla kalmaz, şehir içlerinde çektiğimiz trafik sorununa da, hiçbir ek masraf gerektirmeden kesin bir çözüm getirir. Milli gelirleri bizden çok daha fazla olan Avrupa ülkelerinde bile insanların ulaşımlarını çoğunlukla bisiklet ve toplu taşımacılıkla yaptıklarını akılda tutarak, kendi seçimlerimizi bir daha gözden geçirebiliriz. Arabamızla gittiğimiz kısa mesafeleri bisikletle gitmek ne kadar zor olabilir? Ya da evdeki gerekmeyen ışıkları söndürmek? Isı kaybını önlemek için evimizi yalıtmak? Bir düşünürseniz bunların hiçbiri zor veya yapılması imkansiz değişimler değil. Peki şimdi değilse, ne zaman?

Çise Ünlüer (24 Ocak 2010)
ciseunluer@hotmail.com

16/01/2010

Sıfır Karbon Oteller



Geleceğin tasarımı olan sıfır karbon oteller, çevreye ve atmosfere verdikleri sıfır zarardan dolayı Danimarka ve İngiltere gibi Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde tercih edilen uğrak mekanlar haline gelmişlerdir. Beş yıldızlı otel kalitesine getirilen bu otellerin tasarımlarındaki belirli farklar, normallerine göre bu binalara “yeşil” ünvanını kazandırmaktadır. Bu tasarımlar her açıdan tamamı ile kendi kendine yeten bir yaklaşıma sahip olmakla birlikte, güneş ve rüzgar kaynaklı yenilenebilir enerji çeşitlerini kullanarak atık miktarlarını ve karbon emsisyonlarını en aza indiririler. Peki, sıfır karbon ya da karbon-nötr olarak da bilinen konum tam olarak nasıl elde edilir?

Karbon-nötr kolay kazanılan bir statü değildir! İlk aşamalarda, otelin yapımında kullanılan malzemeler yabancı ülkelerden uzun yolculuklar sonunda getirilmek yerine, bölgede bol bulunan ve temini kolay olan malzemelerden gerçekleştirilir. Kararlanan tasarımın inşaatı da bölgedeki malzemeler arasından çevreye en az zarar verenleri ve ağır işçilik gerektirmeyenleri seçerek yapılır. Genelde inşaatın yapılacağı bölgede bulunan toprak, yenilenebilen ahşap ve yeniden kullanılmış taş, bu gibi projelerde tercih edilen malzemelerin başında gelir. İnşaa edildiği süreç de dahil olmak üzere, hizmete açık oluğu tüm zaman boyunca yerel işcilik, ve bölge halkının da otel yönetimi ve işletmesinde katılımı tercih edilir. Yeşil oteller, bulundukları bölgedeki halkı da desteklemek amaçlı, bünyelerindeki çalışanların çoğunu yakın yerleşim yerlerinden atamaya özen göstererek bu insanlara iş imkanları sağlamakla kalmaz, aynı zamanda çalışanların otele yaşadıkları mesafe kısa olduğu için ulaşım yoluyla açığa çıkan karbondioksit miktarı azaltılır.

Sadece inşaatı değil, kullanımı sırasında da enerji tasarrufu sağlayan seçimlerden yararlanan sıfır-karbon oteller içerisinde doğal havalandırmayı sağlamak için, oda duvarları, otel önündeki havuzun üzerinden geçerek soğuyan deniz havasını binanın içerisine çekecek şekilde tasarlanır. Otelin tasarımında geniş pencereler kullanılarak güneş ışığının sağladığı doğal ışıklandırmadan mümkün olan en çok miktarda yararlanılır. Otelin tüm su ihtiyacı yıl boyunca yağan yağmurlar ve arıtılmış deniz suyunundan elde edildiği için temiz su kaynaklarına mümkün oldukça ihtiyaç duyulmaz. Sıcak su ise, binanın çatısına yerleştirilen güneş panelleri altından geçirilen borular sayesinde elde edildiği için ekstra enerji harcanmasına neden olmaz. Son olarak, otelden çıkan atık su, filtrelerden geçirilerek geriye dönüştürülür, tuvalet suyu ve araç yıkamaları gibi belirli alanlarda tekrardan kullanılır.

Otel bölgesi alanında tüm çalışanların ulaşımı otel yönetimi tarafından verilen bisikletler, müşterilerinin havalimanı ve şehir merkezlerine seyahatları ise elektrikli taşıtlar tarafından sağlanmaktadır. Bunun yanında, güneş enerjisi ile çalıştırılan lokantalarında kullanılan yiyeceklerin büyük bir çoğunluğu, otellerin kendi geliştirdikleri organik çiftliklerinden elde edilir. Müşterilerin spor salonunda geçirdikleri zaman boyunca burdaki aletler sayesinde ürettikleri elektrik, otelin diğer alanlarında kullanılır. Odalarda kullanılan havluları ve yatak örtülerini her gün değişmek yerine, sadece gerekli olduğunda yenileyerek enerji sarfiyatı yapılabilir. Bina içerisindeki tüm lambalarda normallerine göre yüzde yetmiş beş (75%) daha az enerjiye ihtiyaç duyan uzun kullanım ömürlü floresan ampüller kullanılır. Odalarda kullanılan algılayıcılar sayesinde boş olduklarında enerji sarfiyatı gerçekleşmez.

Her alanda düşünülen yeşil yaklaşımların getirdiği kısıtlamalara rağmen belirli standardlara sahip olan sıfır-karbon oteller, müşterilerine lüks bir ortam sunarak karbon emisyonlarını azaltmanın, otelin hiçbir fonksiyonundan ve müşterilerinin konforundan ödün vermesi anlamına gelmediğini kanıtlamaktadır. Henüz ülkemizde böyle bir yaklaşımda bulunan yatırımcılarla karşılaşmamış olabiliriz ancak her geçen yıl inanılmaz bir şekilde artan otel sayısı bu alanda büyük bir potansiyel yaratmıştır. İnşaatları boyunca yarattıkları zarar yetmiyormuş gibi kullanıma açıldıktan sonra da çevreye zarar vermeleri bu otellerin turizm ve ekonomimize olan katkılarını gölge altında bırakmaktadır. Madem ki ülkemizde otellere yüksek bir talep var, neden bunu iyi yönde değerlendirmeyelim? Neden beton yığınları yerine çevreye duyarlı sıfır-karbon oteller inşaa ederek ülkemizi bir yeşillikler cennetine dönüştürmeyelim? Hem de bunların tümünü sadece biraz duyarlılık ve iyi düşünülen bir tasarımla elde etmek mümkünken! Bir sonraki tatilinizde kaldığınız otelin dünyaya bedel olmasını istemiyorsanız, gideceğiniz ülkelerde bu konuya duyarlı otelleri tercih etmeye önem gösteriniz.

Çise Ünlüer (17 Ocak 2010)
ciseunluer@hotmail.com

07/01/2010

On Dakikada Çevreyi Kurtarın



Küresel ısınmanın birlikte getirdiği sorunlar dünya üzerinde enerji, su, ve geri dönüşüm alanlarına yoğunlaşılarak incelenebilir. Bugüne kadar tüm varlığımızın esas başlangıç noktası olan doğayı kurtarmak adına birçok farklı kaynaklardan geniş çapta bilgiler edinmiş olabiliriz. Fakat, bulunduğumuz dünya ile ilgili ne kadar şey biliyoruz? İşte size okumak için zamanınızın sadece on dakikasını ayırarak doğa ile barışık, bilinçli bir toplum yaratmaya katkı koymanızı sağlayacak bir yazı.

Yüzey alanı yaklaşık olarak 197milyon mil kare olan dünyanın, çevresi 25bin mil, en alçak noktası Ölü Deniz, en yüksek noktası ise Everest Dağı’ndadır. Dünyanın yüzde yetmiş (70%)’i okyanus, yüzde otuz (30%)’u ise karadan oluşmaktadır. Bulunan su miktarının sadece yüzde üç (3%)’ü tatlı su olup, geriye kalanı ise tuzlu sudan ibarettir. Bu yüzde üç’lük tatlı sunun yüzde yetmiş (70%)’i kutuplarda, yüzde otuz (30%)’u ise yüzey ve yeraltı suları tarafından oluşturulmaktadır. Günümüzde 2.6 milyar insan içecek ya da temel gereksinimlerini giderecek gerekli miktarda suyu bulamıyor. Çeşme suyunu iki dakika boyunca açık bırakmak, üç ile beş galon arasında suyun harcanmasına neden olur. Beş dakikalık bir banyo boyunca, yaklaşık yirmi beş galon suya ihtiyaç duyan bir insan, bunun yerine bu ihtiyacını tüm küveti doldurarak giderdiği zaman, atmış galon su harcamaktadır. Bulunduğumuz ortamlardaki suyu dikkatli kullanmak, yıllık su tüketimini yüzde otuz (30%) azaltmayı mümkün kılar.

Enerji, tüm dünyanın ortaklaşa sorunlarından en büyük olanı. Evlerimizdeki iyi tasarlanmamış insulasyon sistemlerinden kaynaklanan sızıntılardan dolayı her sene milyonlarca enerji kaybı meydana gelmektedir. Pencere ve kapı kenarlarında bulunan 1 milimetre’den daha küçük bir hava sızıntısı, soğuk havanın içeriye girmesinde kapı veya pencereleri 4-5 santimetre açmak kadar etkili olabileceğinden, evinizin yalıtımını gözden geçirip mümkün oldukça sağlamlaştırmak büyük önem taşır. Bulunduğumuz ortamları aydınlatmak amaçlı kullandığımız lambaların üzerinde biriken toz tabakası bu kaynakların normal şartlarda sağladığı ışık miktarının yarısını bloke edip, aydınlatmayı kısıtlar. Enerji dostu olmayan ampüllerin kullandığı enerjinin sadece yüzde on (10%)’u ışığa çevrilmekte, geri kalan yüzde doksan (90%)’ı ise ısı olarak boşa harcanmaktadır. Normallerine göre daha az enerji harcayıp daha çok ışık veren Floresan lambalar, ampüllere kıyasla yüzde yetmiş beş (75%) daha az enerji kullanmakla kalmaz, uzun kullanım ömrü de sağlar.

Kullandıkları enerji miktarı bakımından ekonomik olan çamaşır makinaları, bir insanın hayatı boyunca içeceği toplam su miktarından çok daha fazla su kurtarımına yardımcı olabilir. Otomatik bulaşık makineleri, bulaşıkları elde yıkamaya kıyasla, hem daha az zahmetli hem de her kullanımda avaraj olarak 6 galon, yılda toplam 2bin galon daha az su kullanmaktadır. Buzluğumuzun kapısını her açtığımızda, içerideki havanın yüzde otuz (30%)’u dışarıya sızar ve gerekli olan soğukluğa tekrardan ulaşmak için daha fazla enerji kullanımı gerektirir. Bundan dolayı, özellikle sıcak aylarda buzluklarımızı mümkün oldukça kapalı tutmaya özen göstermeliyiz. Günümüzde normal bir ampülden bile daha az elektrik kullanarak çalışan buzlukların var olduğunun farkında mısınız?

Gelişmiş ülkelerde harcanan toplam enerjinin yaklaşık olarak yüzde yirmi (20%)’si ofis binaları tarafından kullanılır. Şirketlerin toplam harcamalarının yüzde otuz (30%)’una kadar ulaşabilen enerji kullanımı, bu ülkelerin sera gazı emisyonlarının da yüzde yetmiş (70%)’ini oluşturur. Isıtma, soğutma, havalandırma sağlayan sistemler, çalışma ortamlarında ihtiyaç duyulan enerjinin esas olarak harcandığı alanlardır. Çalışma alanlarında bir diğer incelenmesi gereken alan ise ofislerdeki kağıt kullanımıdır. Kağıt tasarrufunda bulunmak için geri dönüşümlü kağıt kullanımına önem gösterilmeli, her gün binlercesini kullandığımız katırları bilgisayarımızdan çıktı alırken geniş marjinlerle ve çift taraflı kullanılmalarına önem gösterilmelidir.

Geri dönüşümün önemini hiçbir zaman küçümsememeliyiz. Bir tane alüminyum konserve kutusunun geri dönüşümünü sağlamak, üç saat televizyon seyretmek için gerekli olan enerji miktarını mümkün kılar. Bu miktar, yarım galon benzine eşdeğerdir. Eğer her okuduğumuz gazetenin geri dönüşümünü sağlarsak, her yıl milyonlarca ağacı kesilmekten kullanabiliriz. Tamamı ile geri dönüştürülmüş maddelerden oluşan bir ton kağıt, normal yollardan üretilen yeni kağıtlarla kıyaslandığında, 7bin galon su, 4bin kilowatt saat enerji, ve 17 ağaç kurtarır. Bir ton camı geri dönüştürmek, 10 galon petrolün sağlayacağı enerji kadar tasarruf sağlar. Bir soda içeceği kutusunu, geri dönüşümlü alüminyumdan üretmek, yeni ham maddeler kullanarak üretmekten yüzde doksan altı (96%) daha az enerji gerektirdiği gibi, yüzde doksan beş (95%) daha az hava ve su kirliliğine neden olur.

Sizce bütün bunlar, bundan sonra çevre konusunda daha duyarlı adımlar atmamıza yeterli nedenler değil midir? Karar sizin!


Çise Ünlüer (10 Ocak 2010)
ciseunluer@hotmail.com